İğneada ve Sinop’a nükleer santral kurma meselesi temcit pilavı gibi önümüze getirilip duruyor. Son Enerji Bakanımız Alparslan Bayraktar da iki hafta önce İğneada’ya yapılmak istenen Üçüncü Nükleer Santral konusunda Çin ile anlaşmaya yakın olduklarını açıklamıştı. Türkiye’nin Mersin Akkuyu’da bir nükleer santral yaptığını biliyoruz ama ikinci nerede, onu bilmiyoruz. Sinop’ta Japonya ve Fransa ortaklığıyla yapılmak istenen santral projesinde yaşananları hükümet pek anlatmak istemiyor.
Biz anlatalım. Konsorsiyum lideri Japonya, ucuza elektrik üretecek diye pazarlanan Sinop’taki nükleer santral projesinden verilen alım garantisini yetersiz bularak çekilmişti. Hem de o alım garantisi, YEKA (Yenilenebilir Enerji Kaynak Alanı) ihalelerinde ortaya çıkan fiyatın 3-4 kat üstündeydi. Buna rağmen nükleere yetmedi. Rüzgâr ve güneşten elektrik üretmenin nükleerden çok daha ucuz olduğu Sinop’taki projenin havlu atmasıyla bir kez daha ispatlandı. Projenin ÇED’i de ortada proje kalmamasına rağmen halen iptal edilmedi.
RUSYA’YA BAĞIMLILIK
Alparslan Bayraktar, Sinop için Rusya ve Güney Kore ile görüştüklerini de söyledi. Pek konuşulmuyor ama Akkuyu projesi, çevresel sorunları ve Rusya’ya verilen dolara endeksli alım garantisinin yanı sıra enerjide Rusya’ya bağımlılığın kabul edilemez bir seviyeye gelmesi nedeniyle de sakıncalı. Rusya’ya bağımlılık rekor seviyesinde. 2022’de ithal edilen petrolün yüzde 40,7’si, gazın yüzde 39,5’i ve kömürün yüzde 38,7’si Rusya’dan satın alındı. Bu üç kalemde de Rusya ithalat yapılan ülkelerin başında yer alıyor. Hükümete bu kadar dışa bağımlılık az gelmiş olmalı ki biraz daha nükleer yapalım, elimizi kolumuzu daha da kaptıralım diyor.
Akkuyu biterse elektrikte Rusya’ya doğrudan bağımlılık da başlayacak çünkü santral Rusya Federasyonu’na ait devlet şirketlerinin malı. Türkiye’yle hiç ilgisi yok. Elektrikteki bağımlılık da yüzde 8 ile başlayabilir, Sinop’un da Rusya’ya verilmesiyle elektrikteki doğrudan (gazdan elektrik üretimi nedeniyle dolaylı bağımlılık zaten var) bağımlılık oranı yüzde 15’lere çıkabilir. Diğer santralları Çin veya Güney Kore de yapsa durum değişmez. Sadece nükleer santrallar yüzünden Türkiye’nin elektrikteki doğrudan dışa bağımlılık oranı yüzde 20’leri bulabilir. Hem de elektrik üretecek güneş ve rüzgâr gibi yerli kaynaklarımız, ciddi elektrik tasarrufu potansiyelimiz varken.
Daha bir hafta önce, “yenilenebilir enerji yatırımları 10 yıl yerine üç yıla yayılırsa cari açık ve dışa bağımlılık azalır” diyen Ekonomi Bakanı Mehmet Şimşek’e rağmen, iktidarı nükleere iten neden acaba nedir? Bugünkü fiyatlardan en az 40 milyar doları bulması beklenen her bir santral projesinin bir albenisi olmalı. Sistem nasıl çalışıyor, hatırlayalım.
NEMALANAN ŞİRKETLER
Türkiye’nin nükleer santral yapacak teknolojisi de parası da yok. Kredi alacak, faizleri ödeyecek dermanı da yok. O yüzden de projeyi hayata geçirecek ülkeler, Akkuyu’da olduğu gibi tüm maliyeti karşılıyor. Santralın da sahibi oluyor. Türkiye ise 15 yılı bulan alım garantisiyle nükleer şirketin maliyetini karşılamayı taahhüt ediyor. Aslında uzun yıllar bu devlete borçlu kalmayı kabul ediyor. Nükleer projeler bu açıdan, geçiş garantisi verilen köprülere, hasta garantisi verilen hastanelere benziyor. Alım garantisi dışında kalan miktar da piyasaya satılıyor. Santralların büyüklüğü ve devletlerarası ilişkilerin, santral sahiplerine elektrik fiyatını belirleme konusunda bir avantaj sağladığı da hesaba katılmalı. İkinci albeni ise yıllar süren bu inşaat işlerinden nemalanan şirketler. İşin ileri teknoloji kısmı santralların sahibi ülkelerde yapılsa da beton dökme, harç karma gibi işler haliyle yerinde yapılıyor. Hükümete yakın şirketler ihalelerde öne çıkıyor. Uzun vadeli inşaat işleri ağızlarını sulandırıyor. Türkiye’nin elektrik üretiminde fazlası varken, ilk nükleer santral gecikmişken, ikinci ve üçüncüden bahsetmesi, enerjiyle ilgili bir nedene dayanmıyor. Alım garantili anlaşmalar ve yandaş şirketlere iş paslamaya dayalı 20 yıllık düzenin atomla süslenmiş bir parçası sadece.
TÜRKİYE İKLİM ZİRVESİ’NDE SÖZ ALAMADI
Geçen hafta New York’ta düzenlenen İklim Hedefleri Zirvesi’nde Türkiye söz verilmeyen ülkeler arasında yer aldı ama medyada bu konu haber olmadı. BM Genel Sekreteri Antonio Guterres, iklim krizini durdurmak için hızlı hareket etmeyen ülkelere söz hakkı vermedi. Böylece 100’den fazla konuşma isteğinden sadece 34’üne yeşil ışık yakıldı. Türkiye de ABD, Çin, Rusya ve Avustralya gibi ülkelerle birlikte yetersiz çabaları nedeniyle zirvede söz verilmeyen ülkeler arasında yer aldı. G20 ülkelerinden sadece Almanya, Brezilya, Fransa, Güney Afrika ve Kanada’ya söz verildi. Hükümet iklim konusunda üstümüze düşeni yapıyoruz derse hatırlatırsınız.