Son B.M. toplantılarına yeniden geldik. Belirli kesim kendi istediklerini duyma umuduyla gözlerini ta uzağa Nivyorka çevirdi. Erdoğan ne diyecek veya Guteresle görüşmelerden ne çıkacak kuşkularını merakla renklendirdiler. Özellikle kendine fedaralcılar deyip de hiçbir şey yapmadan umut bekleyip, birazda yönetime veriştirmek için, bu sihirli kelime önemliydi. Halbuki biraz Türkiyeği izleseler ve dış politikasını doğru okusalar, beklentinin olmayacağı net idi. Nitekim Erdoğan sesini yükselterek “KKTC tanınsın” açıklamasını yeniden patlatı. Guterezle görüşme de zamanında şimdilik oladı. Kimisi de bahaneyi uydurdu: “ayarlama yapılamamış”! Kargalar dahi buna gülmez. Ama, Erdoğan der de işler durmaz. Herkes dediğini deyil de herzamanki gibi dilediğini anlalyıp sıkıp atıyor. Halbuki önümüzde uzun bir yaşanan gerçek vardı. Anlaşma veya söylenenler birincil hiç olmadı. Genelde söylenen ile yapılan birbirini hiç tutumuyor. Makas dahi açılıyor. Yine de akılınma yerine kendi kendini ve sonradan etrafını da kandırarak hala oyun oynar gibi, lingri savurmaktadır.
Ben yaşadıklarımla yeniden size bir dolaşım taplosu yazmaya çalışacam. Hala federasyon derken veya başka kuramlar kulanırken, nedense ısrarla yeni atılan adımların pratikteki anlamına hiç dikat edilmiyor. Öyle ki kulanılan toplum kelimseinin dahi uyup uymadığı bile sorgulanmıyor. Şimdi travmalara varan karşılaştığım gerçeklerle bir yakın tarih dolaşımına sizi sokacam.***
Atmışların çatışmalı döneminde iyi bir ratyo dinliyicisiydim. Hem de Türkçe yayın yapan Rİki de dinliyordum. Birçok olay anlatılırdı. Dinlerken onlara kızıyordum. Ozaman Lefkoşaya gidip de sonradan karagahta görevlendirilen Arif Bilal, Lefkoşa dönüşü ben ratyoyu dinlerken dedikleri hala kulağımda: “Rum ratyosu ne derse doğrudur”! Özellikle aklımı çok kurcalayan Alpayın öldürülmesi ve Köfünye paşasının vurulması konusunu da sordum. Arfi net şekilde “doğrudur” dedi. Alpayın öldürülmesi ve öldürülmeğe gidenlere yaptığı tehtit hala oldukça önemlidir. Nedense önemli konuları konuşanlar bunu hep görmezden gelindi. Özellikle de Banyo konusunda konuşacağını veya Köfünye paşasının vurulmasının nedenleri net şekilde hiç sorgulanmadı.***
Gelelim yetmişler ortasına: Halk Evleri Gazi Mahalesi bölümü benden Kıbrısla alakalı seminer hazırlamamı istediler. Ben de bazı yan önerilerle kabul etim. Batı Trakyalı birkaç öğrenci bana Yunanistanda tartışılan darbe olayındaki bazı belgeleri getirdiler. Tabi tartışmalar içinde beni travmaya itecek Açerson planı da vardı.
Açerson planının bendeki travma gerekçesi şu: Atmışdört yılında çocukluğumda Dilirga bölgesi çatışmalarını yaşadım. Göçmenliğini de bedel ödeyerek acılarla geçirdik. Fakat, ayni dönemde Açerson planının tartışıldığı, Türkiyenin imzaladığı ve sadece Makariyosun ret etiği bilgisi, beni epey şoka soktu. Tüm kafamdaki Kıbrıs ezberinin yerlebir olmasına neden oldu. Başka gerçeklerle karşılaşıp ezberlerim bozulmaya başladı.
