Faşizm sistematik ve sürekli bir karşı devrim sürecidir. Finans kapitalin manik karakteri, sürekli kar arzusu ve işçi sınıfından duyduğu korku ve sınıfsal nefret, faşizmin maddi zeminlerini yaratır. Faşizm yoğunlaşmış bir iktidar ve sermaye diktatörlüğüdür. Başka bir ifadeyle sermaye diktatörlüğünün en çıplak ve en şiddetli biçimi olan faşizm, çok yönlü ve çok boyutlu hayatı ve toplumu kuşatır. Sermayenin kibrini, gücünü ve kudretini hayatın ve toplumun bütün hücrelerine yayar. Faşizm bir normalden sapma, tarihin donmuş bir “anı” değil, kapitalizmin emperyalizm çağındaki öz çocuğu ve ruhundaki ölümün örgütlü halidir. Faşizm “politikayı, estetize ederek” iktidara yürür. Ölümün estetize edilmesi ardından gelir. İspanyol Falanjistlerinin “Yaşasın Ölüm” sloganı aslında faşist hakikatin ifadesidir. Faşizm her ne kadar genel olarak şiddet ve katliamlar üzerinden yorumlansa da bu yönler onun semptomlarıdır. Bu semptomlara takılı kalmak, faşizmin sınıfsal ve tarihsel boyutlarını es geçmek anlamına gelebilir.
Faşizm en başta karşı devrimci bir hareket, bir kapitalist devlet biçimi ve bir ideolojidir. Faşizm aynı zamanda bir toplum inşasıdır. Bir kültür, bir hayat tarzı ve dünya görüşüdür. Faşizm üzerine yapılan çalışmalarda olağanüstü rejim ve devlet biçimi vurguları yapılmasına karşın, faşizmin her yönüyle bir toplum inşasını hedeflediği genellikle ihmal edilir.
Faşizm işçi sınıfını stratejik olarak yıkıma uğratmayı, enkaz haline getirmeyi amaçlar. Bu stratejik hamleler sermaye birikiminin önündeki engelleri kaldırma ve artı-değer üretiminin sürekli ve risksiz şekilde devam etmesi arzusunu ifade etse de, en az onun kadar önemli olan bir diğer yön hayatın çekirdeğini fethetmesidir. Aslında bu iki yön birbirini besler. İşçi sınıfı kolektif özne olma yanında kapitalizmin yıkıcılığına ve hayatın en alanının metalaştırmasına karşı yani başka bir ifadeyle ölümün efendiliğine karşı direnen yegâne sınıftır. Sermayenin diktatörlüğünü alaşağı edecek kolektif güçtür. I. Kuşak ya da klasik faşizmler yani Almanya’da Nazizm ve İtalya’da Mussolini faşizmi bir devlet ve toplum biçimi olarak faşizmi görünür kılan deneyimler olarak dikkat çeker. Hayata taarruzları Almanya’da 1918-1923 yıllarını kapsayan “Gerçekleşmeyen Devrim” olarak ifade edilen uzun devrimci durum sonunda, işçi sınıfının ağır yenilgisi; İtalya’da işçi sınıfının konsey deneyimleri yaratmasına (1920) ve militan köylü hareketine karşın işçi ve köylü yığınlarının püskürtülmesi üzerinden gerçekleşir. Özellikle işçi sınıfının devrim tehdidi I. Kuşak faşizmlerin varoluş zeminlerini yaratır. Devrim ve karşı devrim diyalektiği hükmünü sürdürür. Finans kapital kendisi için ölümcül tehdidi bertaraf etmek için ontolojisinden kaynaklanan hamleler yapar. Savaş yıkımı, ekonomik çöküntü, dekadans, çürüme üzerinden ve anomi halindeki kitleler ve militarist artıklardan oluşan/inşa olan faşist hareket politik tercih haline gelir. Faşist hareket örgütlü bir kitle hareketine dönüşerek iktidara yürür.
