Japonya’daki nükleer karşıtlarının 1993 yılında “Gelin, birlikte nükleer santralsiz ve nükleer silahsız, barış içindeki Asya’yı inşa edelim” sloganıyla kurduğu ve ilk etkinliğini nükleer santrallere karşı direniş desteği vermek için Güney Kore’de gerçekleştirdiği Nükleersiz Asya Forumu, pandemi nedeniyle dört yıllık bir aranın ardından 30’uncu yıldönümünde yine G.Kore’de yapıldı.
Asya ülkelerindeki nükleer karşıtı mücadeleler arasında bilgi ve deneyim paylaşımı temelli olduğu kadar gerektiğinde direnişi büyütme misyonuyla faaliyetlerini on yıllardır sürdüren Forum, 19-23 Eylül tarihlerinde Japonya, Tayvan, Tayland, Hindistan, Filipinler, Avustralya ve Türkiye’den davet edilen nükleer karşıtı sivil toplum üyelerinin katılımıyla 20’nci buluşmasını gerçekleştirdi.
Forum üyelerinin güncel ülke raporlarını sunarak karşılıklı bilgi alışverişinde bulunmasıyla başlayan altı günlük program kapsamında, Seul-Busan-Ulsan-Gyeongju-Uljin gibi nükleer santral tesislerinin kurulu olduğu kentlerle nükleer karşıtı mücadelenin nükleer santral projesini engelleyerek başarı sağladığı Samchaek’e gidildi.
Bu ziyaretlerde hem nükleer süreçlere dair bilgi edinilerek nükleer karşıtı mücadelelerin aktörleriyle bir araya gelindi, hem de Forum üyelerinin konuşmacı olduğu enerji politikaları, demokrasi ve nükleer karşıtı hareket temalı panellerle münazara ortamları oluşturuldu. Eylül ayında Fukuşima’nın radyoaktif suyunun okyanusa boşaltılmasına başlanması Forum’a damgasını vurduğu üzere, kent merkezlerinde basın açıklamaları yapıldı. Programın son günü olan 23 Eylül’de ise Seul’de gerçekleştirilen İklim Adaleti Yürüyüşü’ne katılım sağlanmasıyla nükleer santrallerin iklim krizinin çözüm aracı değil bilakis yeni sorunların kaynağı olduğu vurgulandı; Türkiye’den nukleersiz.org olarak da bileşenleri arasında yer aldığımız İklimime Nükleeri Bulaştırma/Do not Nuke The Climate Ağı’nın eylemlerine destek verildi.
G.Kore’nin ‘nükleer mağduriyet’i
Yukarıda çerçevesini çizdiğim programa göre bu sene G.Kore’de gerçekleştirilmiş olan Nükleersiz Asya Forumu’na dair bir değerlendirmeyi daha önce Japonya, Filipinler ve Tayvan’daki etkinliklerin ardından olduğu gibi yine Yeşil Gazete‘de paylaşmaya çalışacağım.
Ancak Türkiye’de nükleer enerjiyi savunanların G. Kore’yi örnek göstermesi bakımından “buzdağının altı” olarak nitelediğim nükleer mağduriyet halini görünür kılmayı istiyorum. Bunun için daha ziyade, ülkedeki hâkim enerji politikasına değinerek nükleer santrallerin kurulmasına ikna olmuş bir ülkede nükleer karşıtı mücadeleyi etkileyen koşullardan bahsedeceğim.
Türkiye’nin yedide birine denk yüz ölçümü ve yarısına karşılık gelen nüfusuyla fosil yakıtlarda dışa bağımlı bir ülke olan G. Kore’nin endüstrileşmesinde nükleer teknolojisinin payına vurgu yapılır. Kalkınmasında kurulu elektrik gücünün yüzde 26’sını oluşturan operasyon halindeki 25 nükleer santralinin elbette payı vardır, ancak enerji üretiminin politik tercihlerle şekillendiğine önemli bir örnek, sol siyaset izleyen Moon Jaein hükümeti döneminde nükleerden çıkış planlanmışken 2022 yılında sağ siyaset izleyen Yoon Suk Yeol hükümeti döneminde bu planın ters yüz edilmesidir. Yani yenilenebilir enerjilere geçişin eşlik edeceği şekilde ömrünü tamamlamış olan nükleer santrallerin kapatılmasıyla Almanya’daki gibi nükleerden çıkış mümkünken yeni hükümetin önceliği, nükleerin enerji üretimi pastasındaki payının 2030’a doğru yüzde 30’a çıkartılması olmuştur.
G.Kore’nin enerji politikasındaki rüzgârın nükleerden yana dönmesiyle devlet şirketi olan Kore Hidro-Nükleer Güç (KHNP) ile nükleer lobisinin işbirliğiyle inşa halindeki iki reaktörün yanı sıra SMR iştahı ile yurt içinde, Birleşik Arap Emirlikleri’nde 2017 yılında operasyona başlayan Barakah Nükleer Santrali konsorsiyumunun ardından deniz aşırı projelerden pay kapma eğilimiyle yurt dışında aktifleştiğini de söylemek yanlış olmaz. Nitekim bu sene temmuz ayında G.Kore’nin Türkiye’deki Sinop projesine teklif verdiği haberleri de basınımıza yansımıştır. Ancak görüştüğüm nükleer karşıtlarının yorumunun G.Kore’deki şirketlerin Türkiye projesinden ziyade Polonya projesiyle ilgilendiği yönünde olduğunu belirtmek isterim.
G.Kore’de ilk nükleer santrallerin kurulmasına ‘70lerin sonunda ömrü 30 yıl olan Kori 1 reaktörüyle başlanmışsa da nükleer santrallerin bir çoğu, ‘80’ler,‘90larla 2000’lerin başında faaliyete geçmiştir. Bu tarihten sonra, 2011 yılında Japonya’da meydana gelen Fukuşima Nükleer Felaketi’nin meydana gelmesi ise yükselen nükleer karşıtlığının etkisiyle nükleer santral projelerinin hızını kestiği söylenebilir. Busan-Ulsan-Gyeongju ve Uljin kentlerindeki nükleer santrallerin kent merkezlere yakınlığı ve bir kaza halinde acil durum tahliye zorluğu gibi risklerin varlığı endişelerin yükselmesinde rol oynamıştır. Özellikle Gyeongsangbuk eyaletinde soğutma suyunun tedarik edildiği nehrin iki yakasında konuşlanan 5’er reaktörlü Busan ile Ulsan kentlerindeki, ikisi inşa halinde biri geçici kapalı durumdaki nükleer santrallerin 3,8 milyon kişinin yaşadığı kent merkezine yalnızca 25 kilometre mesafede olması temel sebeplerden sayılıyor. Yine bu bölgeye 30 km mesafede Uljin’deki 6 reaktörlü Wolseong Nükleer Santrali‘nin bulunması da endişeleri destekliyor. Bununla beraber, depremselliğin düşük olduğu G.Kore’de Fukuşima sonrası testlerle kentsel merkezlere yakın nükleer santrallerin inşasında sismik riskin göz ardı edilmiş olduğunun anlaşılmasının ve 2016 yılında Gyeungju’da meydana gelen 5,8 büyüklüğündeki depremin korku yaratmasının etkili olduğunu da söyleyebilirim.
Sağlığı bozulana ‘evini taşı’ önerisi
Nükleer teknolojisiyle dünyada “en”ler arasında yer alan G.Kore’de göz ardı edilen yalnızca riskler değil. Yazının başlığında işaret ettiğim buzdağının altındaki konulardan biri de normalin 10 katı daha fazla tirityum içeren ağır su reaktörleriyle Wolseong Nükleer Santrali’nde 2019 yılında meydana gelen sızıntıların ve de reaktörde tespit edilen mikro çatlakların çevre ve halk sağlığını tehdit etmesi.
Bu konuda nükleer santral çevresinde yaşayanlara yapılan idrar testleriyle tirityumun dahili olarak alındığı ispatlanmış, hatta santralin işletildiği yerleşim yerinin sakinleri içinde tiroit kanserine yakalananların sayıca artması da mağdurların epidemolojik delillerle dava açarak hak arama sürecine uzanmış bulunuyor. Ne var ki hukuki mağduriyetlerin de eklendiği dokuz yıllık süreçte Wolseong nükleer santraline karşı sivil toplum güçleri tarafından açılan davalar tesisin taşınmasını sağlayamamış. Hem de Çevre Bakanlığı’nın santralin çevresinde yaşayanlar üzerinde yürüttüğü araştırmanın sonuçlarının insan sağlığının nükleer santrale fiziki yakınlık oranında bozulduğunu teyit etmesine rağmen… Yani devlet sağlık şartlarındaki bozulmanın tek nedenin nükleer santral olmadığı gibi kaçış yollarına başvururken, sağlığı bozulana “sen evini taşı”demiş oluyor.
G.Kore’deki nükleer santrallerdeki sızıntı ve çatlak haberleri ülkede balıkçılığa da zarara uğratmış. Geleneksel Kore yemeklerini vazgeçilmezi sayılan levrek familyasından Yonggwang Gulbi (yellow corvina/ sarı korvina) balığının satışları nükleer santralle ilgili sızıntı ve çatlak haberleri nedeniyle düşünce balıkçılar tesisin adının değiştirilmesi için dilekçe vermiş. KHNP tarafından dünyanın beşinci büyük nükleer santrali olarak altı reaktörlü Yonggwang Nükleer Santrali‘nin Güney Jeolla eyaletindeki reaktörlerinin adının 2013 yılında “Hanbit” olarak değiştirilmesi sağlığını yitirme riskiyle yaşayanlara “sen git” diyen hükümet ile KHNP’nin ne balıkçılara ne de balıklara aynı tavrı sergileyemediğini gösteriyor.
Hatta aynı yıl altı reaktörlü Uljin Nükleer Santrali’nin adı da kentin adıyla markalaşmış olan yengeç satışlarının üzerinde olumsuz imaj yarattığı için, “Hanul” olarak değiştiriliyor. Aynı tesisin bu tarihte inşa halinde olup 2022 itibariyle 2032’ye kadar operasyona başlaması planlanan reaktörlerine ise “yeni” anlamına gelen “Shin” kelimesi ilave edilerek nükleer santral tesisi, eski yeni reaktörlere Hanul adının verilmesiyle gereken algı değişikliğinin sağlandığı anlaşılıyor.
Program kapsamında son uğrağımız olan Samchaek ise nükleer karşıtı direnişin başarıya ulaştığı bir kent. 1970’lerden itibaren nükleer santral kurulmasına direnen kesimlerin mücadelesi ,projenin yeniden gündeme geldiği 2000 sonrasında yerel yönetimin desteğini alarak etkisini artırmış. Ancak kentteki termik santralin mevcudiyeti değişik dinamiklerin devrede olduğunun işareti sayılabilir. Yine de Samchaek’teki mücadeleyi hareket aktörlerinden dinlemiş olarak Mersin ve Sinop’taki projelerin Samchaek projesi gibi iptal edilmesi için anıt taşa nükleer karşıtı flamalarımızı bırakarak dilek dilemekten kendimi alamadığımı belirteyim.
Atık sahası olmayan nükleer ülke!
Nükleer santrali olan ülkelerde nükleer karşıtı mücadelenin en yoğun sürdüğü alan kuşkusuz nükleer atıkların depolanması için bir yerin belirlenmesi sürecidir. Demokrasinin kurumları görece işleyen ülkelerde nükleer atık alanının seçiminde de katılımcı süreçler dikkate alınır. Yani ülkemizde 2022 yılının Kasım ayında Ankara sınırları içinde Avadanlı’da tarım alanlarına yakın bir arazinin nihai atık alanı olarak ilan edildiği anımsanırsa, dünya genelinde nihai nükleer atık sahası Türkiye’deki gibi çitlenmiş bir alanın bakanlıklar arasında el değiştirmesiyle belirlenmiyor! Nitekim, G. Kore’de 37 yıldır hükümetlerin girişimlerine ve nükleer santralleri savunan bir kesim olmasına rağmen dünya genelinde nükleer teknolojiyi haiz ülkelerdeki gibi nihai atık alanının bulunmaması, toplumsal muhalefetin kendisini dayatabileceği yargı erki gibi hukuki bir zemin bulabilmesine dayanıyor.
Bununla beraber toplumsal muhalefetin güçlenmesini sağlayan gelişmeler arasında 2016 yılında bir nükleer atık deposunda yangın çıkması halinde ülke yüzölçümünün yarısından çoğunun radyoaktif kirliliğe uğrayacağı ve toplam nüfusun yarısına karşılık gelen 24,3 milyon insanın tahliye edilmesi gerektiği yönündeki haberlerin basında yer almasının öne çıktığı söylenebilir. Esasen bu gerçeklik, Türkiye’deki nükleer karşıtı hareketin Akkuyu ve Sinop projelerinin yanı sıra Ankara’da nihai atık alanı tayin edilmiş olmasına karşı da kamuoyu farkındalığı oluşturması gerektiğini anımsatıyor.
