yazılarKıbrıs iktibasKahraman olmak değil derdim; bu oyunu bozmak istiyorum - Ahmet Güneyli

Kahraman olmak değil derdim; bu oyunu bozmak istiyorum – Ahmet Güneyli

diğer yazılar:

Kişisel sosyal medya paylaşımımın ardından başka ileti yazmayacaktım ancak bir eğitimci olarak geri durmanın hiç de zamanı değil. Kahraman olmak değil derdim; bu oyunu bozmak istiyorum!

Türkçe ders kitabına sonradan katılan ve “güncelleme” komisyonunda olan öğretmenler, eklediğiniz bölümlerin birinde özensiz bir tavırla “de” bağlacını bile kontrol etmeyip yanlış yazmışsanız, öğretmenlerin denetmeni olan kişi, etik ilkeleri ayaklar altına alıp beş yıllık emeğimizi üç ayda yok etmeye baş koymuş, bundan sonra da etrafta gezip öğretmenleri denetlemeye devam edecek ve onlara “uzmanlık” taslayacaksa, daire müdürü denen kişi yayın ve telif hakkını karıştırıp hiç çekinmeden konuşmuşsa, hele de eğitim bakanı baştan sona yanlış olan bu durumu bir başka deyişle rezilliği inatla savunuyorsa geri durmamak, yazmak gerekir.

Olay basına yansıyınca meslektaşım ve proje başkanı Prof. Dr. Ahmet Pehlivan telaşla beni aradı. “Ahmet, bizi bu yanlışa ortak ettiler.” dedi kaygıyla.  Dört yıl lisans, iki yıl yüksek lisans, dört yıl da doktora. 10 yıl… Ardından bir yıl yardımcı doçentlik, üç yıl doçentlik ve beş yıllık profesörlük. 19 yıl hayatından veriyorsun. Sadece zaman değil elbette! Onlarca sınav, makale, sunum, kitap… “Bize paye veren duayen hocalarımız, bu kitapları görürse ne diyeceğiz onlara?” diye ekledi ve telefonu kapadı Ahmet Hoca. Nasıl bir utançtır bu! 2004 yılından itibaren Eğitim Bakanlığı’nda uğraşıyorum. Çoğu işim, gönüllülükle… Hiç de birilerinin söylediği gibi maddi menfaat beklemeden canla başla hem de. Bilen bilir, lafı uzatmayım…

İşin akademik yanı ortada. Sizin küçümsediğiniz kadar değil yanlışlarınız. Sayfaları karıştırdıkça görüyor ve notlarımızı alıyoruz. Hukuki süreç ve etik ihlal konusu gündemde, onunla ilgili yazmaya gerek yok, her şey açık. Bu yazının esas amacı, sizin din ve vicdan özgürlüğü diyerek toplumu çatışmaya sürüklediğinizi daha doğrusu nasıl paramparça ettiğinizi herkesle paylaşmaktır.

“Birkaç türbanlı kadına bile tahammül edemeyen sözde demokrat, insan hakları savunucuları…” diyorsunuz bize.  Geçen gün katıldığım televizyon programında ifade ettiğim gibi, bunu hesapladığınızı, dersinize iyi çalıştığınızı ve kaosa zemin hazırladığınızı biliyoruz. Dini sembolleri ve yaşamı, bu topluma şırıngayla azar azar enjekte etmeye devam edeceksiniz. Örneklerini bu coğrafyada gördük, deneyimledik ve biliyoruz.

Aileyi anlatırken sadece ve sadece Filistin ve Hindistan’a yer verdiniz. Neden sadece o ikisi? Bu ülkede Rum, Kürt, Azeri, Rus, Ermeni, Maronit, Yahudi, Türkmen ve Afrikalılar var. Onların aile yapısını vermeden siz hoşgörülü mü olduğunuzu sanıyorsunuz? Önceki kitaplarda ne vardı biliyor musunuz? Birlikte çalıştığım komisyondan bir arkadaşım hatırlattı. Eskimo, Amerikalı, Batılı, Uzak Doğulu, Orta Doğulu olmak üzere farklı aile görselleri yer almaktaydı. Şimdi söyleyin bakalım, kim hoşgörülü değilmiş? Kitapları inceleyen öğretmen meslektaşlarım, güncelleme komisyonlarının ekledikleri kadar çıkardıklarına da bakınız. Notlarınızı alınız, lütfen!