Faşizm, finans kapitalin hiçte yazıla geldiği gibi son tercihi değildir. Finans kapital egemenliği ve tahakkümü karşısında hiçbir güç, direnç görmek istemez, itiraza tahammülü yoktur, özellikle sınıfa yaklaşımı nefret üzerinden şekillenir. Kapitalist devletlerin ruhu da bu sınıfsal nefret üzerinden oluşur. Kapitalist devletin bir makine gibi hareket etmesi boşuna değildir. Başta işçi sınıfından gelen direnci kırmak ve sermaye birikimin sürekliliğini ve güvenliğini sağlamakla mükelleftir. Sermayenin dünyasında insan mefhumu yoktur, en fazla metalaşmış nesneler vardır. Belki de meta halindeki yaratıklar…
Sermayenin konformizmi, kibri, elitist ruhu, haz isteği ve sterillik arzusu basite alınmalıdır. Her şeyden önce bunlar varoluşsal edimlerini ve imajlarını içerir. Passolini filmleri bu mana da çarpıcıdır. Faşizmi metafor olarak ele alan Passolini, iktidarın/iktidarların sınırsız gücünü ve faşizmin ruhuna çarpıcı göndermeler yapar. Lenin’in dediği gibi sınıf savaşlarının farklı konjonktürlerinde liberal burjuvazinin hızla cellada dönüştüğü unutulmamalıdır. Devrim tarihleri bunun birçok örneğiyle doludur. Bu bir sınıfsal ruh ve tavırdır. Bütün burjuva atraksiyonlara rağmen faşizm, bu nefretin yani sermayenin sınıfa duyduğu nefretin en konsantre halidir.
Büyük sermayenin dün Almanya’da ve İtalya’da şevkle ve tutkuyla faşizmi her boyutta desteklemesi vaka-ı adiye değil, kısaca ontolojik bir yönelim ve tercihtir. Gerçek manada saf bir sınıf tavrıdır. Bugün yeni faşizmin küresel düzeyde yükselişiyle, büyük sermayeden açık ve örtük destek görmesi aynı saiklerden dolayıdır. Dün işçi sınıfının devrimci ayağa kalkışı üzerine şekillenen ve sınıfı bertaraf etmeyi amaçlayan bu süreç ya da faşist momentum, yeni faşizm pratiklerinde sınıfın çözülmesi ve şiddetli atomizasyonu üzerinden biçimleniyor.
Faşist momentum
Faşizm her devlet biçimi gibi muktedir ve merhametsizdir. Onu kapitalist sistemde diğer liberal ve olağanüstü devlet biçimlerinden ayıran temel nokta sermaye birikimini ve sürekliliğini sağlamada gösterdiği rijit politikalar ve proletaryayı enkazlaştırma stratejileridir. Ve her şeyden önce faşizmin bir iç savaş rejimi olmasıdır. Faşizm sınıfın her düzeydeki örgütlüğünü bertaraf ederek, şiddetli bilinç erozyonu yaratarak ve hayata nüfuz eden korporasyonlar üzerinden yeni toplumu/ yeni düzeni inşa ederek var olur. İç savaş bu manada faşist bir geleceğin inşası anlamına gelir. 1936-39 İspanya İç Savaşı’ndan sonra İspanya, 1933 sonrası Almanya, bütün Latin Amerika’daki gerçekleşen faşist diktatörlükler benzer seyir izlemiştir. Örnekler çoğaltılabilir. Faşist gelecek toplumun, özelikle işçi sınıfın bütünüyle sermayenin tasarrufuna girme halidir. Yani finans kapitalin arzularının tam gerçekleşme hali…
Faşizm sınıflar mücadelesinde bir momentumu ifade eder. Finans kapitalin gelecek tasavvurunda stratejik yönelimlerinden biri olarak her zaman aktüeldir.
