O yüzü ve gözleri bugün oldu hiç bir zaman unutmadım
1984 Eylül ayının sonlarına doğru güneşli bir öğle vakti 74 sonrası rejimin yerli sivil polisleri evini “Arayacağız” demişlerdi.
Evimdeki uzun bir aramanın sonrasında yazılı ne varsa (çocukların resim kitapları ve defterleri de dahil) tümü ve Mağusa Peyak Bankası
Müdür odamdaki mesleki kitaplarımı ve Para kasasındaki şahsıma ait evraklarla tümüyle birlikte “Gidiyoruz” dediler, hiç bir mahkeme kararı belgesi göstermeden.
Eşime ve çocuklarıma haber veremeden Mağusa’dan üç arabalık bir bir koruma ile beni Lefkoşa SarayÖnü Polis karakolundaki uzun koridor yürüşünden sonra bir odaya koydular.
74 “Kurtarıcı”larının (???) “Derin Devlet” üniformalılarıyla bire bir ikinci kez tanışıklığımdı.
Üniformalılarla bire bir tanışıklığımın ilki 1970 Ankara üniversite yıllarında 3. Şübede olmuştu.
Konduğum odanın kaşılıklı iki kapısı ve sadece ortasında bir sandalye vardı.
Onbeş-Yirmi dakika sonra kapılardan biri açıldı, ve önde bir TC Barış Kuvvetleri Subayı ve yanında iki Er askerle içeri girdiler.
Başındaki şapka ve taktığı gözlükle yüzünü gizleyen subay yanıma geldi, ve “Demek Ermeni Sevici sensin” dedi.
Bu sırada odanın dışında yüksek sesle tartışma ve itiş kakış sesleri geliyordu.
Subay cebinden çıkardığı kelepçenin bir ucunu sol elime taktı, diğer ucunu kendi eline takmaya çalıştığı anda, ikinci kapı tekmelenerek açıldı ve içeriye bu sefer Kızkardeşimin Eşi A.Mithat Berberoğlu ve kadim dostum Naci Talat girdi.
Meğer başka bir yerli sivil polis ekibi işgüzarlık yaparak, Lefkoşa’daki Annemin evini de aramak istemişler. Annem rahatsızlığı nedeniyle A.Mithat Berberoğlu’nun Eşi Kızkardeşimin evinde kalıyordu. Annemi almak için kalkıp Berberoğlunun evine gidince gizli yürütülen bütün senaryo toptan çöktü.
Kızkardeşim Lefkoşa ofisindeki Eşine telefoniyen haber verince Berberoğlu ve ayni Avukatlık ofisini kullanan Naci Talat devreye girdi.
İlk önce Lefkoşaya getirilen Annemin evinden arama emir olmadan arama yapan polisleri evden çıkardılar ve beni aramaya başladılar.
Mağusa Mahkemesini ve Polisini ve Çalıştığım Peyak Bankası’nı arayarak Polisler tarafından Lefkoşa’ya götürüldüğümü öğrendiler ve hemen Saray Önü Polis merkezine geldiler..
Berberoğlu koşar adımlarla yanıma geldi ve kelepçe takılmayan elimi tuttu ve “Hayati gel, hiç bir mahkeme emir yok, ne evini arayabilirler ne de seni tutuklayabilirler. Bizler Avukatların olarak yanında kalarak, sadece senden ifade alabilirler” dedi ve beni çekmeye başladı.
Kelepçeli elim Subayın elinde kelepçesiz elim Berberoğlu’nun elinde ortalarında kaldım. Berberoğlu beni kendi tarafına, subay ise kendi tarafına çekmeye çalışırlarken terden ıslanmış ellerim ilk önce Berberoğlu’nun elinden kaydı. Bunu gören Subay daha kuvvetli beni çekmeye çalışırken onun elinden de kaydım ve subay ve ben ikimizde yer düştük.
Yerde gözlerimi açınca yere yanıma düşen ve gözlükleri ve şapkası çıkan Subay’la güz güze, göz göze geldik.
Subay bir atlet çevikliği ile yerden şıçradı ve gözlük ile şapkasını oda da bırakarak süratle, er askerlerle birlikte odayı terk etti.
1976-8O döneminde kitapcı dükkanımda sattığım değerli dostum Hırand Dink’in de yazılarının bulunduğu Almanya’da Türkçe ve Ermenice yayınlanan yasaklanmış yayın “SPARTAKUS” Dergisi Evimde bulanması nedeni ile ifadem alındı ve 24 saat tutuklu kalmama karar verildi.