Kitaplarda Hintli aile anlatılırken Hindistan’da sadece Müslümanlar varmış gibi bir algı yaratmak çoğulcu bir yaklaşım mı peki? Birçok gerici unsurun altını çizip vurgulamak ve günümüzde bunlar azaldı deyip cümleyi bitirmek de çok sinsice! Güncel durumu anlatmayıp da çağdaş yaşamımıza mı kastınız var?

“Kıbrıs’ta türbanlı kadın var, buna alışacaksınız.” diyorsunuz. Türbanlı kadınların inancını, tesettürünü siyasi bir malzeme olarak kullanarak öğretmenlere, velilere ve akademisyenlere saldırıyorsunuz. Ben sormak istiyorum, özellikle de türbanı olan kadınlara; eğer bir kitapta okul müdürü kadın, öğretmen erkekse ve güncellenen kitapta bilinçli bir şekilde bu durum değiştirilerek müdür erkek olmuş ve öğretmen kadın yapılmışsa bu sizin ağırınıza gitmez mi? Bu sinsi/biatçı zihniyet siz türbanlı kadınlara neyi reva görüyor acaba?

Hindistan aile tanımında geçen “Ailede gelin, çocuğu olana kadar çok az hakka sahiptir; özellikle erkek çocuğu olduğu zaman ailede önemli bir konum elde eder. Ailede tüm önemli konularda babanın kararı belirleyicidir.” cümlelerine katılıyor musunuz gerçekten? İkinci hatta üçüncü sınıf vatandaş olmayı kabul etmiyorsanız, tesettürünüzün gericiliğin sembolüymüş gibi yansıtılmasını istemiyorsanız lütfen hep birlikte bu cinsiyetçi zihniyetle savaşalım. İnancınızı yaşamanıza ve ibadetinizi yapmanıza kim engel oluyor ki bu ada yarısında? Kamusal alanda varsınız; din ve inanç özgürlüğünüzü yaşıyorsunuz işte! O zaman bu toplumda var olan birçok insanın hassasiyetine kulak verin, o insanlarla empati kurun ve eğitimde anti-laikliğe ve gericiliğe karşı mücadeleye engel olmayın.

Eğitim Bakanlığının birkaç fotoğraf dediği mevzu, bilerek isteyerek öğretmenin türbanlı olarak görselleştirilmesidir. Bu sadece bir çizimde değil, birden fazla çizimde tekrarlanmıştır. Kıbrıs’ta türbanlı öğretmen sayısı ne kadardır? Neden özellikle öğretmen türbanlı olarak görselleştirilmiştir? Bu, bizim kültürel gerçeğimiz mi, bu durum Kıbrıslı Türkleri yansıtıyor mu? Eğitim sürecinde öğretim ilkelerinde yakından uzağa ilkesi son derece önemlidir. Öğrencilerin algısını, bilişsel-sosyal gelişimini zedeleyecek, gerçeklikten uzak bir eğitim anlayışıyla nereye varmaya çalışıyorsunuz? Çocuk, yakın çevresinde ne kadar türbanlı öğretmen görüyor ki bu ülkede? Bizim kültürel yapımızı değiştirme gayreti, cüreti ve cesaretiyle size inanmamızı nasıl beklersiniz? Biliyor musunuz, o kitaplarda başı örtülü bir nine olsaydı kimse sesini çıkarmayacaktı. Değiştirdiğiniz Türkçe kitabında bir görsel var ki, çocuk, yolun karşısına geçmesi için yaşlı bir kadına yardım ediyor. Ve bu durum yıllardır kimseye batmadı ne öğretmenlere ne de velilere…

