Size bu satırları Larnaka-Atina arası havada yazıyorum. Avrupa Parlamentosu toplantılarını takip etmek için Strasbourg yolundayım. Türkiye’nin AB İlerleme Raporu bu toplantılarda görüşülüp onaylanacak. Haliye bu oylama biz Kıbrıslı Türkleri de yakından ilgilendiriyor.
AKEL’in AP Milletvekili ve aynı zamanda Yenidüzen Gazetesi’nin köşe yazarı Prof. Dr. Niyazi Kızılyürek’in dün konuyla ilgili yazdığı makalesine bakılırsa raporla ilgili durum pek iyi değil. Niyazi Hoca’ya göre, AB içinde Türkiye’nin üyelik sürecinin sonlandırılması ve bunun yerine stratejik ortaklık üzerinden bir sürece girilmesi formülü geniş kesimlerce kanıksanmış görünüyor.
Elbette son dönemde birçok insanımızın sakıncalı bulunup Türkiye’ye sokulmaması, gazetecilerimizin yıllarca hapis istemiyle mahkemelere düşmesi gibi sıkıntılı mevzular da bu rapora bizim kalemden yansımış durumda.
Halbuki Mayıs seçimlerinden sonra Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın birden fazla kez üyelik sürecine yönelik destek ve istek açıklaması görmüştük. Bu da Türkiye’nin yeniden yüzünü batıya döndüğü yönünde yorumlara yol açmıştı. Tabii ki bu dönüşün esas nedeninin Türkiye’nin içinde bulunduğu derin ve enflasyonist ekonomik krizin yarattığı ihtiyaç olduğuna şüphe yoktu. Bu yüzden önce ‘üyelik sürecimizi canlandırın’ şeklinde yapılan çağrılar, nihayetinde Gümrük Birliğinin güncellenmesine ve vize serbestisi meselesinin halline dönüştü.
AB, genel isteksizlik olarak Türkiye’ye zaten burun kıvırıyor. Ancak 1959’dan beri kapısında beklettiği Türkiye’yi ekonomik olarak dışlaması mümkün değil. Çünkü siyaseten (ya da sosyo-kültürel anlamda) gerçekleşemeyen birliktelik, ekonomik yönden gayet iyi gidiyordu ama son dönemde artan diğer sıkıntılar bu konuyu da biraz belirsizliğe sokmuş durumda.
Yani mesela Türkiye’de zaten hiç iyi olmayan insan hak ve özgürlükleri karnesi, fikir ve ifade özgürlüğüne karşı yapılan saldırılar son 20 yılda daha da fazlalaştı. Bunların geriye döndürülmesi çok uzun süreçler anlamına geliyor. Gittikçe milliyetçi-islamist bağnaz bir hale dönüşen Türkiye’nin AB ilke, prensip ve felsefesinden çok uzağa doğru seyrettiği de çok açık. Ve bunun çok daha derin sebepleri var.
İşin doğrusu galiba Türkiye hiçbir zaman AB üyesi olamayacak, olsa olsa bu iş bir imtiyazlı ortaklık şekline bürünecek. Bunu sadece AB değil Türkiye de biliyor. Hatta konu şu anki hükümetin otokratik ve baskıcı hali de değil, bu Türkiye halkının genel felsefesiyle de ilgili.
Basit bir örnek vermem gerekirse, bugün AKP’nin alternatifi olan ve basiretsiz muhalefetiyle dikkat çeken CHP’nin efsanevi liderlerinden kabul edilen merhum Bülent Ecevit’in meşhur lafı sadece bizim kulaklarımızda değil Türkiye halkının hafızasına da kazılıdır: “Onlar ortak, biz pazar olmayız.”
Futbol maçlarında haykırılan “Avrupa, Avrupa duy sesimizi, işte bu Türklerin ayak sesleri” sloganı ortak olunmaya ya da üye olunmaya çalışılan birliğin aslında ezeli bir rakip olduğunun doğal yansımasıdır zaten. Buna bir de Viyana kapıları sendromunu eklediğimizde, neredeyse 200 yıllık batılılaşma çabasının gereken noktalardan uzak ve verimsiz halde olduğunu söylemek yanlış olmaz.
Elbette bu uzun süreci tarihçiler, sosyologlar ve felsefeciler çok daha derinlemesine analiz edebilirler ama ben basit bir gazeteciyim. Olguları, tarihsel süreç ve siyasal etkileşimlerden, gelişmelerden kotarırım, analiz ederim. Ve bu makalede inanın bana Kıbrıslı Türkleri koyacak bir yer bulamıyorum. Halbuki AB, Niyazi Hoca’nın öngörüsü gibi Türkiye’nin üyelik sürecini bitirmek gibi bir noktaya doğru gidiyorsa, bu bizim de doğrudan etkileneceğimiz anlamına gelmektedir.
En başta AB sürecinin olumsuz gitmesi, Kıbrıs sorununun çözümü için de çözümsüzlük demektir. Hele de bunun tamamen bitmesi, adanın yeniden birleşmesini sonsuza kadar sonlandırabilir. O zaman Kıbrıslı Türkler nereye gider?
Ne yani, neredeyse tümümüz AB vatandaşıyken, belki de insanlık tarihinin bu en başaralı projesine tam bağlanmak yerine otokratik ve hak-özgürlükler yönünden çok sıkıntılı başka oluşumlara mı mecbur kalacağız?
Kimse kusura bakmasın ama özellikle son dönemde halka çıkış yolu gibi sunulan ve hamaset siyasetinin öve öve bitiremediği Türk Devletleri Topluluğu, AB ile hiçbir konuda aynı ligde değildir. Dolayısıyla sürüklendiğimiz nokta karşılaştırılamaz bile.
Öte yandan Türkiye, AB rüyasından vazgeçerse bu bizim de otomatik olarak bu hayalden vazgeçmemiz demek değil mi? Bizi güya yöneten hükümeti, muhalefeti buna itiraz edebilecek kudreti kendinde buluyor mu? Bunun cevabını aslında biliyorum ama bilmiyormuş gibi yapıp önümüzdeki 3-4 gün bu durumları yakından takip edeceğim.
Bakalım parlamentoda hava nasıl?
Bu arada Atina uçağı havada süzülüyor. Arada türbülanslar yaşıyoruz, Ege üzerinde fırtına varmış, daha da sallayabilir diye korkuyorum. Ama korkunun ecele faydası var mı? Yok tabii…