Yeni faşizm tartışmaları, özellikle Nazizm ve Mussolini faşizminin yenilgisi ve II. Paylaşım Savaşı sonrası yaşanan kapitalist gelişmenin ardından, 1965 sonrası kapitalizm genelleşmiş kriz dinamiklerinin açığa çıkması üzerine yeniden gündeme geldi. Özellikle 1970’li yıllarda farklı bağlamlarda yeni faşizm tartışmaları yaşandı. En dikkat çeken, yüksek teorik ve pratik adımları olan ama en az bilinen tartışmayı RAF-Kızıl Ordu Fraksiyonu yaptı. Önce RAF’ın bilinenin aksine ciddi bir teorik performansı olan ve önemli çözümlemeler yapmış bir hareket olduğunun altını çizmek gerekiyor (Bu konu üzerine iki tane kapsamlı çalışmam var: 1968 kitapçığı ve RAF üzerine bir makale, Kızıl Ordu Fraksiyonu; İştiraki Dergisi, sayı 3-4, 2014. İlgili arkadaşlar bu çalışmalara bakabilir). RAF, Almanya’da 1960’ların ortalarından itibaren gündeme gelen olağanüstü hal tartışmalarının uzantısı olarak anti- otoriterlik üzerine yoğunlaştı. Max Horkheimer’ın 1942’de kaleme aldığı Otoriter Devlet adlı makalesi, yararlandıkları önemli kaynaklardan biri oldu. Yazara göre otoriter devlet, anayasal dönüşüme ihtiyaç duymayan bir diktatörlüktü. Bu devlet biçiminde oluşturulacak anayasayla ya da anayasaya gerek duymadan faşist bir devlet biçimine hızla geçilebilirdi. Bu ekseni yine ekolün Otoriter Kişilik üzerine tartıştığı bağlamla bütünleştiren RAF, faşist kimliğin psiko-sosyal dinamikleri üzerine kafa yordu. Almanya’da “anal-sadist” olarak tanımlanan eğitim sistemiyle emir alan ve itaati öğrenen ona göre şekillenen Prusyalı-militarist insan tipinin faşizmin kitle temelini oluşturduğu tespitinde bulundu. RAF Yeni Faşizm analizini bu eksenlerden yararlanarak ama ekolün düştüğü sınıfsız faşizm analizlerine dikkat edip, mesafeli durarak Marksist literatürdeki faşizm tartışmalarından beslenerek yaptı. Eylemlerini faşist kuşatmayı, ablukayı birey ve kitle üzerinden kırmak ve devletin çekirdeğini göstermek yönünde gerçekleştirdi.
Yeni faşizm tartışmalarının yoğunlaştığı ikinci dalga 2000’li yıllar ve özellikle 2008 yılında gerçekleşen kapitalizm sistemik kriziyle ortaya çıktı. Neo-liberal kapitalizmin son 40 yıldır küresel düzeyde yarattığı çok boyutlu yıkım ve enkazlaştırma stratejisi yeni faşizmin mayalandığı toplumsal maddi şartları hazırladı. Yani faşist momentumun zeminlerini ördü. Bu bağlamda yeni faşizm bir süreci ve sınıflar mücadelesinde bir momentumu ifade eder. Yeni faşizm, en başta her düzeyde sınıfsal engellerden kurtulma arzusudur. Bu yönüyle finans kapitalin militan partileri olarak göz doldurmaktadır.
Ayaklanma, isyanlar ve karşı devrim sarmalı
Kapitalizmin yapısal krizi bir multikriz karakterinde gelişiyor. Çok katmanlı ve çok boyutlu bir gelişim ve yayılma seyri izleyen kriz sadece ekonomik kriz değil, aynı zamanda siyasal ve sosyal krizleri bünyesinde taşıyor. Emperyal özneler arası hegemonya krizi/savaşı, bir dünya savaşının nesnel zeminlerini yaratıyor. İnsanlığa hiçbir gelecek tasavvuru yaratamayan kapitalist uygarlığın, bütün çürümüşlüğü açığa çıkmış durumda. Gerçek manada bir uygarlık kriziyle karşı karşıyayız. Öte yandan küresel göç krizi ve yeni nesil krizler olarak sağlık krizi ve eko ölüme doğru giden ekolojik kriz kapitalist sistemin bir varoluşsal kriz yaşadığını ortaya koyuyor. Sınıflar mücadelesi açısından yüksek konjonktürün önünü açan böylesi dönemlerde büyük alt üst oluşların gerçekleşmesi kaçınılmazdır. En başta sınıfsal antagonizma şiddetlenir, toplumsal çelişkiler yoğunlaşır ve kitlelerin kolektif arayışları artar. Ve iki olasılık ortaya çıkar: Devrimin imkânı ya da karşı devrim dalgası… İşçi sınıfı ve kitleler örgütlüyse ve devrimci siyasal özne varsa devrimin imkânı doğar. 2009, 2010 yılında Yunanistan, 2011 yılında Mısır ve Tunus, aşağıdan devrimin olanağının doğduğu ülkelerdir. Kapitalist devletin ve finans kapitalin farklı restorasyon projeleriyle bu fırsat gerçeğe dönüşememiştir. Yine Rojava’da gerçekleşen heterodoks devrim süreci bahsettiğimiz konjonktürün ifadesidir. Ezber bozucu bir gelişmedir, bir kadın devrimi olarak şekillenmesi, küresel karşı devrimci taktiklere karşı enternasyonal bir odağa dönüşmesi dikkate şayandır.