Şu bir gerçek ki, ders kitaplarını değiştirme konusunda Türkiye’deki mevcut hükümetin yoğun bir talebi vardır; buradaki hükümet yetkilileri ise koltuğunu kaybetmemek uğruna, her şeye razı olmaktadır. Bu ülkede bir aile çalıştayı yapıldı ve o çalıştay çok eleştirildi. Bir bilim insanı olarak ben de çalıştaya katıldım. Önyargılarımı bir tarafa bıraktım, gittim. Hatta çok eleştirildim, oturduğum masanın önünde fedakârlık yazıyordu. Onun fotoğrafını çekip “akademisyenlerin düştüğü hale bakın”, diye eleştirmişlerdi beni. Tek suçum fedakârlık masasında akademisyen olmaktı yani…

Yine olsa giderdim; dışında kalmaktansa yapabileceklerimi bilimsel ve etik bir anlayışla yapmaya çalışırdım. Çalıştayda 8-9 masa ve onlarca eğitimci vardı. Tüm masalarda ailenin tanımı yapıldı. KKTC Cumhurbaşkanlığınca organize edilen aile çalıştayının raporunu elde edilen verileri temel alarak ve kanıt göstererek ben yazdım, editörlük yaptım. Gönüllülükle, tek kuruş almadan… Hiçbir veri eksiltmeden ve eklemeden raporu hazırladım. İşte o çalıştaydaki çoğulcu aile tanımlarından ikisi;

Geçmişte yapılan “Aile; anne, baba ve çocuklardan oluşan ve aralarında kan bağı olan toplumsal yapı” tanımı günümüzde değişmiştir. Kişi sayısından bağımsız, anne, baba ve çocuklar dışında da üyeleri olabilen ya da aralarında kan bağı bulunmayan bireylerin de aile olabileceği bilinmektedir. Örneğin, tek ebeveyni olan, çocuğu olmayan, sadece çocuklardan oluşan, boşanmış ama çocuğu olan, evlat edinmiş olan vb. ailelerin var olduğu görülmektedir.

Aile olma ölçütlerini tartışan ya da sorgulayan açıklama şöyledir: Aynı çatı altında yaşayıp yaşamama, kan bağına sahip olup olmama, evliliğin zorunlu olup olmaması, bireylerin farklı cinsel yönelimlerinin olabileceği gibi ölçütleri temel alarak aileyi sorgulayan ve aile bireylerini açıklamaya çalışan yaklaşımdır.

O kadar masraf ve insana ne gerek vardı ki? Aile çalıştayında ortaya çıkan sonuçlara, bizim gerçekliğimize bakmadınız ders kitaplarını güncellerken… Türkiye’de işin rengi değişti!

Sevdiğim bir arkadaşım şöyle yazdı, alıntılayarak yazımı bitireyim. Kıbrıs’ta annelerimiz ve yaşlı kadınların bazıları mevlit, cenaze ya da kandillerde başörtüsünü takıp istedikleri zaman dua okurlar, ibadet ederler. Sonra da sosyal hayatlarına devam ederler. Başını örttüğünde kimse alkış tutup takdir etmediği gibi çıkardığında da ayıplamaz. Din, Kıbrıs’ın kuzeyinde hiçbir zaman sorun olmadı. Kimseyi bölmedi, ayrıştırmadı. Herkes birbirine saygı duydu. Şimdi bu durumu dinamitlemeye çalışanlara geçit vermeyeceğiz!

Son kertede şunu da ekleyeceğim. Üniversiteler adası deyip yere göğe sığdıramadığınız ve bu yıl rekor sayıda öğrenci çeken üniversitelerde görev yapıyoruz biz. Bu ülkenin yükseköğretimine emek veren, o getirdiğiniz öğrencileri yetiştiren akademisyenleriz. Ancak kendi ülkemizin ders kitaplarını güncelleme konusunda bizlere güvenmediniz ve hepimizi değersizleştirdiniz. Yirmiye yakın üniversite var bu ülkede! Siz, en büyük ihaneti kendi insanınıza yapıyorsunuz.

Kitaplardaki birkaç görseli çıkararak ya da sayfaları yırtarak bu ayıbı kesinlikle örtemezsiniz. Yıllardır toplumsal fayda diye diye ve koşa koşa gittiğim Eğitim Bakanlığı’na siz olduğunuz sürece ayak basmayacağım. 4 ve 6 Eylül’de öğretmen eğitimlerim var, ondan sonra YOKUM…

  • Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Yeniçağ Gazetesinin editöryal politikasını yansıtmayabilir 
- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
323AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin