Dünyada hep kötü şeyler olacak değil ya, iyi şeyler de oluyor. Hem de tam “her şey ne kadar da kötüye gidiyor” derlerken…
Yandaş medya ve “kötümserler” İspanya’daki 23 Temmuz seçimlerinde daha sandıklar açılmadan “aşırı sağın zaferi”ni ilan etmişlerdi: “Franco’dan bu yana aşırı sağ ilk kez iktidara gelebilir”, “İspanya’da aşırı sağcı Halk Partisi seçimleri kazandı”, “İspanya’da seçim: Franco sonrası ilk aşırı sağ iktidara gidiyor.”
Yalnızca burada değil Avrupa’da da “gözlemciler” İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana ilk kez bir “aşırı sağ tsunamisi” görme heyecanıyla tarihe tanık olmak üzere sıra sıra dizilmişlerdi. Almanya’daki AfD gibi İspanya’nın aşırı sağcı Vox’u da kıtanın öbür ucunda sağın zaferini taçlandıracak mıydı?Ancak, sürece ve sonuçlara biraz daha yakından ve ayrıntılı bakınca hem İspanya’da muhafazakârların kitle halinde faşist partiye iltica etmedikleri hem merkez ve merkezin solundaki sol partilerin saçılıp savrulmadıkları ve nihayet Katalan, Bask ve Galiçya partilerinin kendi tabanlarının desteğini yalnızca korumakla kalmayıp parçalı bir parlamento topoğrafyası içinde güçlü mevzilere yerleşmiş oldukları görüldü.Sonuçta, kehanet gerçekleşmedi. “Sol” paldır küldür devrilmedi. İktidardaki Sosyalist İşçi Partisi (PSOE) önceki parlamentodaki PODEMOS’un da içinde olduğu “Sumar” ile birlikte Katalan ve Bask solu ve cumhuriyetçilerinin sunduğu demokratik koalisyon imkanını gerçekleştirmek üzere yürüyüşünü sürdürüyor.
Bu ilerlemenin anahtarı 2017 Bölgesel seçimlerinde Katalonya Cumhurbaşkanı seçilen ancak bağımsızlık referandumu dolayısıyla görevden alınarak hakkında tutuklama kararı çıkartılan Avrupa Parlamentosu üyesi Carles Puigdemont’un da içinde yer aldığı Katalonya için Birlik (Junts x Cat) ittifakı ve bağımsızlık yanlısı Katalonya Cumhuriyetçi Solu’nun (ERC) elinde.Seçimlerin üzerinden iki ay geçmesine karşın yeni koalisyon hükümeti henüz kurulmamış olsa da Katalonya partilerinin edindikleri göreli siyasal ağırlığın İspanya siyaseti üzerindeki dönüştürücü etkileri her geçen gün daha kuvvetle hissediliyor.
Yeni, sürecin ilk adımı, Katalanca konuşulan Balear adaları bölgesinden gelen PSOE milletvekili Francina Armengol’ün Katalonya partilerinin verdikleri açık destekle parlamentoda mutlak çoğunluk için gerekli olan 178 oya ulaşarak Meclis Başkanı seçilmesiydi. Böylece, hem İspanya Meclisi’nde sağa mevzi kaptırılmamış hem de Katalonya, Bask, Galiçya gibi İspanya Krallığı içindeki “ülkeler”in kendilerini merkezi siyasete kendi özgül varlık ve kimlikleriyle taşımalarının önü açılmış oldu.
İkinci adım dün atıldı. Salı günü, ülkenin Anayasa’da “ortak resmi dil” olarak tanıdığı dillerin İspanya Meclisi’nde “çalışma dili” olarak kullanılmasına ilk kez imkan sağlandı. Eş zamanlı çeviri sistemiyle konuşmalar milletvekilleri ve medya için anında tercüme edilerek resmi kayıtlara ve toplumsal gündeme dahil edildi.
Franco rejiminin tasfiyesi ve yeni İspanya Anayasası’nın yazımı sırasında İspanyolca (Kastilya İspanyolcası) yanında Katalanca, Bask dili (Euskara) ve Galiçyaca özerk bölge dilleri olarak resmi statü edenmişler ama ulusal ölçekte “çalışma dili” olarak kullanıma sokulmalarının önü açılmamıştı. Kendi bölgelerinde “resmi” olan bu diller, İspanya parlamentosunda “bilinmeyen dil” statüsündeydiler. Bu statü yıkıldı. Sağın devletteki bir kalesi daha fethedildi. Bekleneceği gibi, sağcı Halk Partisi ve faşist Vox, İspanyolca’dan gayri bir dilde, Galiçyaca yapılan ilk konuşma başlarken kulaklıklarını bırakıp genel kurulu terk ettiler.