Öte yandan küresel düzeyde faşist bir dalganın yükselmesi, yaşanan sürecin farklı bir diyalektik dışavurumudur. Bu süreçte devletin yeniden yapılanması ve yeni devletin pratiklerini istisna hali üzerinden okumak, problemli bir yaklaşımdır. Sağ popülizmin yükselişi gibi melez değerlendirmelerde sorunludur. Yükselen faşist dalgayı istisna hali ya da istisna halinin farklı veçhelerinin (kanun hükmünde kararnamelerin, olağanüstü hal ilanı yetkisinin, anayasasında olmamasına rağmen devlet başkanına verilen fiili yetkiler olarak vb.) devreye sokulması ya da hukukun askıya alındığı bir döneme geçiş olarak ele almak, faşizm analizi yapmaktan itinayla kaçmak veya faşizmin semptomlarına takılı kalmak anlamı taşır. Ve faşist devletin ve faşistleşme sürecinin dinamiklerini ve sınıfsal niteliğini kaçırmak, faşizmi sadece bir “olay”, hatta kabulü makul bir olay haline dönüştürür. Ayrı jargonlarına karşı akademi ve farklı kutuplardaki liberal yaklaşımların yaptığı budur. En başta unutulmaması gereken şey faşizmin bir hukuku olduğudur. Hikmet-i devletin tartışılmaması, devletin muktedirliği ve devlete tapınma üzerinden şekillenen bu hukuk aslında burjuva hukukun en yoğunlaştırılmış, en kristalize halidir. Bu hukuk çıplak bir sermaye diktatörlüğünü ifade eder. Finans kapitalin kâr açlığına hizmetindedir ve sınıfı kötürümleştiren bir içerik taşır. İstisna hali, faşizmde normalin kendisidir. Yeni normal ise sürekli olağanüstü hal durumudur. Ya da hızla sürekli olağanüstü hale geçişleri ifade eder. Yeni faşizm, yeni kapitalist devletin ruhuna bir adaptasyon halidir. Bu süreci muğlak bir şekilde “süreç olarak” okumak ise en iyi ifadeyle totolojiden başka bir şey değildir. Faşizmi sınıflar mücadelesinin dışına çıkarma, faşist momenti anlamama, faşizme metafizik manalar yüklemedir.
Yeni faşizmin ikinci dalga olarak güçlendiği momentum bu zeminler üzerinden şekillendi. Kıta Avrupası’nda yeni faşist oluşumlar Macaristan, İtalya ve İspanya’da ya iktidar oldular ya da İsveç, Almanya, Avusturya, Fransa, Portekiz, Norveç, Danimarka ve Finlandiya gibi ülkelerde siyasal arenanın ikinci ya da üçüncü politik gücü haline geldiler.
Yeni faşizm neo-liberal politikalar ve kriz karşısında “orta sınıfların” çözülmesi ve mülksüzleşmesi, işsizliğin kronikleşmesi, işçi sınıfının yaşadığı işsizlik tehdidi ve geleceksizlik duygusu, küçük burjuvazinin mülksüzleşmesi ve yoksullaşması ve kitlelerin yaşadığı kimlik endişeşinden/paniğinden kaynaklanan; korku, öfke ve umutsuzluk duygusundan besleniyor ve güç kazanıyor. Ve öfkeyi harekete geçiriyor, korku iklimini besliyor, yüksek ve estetik ajitasyonla duyarlılıkları ve paniği tetikliyor. Kolayca ve etkili bir şekilde farklı sınıf ve tabakalara seslenme becerisi gösterebiliyor.
