Yöneten ve yönetilen sınıflarda davranış şekilleri neler olabilir? Öncelikle yöneten kişi veya sınıflar mutlak hakimiyetleri için kurallar koyarlar. Yönetilen sınıf ya bu kurallara mutlak uyum gösterir ya da isyan eder.
En ilkel dinlerde bile dini kurallarla yönetilen sınıf inanç merkezli bir baskı altına alınır. Bu baskı sonucunda itaat eden toplum yöneten sınıf için kayıtsız teslimiyet gösterir.
İsyanların birinci nedeni yönetilen sınıfın haksızlıklar karşısında yöneten sınıfa karşı baş kaldırmasıdır. Genellikle kanlı mücadelelerle elde edilen kazanımlar yöneten sınıfın bazı tavizler vermesi ile sonuçlanır. Bazen da bu bir devrime dönüşerek yöneten sınıf egemenliği sonlandırılır.
Yönetenlerin tarih boyunca kullandıkları en etkili silah her zaman dini inançlar olmuştur. Bu sayede kendilerini ve temsil ettikleri sınıfı kutsallaştırmışlardır. Tanrı korkusuyla yönetilenleri susturma yoluna gitmişlerdir.
İngilizlerin tarihte önemli bir yer tutan Magna Carta sözleşmesi İngiliz aristokratları Kral John’a karşı verilen hak ve özgürlük mücadelesinin sonucudur. Bu sözleşmede elde edilen hak ve özgürlükler ileriki yıllarda referans alınarak geliştirilmiştir.
Fransa Kralı 14. Louis: “Devlet demek ben demek” sözü ile mutlak hakimiyetini özetlemiştir. Daha sonra başa geçen 15 Louis döneminde ekonomik sıkıntılar hat safhaya şıkınca vergiler artırılmış. Fransız burjuvazisi başta olmak üzere köylüler ve işçiler de yönetenlerin uyguladığı baskılardan bıkmışlar ve 1789 ihtilalini yapmışlardı.
Fransız ihtilalinden sonra yayınlanan bildiride yine insan hakları ve özgürlükler konusunda kazanımlar olmuştur. Kralın imzalamak zorunda kaldığı “İnsan ve Yurttaş Hakları Beyannamesi’nde yöneticilerin mutlak gücü ellerinden alınmış ve egemenlik sadece ulusa verilmiştir. Bu haliyle kralın yetkileri de elinden alınmıştır. Temsili demokrasinin temellerinin atıldığı bu sözleşme ileride diğer uluslara da ilham kaynağı olmuştur.
Günümüzde çok tartışılan düşünce özgürlüğü ile ilgili sözleşmenin 18. Ve 19. Maddeleri şöyledir:
Madde 18
Her şahsın, fikir, vicdan ve din hürriyetine hakkı vardır; bu hak, din veya kanaat değiştirmek hürriyeti, dinini veya kanaatini tek başına veya topluca, açık olarak veya özel surette, öğretim, tatbikat, ibadet ve ayinlerle izhar etmek hürriyetini içerir.
Madde 19
Her ferdin fikir ve fikirlerini açıklamak hürriyetine hakkı vardır. Bu hak fikirlerinden ötürü rahatsız edilmemek, memleket sınırları mevzubahis olmaksızın malumat ve fikirleri her vasıta ile aramak, elde etmek veya yaymak hakkını içerir.
Görüleceği gibi vatandaşın devlet karşısında bilgi edinme, düşünme ve düşüncesini yayma konusunda özgürdür. Bu özgürlüğü sınırlayan sadece başka vatandaşların haklarını engelleme yoluna gidilmesidir.
Bu konuda 12. Ve 13. Madde şöyledir:
Madde 12
Hiç kimse özel hayatı, ailesi, meskeni veya yazışması hususlarında keyfi karışmalara, şeref ve şöhretine karşı tecavüzlere maruz bırakılamaz. Herkesin bu karışma ve tecavüzlere karşı kanun ile korunmaya hakkı vardır.
Bu durumda düşüncesinden dolayı devlet değil vatandaş koruma altındadır. Bu da yasalar çerçevesindedir.
Devlet elbette ki kendini koruma altına alarak yaslar çıkarır. Bu yasalar insanın düşüncesinden dolayı ceza almasını gerektirmemelidir. Aksi halde düşünce suç olarak nitelendirilir ve insan hakkı ihlalidir.
Düşünce eyleme dönüştüğünde ve bu şekilde devlet tehdit edildiğinde suç oluşturabilir. Bu eylem de kamu güvenliği ile ilgili olmalıdır.
Bir devlet tüm düşünceleri kamu güvenliğini tehdit iddiasıyla vatandaşlarını terörist ilan etmeye hakkı yoktur. Bu olduğunda devlet kişi ile özdeşleşmiş demektir. Bu da yukarıda yazdığım gibi Fransa Kralı 14. Lous’in sözünü akla getirir: “Devlet Demek Ben Demek”
Günümüzde bu tür yöneticilerin varlığı insanlık tarihi için bir kara lekedir.