Böylece İspanya Avrupa kıtasında bir ulusal mecliste daha “bilinmeyen dil” ayıbına son verdi. Ama bunun için, İspanya Krallığı dili, kültürü, medeniyeti ve gelenek-görenekleriyle İberik yarımadasını ve ayaklarını basabildiği bütün kıtalarda işgal ettiği her yeri hakimiyeti altına alır ve kendi değerlerini dayatırken Katalan, Bask ve Galiçya halklarının yanı sıra Latin Amerika ve Karayipler, Filipinler ve Pasifik adalarında yüzlerce yerli halk ve kültürün asırlar süren bir direniş vermesi, sırf anadilinde konuşup düşündükleri ve hissettikleri için bir düşman kültür muamelesi görmeye başkaldırmaları ve bunun bedelini kuşaklar boyu yaşamlarıyla ödemeleri gerekmişti. Artık İspanya Meclisi’nden hiçbir tutanakta kaydedilmeyen bir konuşmanın olduğu yerde “bilinmeyen bir dilde” ibaresi görülmeyecekse, bunun onuru İspanya statükosunu tek ayak üzerinde yakaladıkları an tarihsel haklarını gerçekleştirmek üzere atağa geçerek, kendi kaderleriyle birlikte İspanya’nın da kaderini değiştiren Katalonya, Bask ve Galiçya direnişçilerinin.
Görünen köy kılavuz istemez… İspanya’nın kilitlenmiş siyasal statükosunu bu statükoya dahil olmayan halklar açacak. Dr. Hikmet Kıvılcımlı’nın tabiriyle bölgelerden yükselen özgürlük tutkusu bir çeşit “barbar aşısı” işlevi görerek sistemi faşizm ve aşırı sağın tahakkümüne karşı daha dirençli kılarken halklara yeni gelişme kanalları açacak.
Bir sonraki adım, elbette Katalan partileri ERC ve Junts x Cat’ın, “III. Sánchez hükümeti”ne yeşil ışık yakmak için talep ettikleri “genel af”ın protokole dahil edilerek Katalan, Bask ve Galiçya partilerinin de katıldıkları geniş sol koalisyonun kurulması olacak.
Böylece, İspanya’da erken seçimlerin kapısını açan hükümet krizi, zorunlu olarak gericiliğe değil, daha yüksek demokratik normlara ulaşmak için de bir imkân olabileceğine yeni bir kanıt sunmanın ötesinde, “anadili yasağı”nı sona erdirerek sadece “bilinmeyen dil” ile konuşanların değil “resmi dil” sahiplerinin de kendi “üstünlük”lerinin kafesinden kurtulup faşist ve “büyük ulusçu” geçmişleriyle hesaplaşmalarını tamamlamak üzere yeni bir soluk almalarını sağlıyor.
İspanya’daki bu başarılar dizisinin özgül bir yanı da Katalan, Bask ve Galiçya partileri ve halklarının baskı ve esaretle mücadelelerle dolu uzun tarihleri boyunca, selameti hiçbir zaman “kralcılık” ve “dincilik”te aramamış, mülk sahibi sınıfları “sağ”a yattıkları dönemlerde neo-liberal politikalara prim vermiş olsalar bile Frankocu, ırkçı partilere hiç meyletmemiş olmaları. 2023 seçimlerinde de sağcı Halk Partisi İspanya çapında yüzde 33 oy alırken Katalonya ve Bask’ta yerlerde sürünmüş, Sumar ve PSOE ise bölge partilerinin de önüne geçmişlerdi.
İspanya’da ve geçtiğimiz beş yıl boyunca bütün Latin Amerika’da gördüğümüz gibi, merkezi statükonun parçalandığı koşullarda, merkez bloklara dahil olmayan özgürlük dinamiklerinin göreli olarak güç kazanmaları ve özgül taleplerine erişmekte daha önce öngörülmeyen kanallarda çıkışa ulaşmaları çok daha mümkün. Her şeyin başı kendi gücünü maksimize etmek.
Güç bilinmeyeni bilinir, işitilmeyeni işitilir kılar. Berxwedan jiyane!