Yeni faşizm çok yüzlü bir karaktere sahip. Esnek ve oportünist. Sansasyonel ve elitist.
Demogojiyi son derece becerikli kullanıyor. Faşizmi normalleştiriyor. Sokağın fethi stratejisini rezerv strateji olarak devrede tutuyor ve özellikle seçim performansına önem veriyor.
Yeni faşizm örtük ve rafine bir biyolojik ırkçılık yapması yanında, ağırlıkta kültürel ırkçılık üzerinden politik vizyonunu oluşturarak, ikili bir dil kullanıyor ve melez bir söylem kuruyor.
İslamofobi, anti-semitizm, seksizm, maskülizm, mizojini, zenofobi, elitizm yeni faşist hareketlerin temel eğilimleri olarak öne çıkıyor.
Brezilya, Hindistan, İsrail ve ABD’deki gelişmelerde bu mana da dikkat çekiyor. İktidar olan ya da hızla gelişen ve güç kazanan yeni faşist pratikler, her ülkenin özgün koşullarına göre politik vizyonunu, eylem repertuvarını, farklı kitle bağlarını, söylem ve dilini kuruyor. İçinde bulunduğumuz konjonktürde faşist olmak muteberleşiyor. Ve kişiye itibarlı ve konforlu alan açıyor. Kapitalist krizin farklı dışavurumları faşist hareketlerin mayalandığı zeminler olarak dikkat çekiyor. En başta ekonomik kriz ve sonuçları, geleneksel burjuva siyasal alanın çöküşü, göç krizi ve sosyal yıkım programları, umutsuzluk, gelecek kaygısı, kimlik paniği ve gerçekle yalanın birbirine karışması yeni faşizmin politik performansını besliyor.
Şirketleşen devlet ve kartel rejimleri
Yeni faşist hareket ve oluşumların bütün farklı görünümlerine karşın ortaklaştıkları en temel nokta devletin ve düzenin kutsanması ve sınıfın stratejik olarak yıkımı ve atomizasyonudur. Yeni faşist hareketler, klasik faşizm gibi işçi sınıfından gelen bir devrim tehdidine göre politik pozisyon ve varoluş dinamiği oluşturmasalar da, sınıfın stratejik çözülmesi ve her düzeyde örgütsel polarizasyonun yaratılması üzerinden kendilerini var ediyorlar. Yeni faşist hareketler, Hindistan’daki gibi para- militer oluşumlar şeklinde gelişmiyor, sokağı fethederek iktidara yürüyen total faşist dinamiği karşımızda görmüyoruz. Sokak daha stilize kullanıyor, plebisit eksenli pratikler ve mobilizasyonlar daha öne çıkmış durumda. Bu yönler klasik faşizm şablona uymadığından, farklı siyasal çevrelerin politik yanılsamalar içine girmelerine yol açabiliyor. Yeni faşist hareketler radikal sağ, sağ popülizm, otoriter gelişmeler gibi tanımlamalarla yanlış değerlendiriliyor. Aslında yeni kapitalist devlet ya da kapitalist kriz sonrası yeniden yapılanan devlet, zor ve ideolojik aygıtlarını re-organize ederek ve içi içe geçirerek dün ihtiyaç duyduğu ya da yetersiz kaldığı noktalar da toplumu hızla ve şiddetle militarize edip, iktidar ve tahakkümünü yetkinleştiriyor. Toplumun kılcal damarlarına girme yeteneği gösterip, kökleşerek dün faşist milislerin kendine sağladığı olanaklara ihtiyaç duymuyor. En azından şimdilik ihtiyaç duymuyor.
Gramsci’nin vurgusuyla yeni faşizm işlevsel bir yöne sahip. İşlevselliğini işçi hareketi karşısında gösterilen tepkiyle dışavuruyor. Yaşanan konjonktürde bu tepki sınıfı abluka altına alma ve atomize etme üzerinden biçimleniyor. Ayrıca devletin restorasyonu tepkinin diğer parçası olarak öne çıkıyor. Bu süreç işçi sınıfına karşı kapitalist savaşın sertleşmesi anlamına geliyor.
