Bugün Yedi Ağustos. Sizi yazıyla çok olmayan ama çok geçmiş gibi olan döneme taşıyacam. 1964 tarihi olup Yedi Ağustos günüydü. Bulunduğum yer Aytotoro veya Türkçeleşmiş adıyla Bozdağ. Ne yazık bu günlerde ilgili köyün kalıntıları dışında pek yaşananı olmayan yerdir. Sabahleyin kalktık. Çocuk yaştaydım. Alışılmış hale gelen kurşun sesleri zaten normal yaşamın akışın bir parçasıydı. Daha güneş doğmadan silah sesleri gelmeğe başladı. Bu çatışma süreci, Beş Ağustosta başlayan Aytotoro ve Mansura saldırılarıyla tarihe geçecek önemli savaş olarak geçtiği günlerdi. Silah sesleri bonba sesleriyle fazla artmadıkça endişe dahi duyna pek azdı. Hat da o gün padem toplamaya giden kadınlar dahi vardı.
Savaşın üçüncü günüydü. Çatışmalar gün genişledikçe artıyordu. Sabahki rahatlık bir anda artan bonba sesleriyle tedirginliğe doğru gidiyordu. Savaş, Batı Dilirganın içine dek yayıldı. Bir anda gelen çağrı ile sığınaklara girdik. İki önemli olgu tartışılıyordu: Mevsili alınırsa, Rumlar suyu zehirleyecekleri için, kuyulardan su çekmek gerektiği.. ikincisi de Mali tepesi düşerse halimiz ne olur kuşkularıydı. Çünkü her çatışma dönemi içinde Mali iki kez orada olan insanların kaçmasıyla düştü. Halbuki Mali tepesi, yüksek ve stratejik yerdi. Son gelen Komutan Akıncı yani Aliriza Vuruşkan “”böyle bir önemli tepe var da neden korkarsınız” sorusunu dahi sorduydu…
İkindine dek sığınakta bekledik. Bu arada tahminler arada yakındaymış gibi patlayan bonba ile seyrekleşiyordu. Derken, ikindin oldu. Silah sesleri sürse de bonba sesleri azaldı. Sığınaktan çıkıp evlere ordan da kadınların toplanıp konuştuğu alana geçtik. İlk duyulan haber, kuşkuları artırdı. Mali tepesini gören mağğrada kalan insanlar, Mali tepesinin öğlen cıvarı düştüğünü gördükelrini söylediler. Orada bulunan insanların koşarak tepeden kaçtıklarını belirtiler..
Bu bir anda korku yaratı. Mansuranın ne olduğu sorusu kadar, Rumların Maliye gelmesi halinde, gecele*ğin yola inip Mevsiliyle birleşip köyün kuşatılacağı tehlikesinin olduğu da tartışılmazdı. Bu arada kahveye gidip gelen ortaokul öğrencisi, kötü haberi çaktı. Kaçıyoruz. Erenköye gideceğiz. Beraberinde duyduğu konuşmaları aktarıyordu: “Rumlar bizi her taraftan kuşatınca, ne yapacağız” diyordu. Bu şaşkınlık yaratıyordu. Nede olsa Mevsili alınmasıyla bir kantonal sistem bekleyen insanlar, şimdi köyden kaçma korkusunu histmeğe başladı.
Çok geçmeden sonradan Adının Tuncer olduğunu öğrendiğim Türkiyeden gelen öğrencilerden olan bu kişi olduğumuz yere gelip heycanla hemen kahve önüne gitmemizi, Kocan ve tüfekleri almamızı söyledi. Aceleci olması, orada olanları da heycanlandırıp hızla kendimizi kahvenin önünde bulduk.
Gece sıcaktı. Fakat, elime sarılan kız kardeşim titriyordu. Belli ki olanları anlamaya ve heycanların içinde de korkmaya başladı. Küçük kız kardeşim ise klasik hareketiyle giydiği ayakkabıları yine savurdu. Böylelikle kgöç yoluna yalın ayak gidiyordu.
Bekleyiş çok sürmedi. Barış gücü arabaları geldi. Bizi içine yığdılar. Erenköye gideceğimize inanıyorduk. Fakat, arabalar Erenköye deyil de bölgedeki kanpa yöneldi. İtiraz eden ortaokul öğrencisine barış gücü askeri tokat atar. Karanlık yolculuğumuz böylelikle bilinmez göç yolunda böylesine başladı.*****
Atmışyedie alınan kararlarla köylere dönüş mümkündü. Bozdağ ve Mansura köylüleri köylerine dönmek istediler. Sancaktarlık izin vermedi. Sadece malarını toplama izni ile yetinildi.
Aradan yıllar geçti. Yollar açıldı. Bu defa kırk yıl sonra köyümü ziyaret ettim. Etraf donuklaştı. Yıkık bir tarih anısı gibiydi. İnsan yerleştirilmedi. Geri dönülmesin diye yıkılan evlerin kalıntıları vardı. Tüm bunlar bbir anı gibi gelip geçti.