O gece hücreme gelen 1965-68 döneminde Lefkoşa Arap Ahmet MahalLesindeki Baf kapısı mevzisinde beraber nöbet tutuğumuz benden fazlaca yaşlı şimdi ismini unuttuğum Polis dostumun moralimi yükselten “Kurtuldun artık. Bu kargaşadan sonra Seni alıp götüremezler onlar. Şapka düştü Kel göründü”. “Artık Polis kayıtlarına girdin. Hiç bir hakim, hiç bir savcı seni teslim etmez onlara”.
Mağusa, Lefkoşa, Girne, makemelerinden aldıkları gözaltı süresini uzatma kararları ile 32 gün Saray Önü polis Merkezinde sözde göz altına alınmış gibiydim.
Aslında 74 “Kurtarıcı” (!!!!) üniformalılar tarafından rehine alınmıştım. Akşam karanlığı çöktüğü vakit hücreme gelip gözlerimi bağlıyorlar, sözde başka bir yere götürüyorlarmış gibi arabayla Lefkoşa sokaklarında dolaştırıyorlar, getirip tekrar karanlık bir odada bir sandayenin üzerinde ayakta saatlerce onlar tarafından ASALA ve Ermenilerle var olmayan ilişkim sorgulanıyordu.
Unuttukları bir şey var idi;
Çocukluğumun, gençliğimin anılarla dolu Lefkoşa sokaklarının yönünü, gözlerim kapalı da olsa onlardan daha iyi, tamı tamamamına biliyordum.
Biliyordum beni dönüp dolaştırıp, hücremin karşısındaki karanlık odaya tekrar getireceklerini.
32 gün sonrasında 7 yıl yurt dışı yasağı, haftada bir gün Polise ispatı-Vücut’a mahkum edildim 1984’de.
1985 de Toplumcu Kurtuluş Partisinden Milletvekili adayı gösterildiğimde ayni polis örgütü temiz Karakter Belgesi vererek ve YÜksek Seçim kurulu TKPden milletvekili adaylığımı onayladı.
Ne garib bir durum ki Yurtdışı yasağımdan dolayı Kimlik Kartım ve Pasapart’um polis tarafın alınmıştı. Ve bütün seçim döneminde ben haftada bir polise gidip İspat-ı Vucut yapmak zorunda idim
“Beni 32 gün ailemden, sevdiklerimden, Kıbrısın Şehirlerini, köylerini dolaşıp, halka 1974 de neler olduğunu ve neler olacağını anlatmaktan men ettiler.
Hepsi bu.
Ama Ülkemi, Ailemi, sevdiklerimi, 68 yol arkadaşlarımı, Deniz’leri, Mahir’leri düşünce yoldaşım yol arkadaşim Hüseyin Cevahir’i ve anılarını, yaşadığım bütün ülkeleri, koskoca bir evreni, doğayı, yaşam sevincini, yaşama sıkı sıkı sarılmayı, karşılıksız sevmeyi-sevilmeyi, varı olmayanla paylaşmayı ve tüm ezilen insanların direnme inancını bana bıraktılar:
Taze badana ve keskin sidik kokan sarayönü hapishane akşamlarının sessizleşen loş odamda koluma giren yalnızlık, oğlumun 20 yaş hayalleri, kızımın gelin oluş hayalleri, eşimin yıllarca sürecek acılarla dolu yaşamı, yanımdaki varlığını hep sürdürdü.
Ama ben onu en çok onu hissettim.
Ve, beton hücre tavan deliğinden sızan Eylül ışıklarında o sesin izi kaldı bende.
“UÇSUZ BUCAKSIZLIK VE SONSUZLUK EMRİNE AMADEDIR” dedi odam.
Eni–boyu toplam 6 adımlık alanda bir kurşun kalem ve okul defterine yazılan mektup’larla bir yolculuğa koyuldum Hüçre odamda.
Odamın miras bıraktığı koyulduğum Yolculuk, şimdi devam ediyor bilgisayar klavyesinde ;
UÇSUZ BUCAKSIZ, SONSUZA DEK.
1984 YAZINDA SARAYÖNÜ POLİS MERKEZİ ODASINDA YERDE YATARKEN YÜZ YÜZE, GÖZ GÖZE GELDİĞİM O YÜZÜ VE O GÖZLERİ GAZETLERDEKİ SUSURLUK KAZANIN RESİMLERİNDE TEKRAR GÖRDÜM.
O YÜZÜ VE GÖZLERİ BUGÜN OLDU HİÇ BİR ZAMAN UNUTMADIM.