Yeni dönemde kapitalist devletin şirketleşmesi, ayrıca hem devletin hem de toplumun paramilitaristleşme süreci bu adımların yansımalarıdır. Yeni devlet sermayenin organik parçası ve onunla paralel yaşam sürdüren bir aygıt olarak faaliyet yürütüyor (gelecek yazımızda detaylı bir şekilde Yeni devlet ya da devletin yeniden yapılanması ve direniş imkanları üzerinde duracağız).
Kapitalist devlet, bütün bu süreci sermaye birikiminin gerekleri ve güvenliği üzerinden ifa ediyor. Küresel finans kapitalin ihtiyaçlarına ve uluslararası kapitalist işbölümünün gerekleri göre şekillenen yeni kapitalist devlet, bir bütün olarak kapitalist sistemin varlığı ve işleyişinin parçası haline geliyor.
Türkiye’de yaşanan devlet krizi ve devletin yeniden yapılanma sürecini ve ihtiyacını bu eksende ele almak gerekiyor.
Özellikle despotik emek rejimlerinin devreye sokulması, Çin-Vietnam çalışma rejiminin küreselleşmesi sınıfın atomizasyonun bir parçasıdır ve sınıfı enkazlaştırma stratejidir. Yani despotik emek rejimleri sadece üretim alanıyla sınırlı, sadece teknik bir olgu değil, ideolojik ve siyasi boyutları olan, otoriter ve faşist karakterli rejimlerin inşasının bir yansımasıdır. Bu gelişmeler birbirini koşullayan içerik taşır.
Çünkü artı-değer üretme ve çoğaltma teknikleri ve yöntemleri yalnızca ekonomik boyutu kapsamaz, ayrıca siyasal mahiyete de sahiptir. Özellikle M. Burawoy, bu nokta üzerinde yoğunlaşır. Burawoy, fabrika rejimi kavramıyla emek sürecinin devlet ve siyasal rejimle kesişme noktaları üzerinde durur ve çarpıcı analizler yapar.
Anadolu ve Kürt illerinin küresel tedarik merkezlerinden birine dönüşme süreci, bir yandan hızlı ve yoğun proleterleşme yaratırken, diğer yandan sınıfın kimlik ve kültür politikaları içinde amorfe olmasının ve despotik emek rejimleriyle köleleştirilmesinin önünü açtı. Türkiye’de yeni rejim ve devletin yeniden yapılanması bu sürecin bir parçası olarak işliyor.
Devletin şirketleşmesi, çok boyutlu ve kapsamlı bir içerik taşıyor. Bu süreç siyasal partilerden, “sol” oluşumlara, sendikalardan barolara, farklı odalardan derneklere kadar şirketleşmenin parçası olduğunu ve derinleştiğini, devletin şirketleşmesinin organik bir süreç haline geldiğini ortaya koyuyor. Ayrıca finans kapitalin tahakkümünün yoğunlaştığını ve farklı olağanüstü rejimlerin koşullarının yaratıldığını gösteriyor.
Kısaca yeni faşizm, yeni devletin ihtiyaçlarına cevap veren, onu işlevli kılan ve yeni rıza mekanizmaları üreten, ya da rıza mekanizmalarını yeniden yapılandıran, toplumu kontrol altına tutan, toplumun kılcal damarlarına sızarak yüksek derece toplumu kuşatan ve devletin ihtiyaçlarına göre şekillendiren bir kapitalist devlet biçimi olarak karşımıza çıkıyor.
Özellikle sınıfın atomizasyonu, amorfe oluşu ve yıkımı yeni faşizmin varoluş koşulları hazırlıyor.
İşçi sınıfın örgütlülüğü, kolektif aksiyonun açığa çıkması, nesnel ve öznel şekillenişi ya da bu yöndeki çabalar faşizme karşı mücadelenin elzem noktaları olarak önem taşıyor. Ayrıca bu mücadelenin antikapitalist kopuşu hazırladığı ve farklı antikapitalist alanlardaki mücadelenin bileşkesini yarattığı unutulmamalıdır.