Gelelim Yetmişdokuza: Kıbrıs görüşmeleri yapıldı. Denktaş ve Kipriyano ilkeler imzaladılar. Federasyondan tutun Maraşın verilmesine dek anlaşma metnine kondu. Biz ozaman Ankarada bulunuyorduk. Devrimci Gurup olarak örgütleniyorduk. Siyasal Kıbrıs eksenli de araştırmalarla pratiğe geçirmeğe başladık. Özellikle de Yurtlar direnişi önemli eylemdi. Biz başta Sovyet yanlısı kesimler olmak üzere bu anlaşmaları alkışlama yerine, tam aksini gerçekleştirdik. Kıbrısı bu hale getirenlerin, emperyalist işbirlikçilerin Kıbrısa çözüm getiremeyeceklerini açıkladık. İlk defa yoğun katılımla başta Ankarada Kıbrıslı öğrenciler Devrimci Gurup adıyla probaganda yaptılar. Eylemler düzenlendi. İlk defa Türkiye kamuoyu başka bir devrimci ses duydu. Bunun etkisi de en başta Türkiye devtrimci harektlerinin başka Kıbrısla yüzleşip deyişik resmi idoloji dışında da konuşulur hale getirildi.
Seksende ise bu defa Halkder ve Devrimci Gurup yönelinen ve Denktaşın başını çektiği bağımsızlık ilanı tartışmalarına deyişik bakış getirdi. Bağımsız ilanının bağımsızlık deil de daha da Türkiyenin kuklası olacağını net şekilde açıkladı. ***
Bu kervan devam etti. Doksan başında ise Denktaş açıkça iki devletli görüşünü piyasaya sundu. Bazı federalcılar hemen “ama, anayasaya federasyon kondu” dediler. Aldatıldıklarını veya teslim olmanın kılıfı gerçeğini konuşmak istemediler. Annan planı bir başkaydı. Bunu ilgili yıl dönümünde yazdım. Bir fark hiç gözetilmedi. Arada federasyon veya çözüm denilirken, K. Kıbrıs çok başka yerlere çoktan vardı. Nifus yapısından tutun yeniden ilhaklaşma sömürge tipine de ulaşıldı. Yapısal olarak federal yapı pratikte epey uzaklaştırıldı. Kimse de bu duruma dikat çekmedi. Yeni silah geliştirilerek, rumalr istemedi, rumlar engel olduğu için onlar da çeksin bahanelerine sarılındı. Artık federasyon veya bağımsızlık hikayeden masala doğru kaydı. Zaten son isviçrede masaya konulanın federal yapıyla hiç alakası olmadığını dahi kimse kabullenmek istemedi. Hep karşı taraf suçlamasıyla idere edildi. Hele Çavuşoğlunun sazı eline alıp çalmasına “aman dokunma” sığıntısıyla koltuk hesabına girildi.
Şimdi, Erdoğan ne diyecek le AB üyeliği masalına sarılınarak fonla da kaynak kaparak federalcılık oynanıyor. Türkiyenin politik hamleleri ortadayken, federasyona nasıl gidileceği dahi sorulmuyor. Yeter ki bir cümle ile karşıya atıştırma yapalımla oyalanılıyor. Belki kelimesiyle bayram eden gazetecimizden akademisyenlere varan cenahımız var. Politikacılarımız ise artık neyi konuştuklarını bilmiyorlar. Ama, kendimizi de kandırmaya devam ediyoruz. Şu laf tarihi önemine çoktan erişti: “kandır çocuğu da taksim istesin”: ama gerçekten çocuk kandırılmadı, taksim de oldu. Üstelik federalcılar da adet yerini bulsun diye de iki devletlilik ile eşitlik damıtmasıyla, remi koltuk hayalinden gerçeğe gelmeği bekliyor. Ozaman: Erdoğan da istenilen sözü demediğine göre, ne denmeli?