Ağustos ayının sonunda Fukuşima’dan radyoaktif suyun denize boşaltımına verilen onay ise bu bölgeye denizden 1000 kilometre mesafede olan G. Kore’de tarihsel husumetin izlerinin de etkisiyle Japonya’nın bu eylemine karşı tepkiyi tırmandırmış bulunuyor. Nitekim yüzde 70 düzeyindeki karşıtlık nükleer yanlısı ve Japonya’ya destek veren hükümetin varlığına rağmen nükleer karşıtı söylemleri olanaklı kılarken bizim de kentin en işlek alanında basın açıklamaları yapabilmemizi destekliyor.
Öte yandan bu durumun tarifi G.Kore’de bir Japonya yurttaşı için de geçmiş hassasiyetlerle yüzleşmeden mümkün olmuyor. Nitekim 30 bin kişinin katıldığı İklim Yürüyüşü kapsamında “İklimime Nükleeri Bulaştırma” ağının etkinliğinde konuşan Japonya’dan Nükleersiz Asya Forumu’nun kurucusu Daisuke Sato’nun (*) ilk sözleri “Japonya’da bu radyoaktif suyun denize dökülmesini engelleyemedik. Japonya Asya ülkelerini işgal etti ve sömürgeleştirdi, ancak şimdi bunu bir de radyasyonla yapıyor. Bir Japon olarak sizlerden özür diliyorum. Radyoaktif suyun okyanusa ve Japonya’ya boşaltılmasına karşı mücadele edeceğiz” oluyor.
Fukuşima’nın radyoaktif suyunun okyanusa boşaltılması nükleer santrallerin gerçeğinden bağımsız olmadığı için Japonya’nın kararını kınayan kitlelerin nükleer karşıtlığına kanalize edilmesini kolaylaştırdığı söylenebilir. Nitekim Japonya’nın kararına tepki, katılımı yükseltirken İklim Adaleti Yürüyüşü’ndeki ağırlığı renkli performanslar sergileyen İklimime Nükleeri Bulaştırma Ağı’nın sağladığını belirtmem yanlış olmaz. Bu kapsamda yürüyüş boyunca, Türkiye’den nükleer karşıtları dahil 70 kadar çevre örgütü ile platformun imza vererek desteklediği gibi en başta nükleer santrallerin ağır maliyetleri ve uzun inşa süreleriyle iklim krizine ihtiyaç duyulan acil çözümü sunmaktan uzak olduğuna ve iklim krizi şartlarında radyoaktif felaketlere zemin hazırlayarak felaketlere yol açtığına da dikkat çekilmiş bulunuyor.
Türkiye’de Akkuyu Nükleer Santrali operasyona başlatılmamışken ve de Sinop projesinin akıbeti dahi belli değilken bir de İğneada’nın telaffuz edilmesi öngörüsüzlüğün ve umursamazlığın ta kendisi! Fakat, ülkemizde on yıllardır erozyona uğrayan demokrasinin kurumlarının artık çökmüş olması halihazırda tehlikeli olan nükleer santrallerle bağlantılı tüm sorunları daha da derinleştiriyor. Bu noktada Nükleersiz Asya temennisi, dünyanın nükleer santral ve silahlardan arındırılması için mücadelede ideal ölçekte bir hedef. Açıklı koyulu tonlardaki deneyimler ise, bu coğrafyanın kaderini dönüştürme potansiyelini elinde tutuyor.
*
(* ) Daisuke Sato, Sinop’taki nükleer santral projesinden Japonya henüz çekilmemişken 2018 yılında Fukuşima’nın kadın tanığı Masumi Kowata‘yı getirmiş, benim de Türkiye ayağını organize ederek Japoncadan çevirlerini üstlendiğim Sinop ve İstanbul’daki söyleşilerin mimarı olmuştur. Bu kapsamda Sinop’ta Sinop Nükleer Karşıtı Platform (SNKP)’un ev sahipliğinde ve SNKP tarafından her yıl düzenlenen Çernobil Nükleer Karşıtı Mitingiyle eş zamanlı yapılması öngörülen panel, mitingin o yıl OHAL gerekçesiyle ilk kez yasaklanmasıyla beraber iptal edilmişse de, SNKP panel etkinliğini halkın meydan söyleşisine çevirerek Fukuşima’nın Kadın tanığının sesinin duyulmasını sağlamıştır. İlgili haber için tıklayın.