6 Şubat depreminin üzerinden altı ay geçti. Ortak düşünce, on binlerce insanın öldüğü, milyonlarca kişinin evsiz kaldığı bu büyük felaketin gündemden düştüğü yönünde. Enkazların henüz yarısı kaldırılmış. Moloz yığınlarının ortasında kalan depremzedelerin sağlığı asbest ve ağır metaller nedeniyle tehdit altında. Kanserojen bir madde olan asbestin kullanımı Türkiye’de yasaklanmış olsa da, öncesinde inşa edilen binalarda yaygın olarak kullanılıyordu.
Çevre Mühendisleri Odası (ÇMO), Hatay’daki moloz yığınları ve çöplüklerden topladığı numunelerin hemen hepsinde asbest kalıntısı bulduğunu açıklamıştı. Bugün Türkiye’nin dört bir yanında insanlar, iktidarın çevre ve halk sağlığını tehdit eden uygulamalarına karşı mücadele ve direniş halinde. Kimi, Akbelen’de olduğu gibi madencilik faaliyeti için özel şirketlere teslim edilmiş ormanları korumaya çalışırken, kimi de deprem bölgelerinde zehirli molozların nehirlere, doğal koruma alanlarına ve yerleşim bölgelerine dökülmesinin önüne geçmeye çalışıyor. ÇMO, özel şirketlerin molozların toplanmasıyla ilgili, su püskürtmek ve kamyonlara yüklenen molozların üzerinin brandayla kapatılması gibi, gerekli önlemleri almıyor oluşunun önümüzdeki yıllarda halk sağlığı adına çok ciddi sorunlara sebebiyet vereceği konusunda uyarıyor. Depremde en fazla yıkımın yaşandığı Hatay’da ise altı aydır şebeke suyuna erişilemiyor. Hatay Tabip Odası, şebeke suyunun yokluğunun salgın riskini artırdığını, kentte sık sık ishal vakalarının görüldüğünü söylüyor. Depremden altı ay sonra çoğu depremzedeye göre hepsi unutuldu. Aslında bu, Türkiye’de siyasetsiz, hukuksuz, bilimsiz bırakılan milyonların ortak düşüncesi.
***
Aylar geçmesine rağmen kışın buz, yazın cehennem gibi olan çadırlarda yaşayan hala çok sayıda insan var. Temiz suya ulaşım zor, hatta Hatay örneğinde olduğu gibi neredeyse imkansız. İnsanlar, tuvalet ve duş gibi temel ihtiyaçlarının yeterince karşılanmadığından şikayetçi. Depremden sonra hızla ve şaşırtıcı olmayan şekilde, iktidara yakınlığıyla bilinen şirketlerin kazandığı konut ve altyapı ihalelerinde işler yavaş ilerliyor. Kalıcı konutların inşası için taahhüt edilen bir yılın, işin uzmanlarınca gerçekçi görülmediği çokça vurgulanmıştı. Söylendiği gibi, bilimsel incelemeler tamamlanmadan yapılan ihaleleri kazananların işe koyulma hızı, insanların bir kışı daha çadırlarda geçirmek zorunda kalacağına dair ciddi şüphe uyandıracak seviyede. BirGün muhabiri Nurcan Gökdemir’in haberinden öğrendiğimize göre, çok sayıda projenin yapımına başlanmamakla beraber, tamamlandığı duyurulan bazı konutlar ise depremden önce yapılmış. Erdoğan’ın depremden bir buçuk ay sonra Hatay’da katıldığı devlet hastanesi inşaatı temel atma törenine ait fotoğraflardan da hatırlayabileceğimiz üzere, toprağa beton dökmekle temel atmak arasında büyük fark var. İhale şampiyonu şirketlerin sözünü tutmayabileceği, bu konuda kayda değer bir takip ve yaptırımının olmadığını da eklemek gerek. Bilimsel verilere göre plan program yapılmadan, tıpkı kesilen ağacın yerine yeni fidan dikme mantığına benzer şekilde, yıkılan binanın yerine, o da bir kısmı depremzedeye fatura edilerek yapılan konut ve iş yerlerinin ne zaman biteceği belirsiz. Bunun yanında, deprem mağduru çocukların eğitim ya da sağlık gibi temel ihtiyaçlarının yeterli, güvenilir ve istikrarlı bir şekilde ne zaman sağlanabileceği de kocaman bir soru işareti.
***
Bütün bunlar olurken, bilim sanki 6 Şubat öncesinde yaşanabilecekleri ve altı aydır da yapılması gerekenleri avaz avaz bağırmamış gibi, karşımızda yine üç maymunu oynayan memleket idarecileri var. Nasıl ki her yere fidan dikerek, kendi özel ve eşsiz ekosistemini yaratan doğal ormanları yeniden kuramıyorsak, yıkılan şehirleri de sadece bina dikerek, kendine özgü kültürü ve yaşayışıyla yeni bir kent kuramıyoruz. Plansızlık, bilimsizlik, ‘yaptım olduculuk’ bize hep kaybettirdi ve kaybettirmeye de devam ediyor. Yer bilimci Prof. Dr. Celal Şengör, beklenen büyük Marmara depremi sonrasında yaşanacaklarla ilgili oldukça karamsar ancak ne kadar gerçekçi olduğunu altı ay önceki acı dolu deneyimimizden bildiğimiz bir tablo çizdi. Kurtarma çalışmaları için sokaklara girilemeyeceğini, ortaya çıkacak kaos ortamında sağ kalanların da günlerce, haftalarca bloke olacağını, İstanbul’un elektrik, su, kanalizasyon ve doğalgaz alt yapısının çökeceğini, yeni havalimanı dolgu zemine yapıldığı için muhtemelen hasar alıp bir süre kullanılamayacağını, açlık, yağma ve salgın hastalıkların başlayacağını, uzun süre enkazların kaldırılamayacağını ve bütün kenti nefes alınamayacak kadar ağır bir kokunun saracağını söylerken, sizce altı ay önce yaşadıklarımızdan neyi, hangisini eksik saymış? Türkiye bir deprem ülkesi! Bu apaçık gerçek daha ne kadar görmezden gelinecek. Bir deprem bölgesinden diğerine taşınarak mı çözeceğiz sorunu? Hem kaç kişinin imkanı var buna? Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Mehmet Özhaseki, üzerinden yirmi dört koca yılın geçtiği 17 Ağustos Marmara depreminden sonra, toplanan deprem vergilerini duble yol yapmak için harcamış, yirmi yıldır iktidarda olan AKP’nin bir üyesi olarak önceki gün İstanbul için özel bir deprem yasası çıkartmayı hedeflediklerini söyledi. Hızlı adımlar atılacakmış. Ertesinde, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kararıyla doğal SİT alanı olmaktan çıkan Prens Adaları için yeni bir imar planı yapıldığı duyuruldu. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın hazırladığı plana göre adaların nüfusu iki katına çıkacak. Hız diye buna denir işte!