İlk insanlar barınma sorununu mağaralarla, beslenme sorununu da avcılık ve toplayıcılıkla çözdü. Daha sonra yaşamını kolaylaştıracak aletler yapmaya başladı. Bu aletlerin yapılması için taş ve sopaları kullandı.
İnsanlık tarihinde tekerleğin bulunuşu elbette ki büyük bir sorunun çözümünü sağladı. Yük taşımada tekerlek önemli bir kolaylık oldu.
Mağara duvarlarına yaptıkları resimlerde kullandıkları renkler de mutlaka doğadan elde edilmişti. Elbette ki bunları yaparken deneme yanılma yoluna gitmişler ve en mükemmelini bu şekilde bulmuşlardır.
Tabiat olayları karşısında çaresiz kalınca bunu yapanı büyük bir güç olarak algılamışlar. Zamanla bu güç karşısında çaresizlikten yalvarmaya , ona hediyeler vermeye başlamışlar. Bu işin öncülüğünü yapan ise ilk din insanları oldu.
Hastalıkların ve felaketlerin bu güçten geldiğine inandırılan insanlar daha sonra taştan yaptıkları heykellerle korktukları gücü cisimleştirmişlerdir.
Bu heykeller karşısında kendilerine göre törenler düzenlemişler hediyeye olarak kurbanlar kesmişlerdir.
Bir güce olan inanç, bilgi birikimiyle yakından ilgilidir. İnsanın öğrenme isteği arttıkça sorgulama da birlikte gelir. Bu şekilde neden bulmaya çalışırken birçok bilgi elde ederler. Ateşi kontrol ettikleri zaman onun tapılacak bir güç olmadığını anlamışlar ve tapmaktan vaz geçmişlerdir. Artık daha güçlü bir tanrıya ihtiyaç duymuşlardı.
Çağlar değiştikçe insanların doğayı tanımaları ve onu değiştirme arzusu tanrıların da değişmesi gerekliliğini ortaya çıkarmış. Artık soyut ve alabildiğine güçlü olarak tarif edilmeye başlandı.
İnsanlık tarihinde yaratıcının elçisi olarak kendilerini tanıtan ve insanlara bunu inandıran kişiler peygamberlerdir. Bu peygamberlerin inandırıcılığını sağlayan ise mucizeleridir. Elbette ki bu mucizelerin olduğunu kanıtlayan somut bir belge günümüzde yoktur. Bu nedenle sadece inama ve itaat üzerine kurulan dinler hiçbir zaman sorgulamayı uygun görmezler.
İnsanlık önce yakın çevresin, sonra dünyayı be şimdi de uzayı tanımak sürecindedir. Bunu yaparken sorgulamayı, neden sonuç ilişkisini her zaman kendine rehber edinmiştir. Böylece kanıta dayalı bilgi çoğalmıştır.
Bilim ile dinin en büyük çelişkisi de işte budur. Din, kanıt göstermeden inanmayı emrederken bilim kanıt olmadan ve sorgulamadan hiçbir şeye inanamamayı önermektedir. Burada akıl devrededir. İnsanları diğer hayvanlardan ayıran en büyük özelliği aklı kullanarak bilgiye ulaşmayı sağlamasıdır. Bu bilgi de ihtiyaca göre kullanılmaktadır.
Din ile bilim her zaman uzlaşmaz bir çelişki içindedir. Din kitaplarında anlatılan yaratılış hiçbir kanıta dayandırılmamaktadır. Buna karşın insanlık bunu araştırmakta, bu konuda ortaya atılan teorileri kanıtlamak için deneyler yapmaktadır. Uzay çalışmaları yine evrenin bilinmeyenlerini ortaya çıkarmayı hedeflemektedir.
Din ile bilim çelişkisinde her zaman bilim adamları din adamları tarafından hedef gösterdi. Özellikle ortaçağ döneminde bilimsel çalışmaları nedeniyle engizisyon mahkemelerinde yargılanıp yakılan Giordano Bruno ilk akla gelendir. Yunan filozofu Sokrates de düşüncelerinden dolayı zehir içirilerek öldürülen bilim adamıdır.
İnsanlık tarihine kısaca baktığımızda görünen gerçek şudur. Bütün din insanlarının günümüze kadar yaptıkları insanlık için hiç de olumlu olmamıştır. Buna karşın savaş çıkarmakta ve milyonlarca insanın bu savaşlarda ölmesine yol açmakta büyük pay sahibi olmuşlardır. Buna karşın insanların yaşamını kolaylaştırıcı buluşları yapanlar hep bilim insanları olmuştur. Bugün hayatımızın her alanında gördüğümüz aletlerin, makineler, cihazların kaynağında bilim vardır. Hastalıkların teşhisinde ,tedavisinde hep bilimsel çalışmalar yol gösterici olmuştur.
Dini, bilimin yerine koymaya çalışmak ve eğitimi bu şekilde şekillendirmek ortaçağ karanlığına geri dönmektir. Bu ise çağdaş dünyadan uzaklaşmak insan olma özelliğini kaybetmekle eştir.
yazarın tüm yazıları:
Nidai MesutoğluDin ve bilim hiçbir zaman uzlaşmaz – Nidai Mesutoğlu
"Bu Memleket Bizim" yayınlarını izleyin
"Gündem" yayınlarını izleyin