“Terörün ortasında hayatta kalıp kalamayacağımızı merak ederken, saçma görünen bir soru kendini gösteriyor. Etrafımıza yağan ölümden dehşete düşmüş bir halde karanlıkta büzülürken, içimizi kemiren bir soru soruluyor: Bombalar bizi vurmasa bile, yiyeceğimiz tükenirse nasıl hayatta kalacağız?”
İlk olarak sorunun son derece anlamlı ve acil olduğunu vurgulayarak başlayalım. Bombalardan kurtulanların nasıl hayatta kalacağını düşünürken ilk aklına gelenin gıda ve su olması ne şaşırtıcı olabilir ne de saçma. Hele ki Gazze halkı için. Açlık ve yetersiz beslenme, gıda güvencesizliği, halkın gıda egemenliğinden yoksun Gazze’nin on yıllardır süregelen bir sorunu. Öyle ki Dünya Gıda Programı’nın (WFP) 2023 Ağustos verilerine göre 15 yıldır uygulanan deniz, kara ve hava ablukası ile ekonomik durgunluk, toprak kaybı, ticaret ve kaynaklara erişim kısıtları, yüksek işsizlik ve yoksulluk olan 5,3 milyon nüfuslu Gazze Şeridi’nde yaşayan insanların yüzde 63’ü savaş öncesinde gıda güvencesinden yoksundu.
∗∗∗
Şimdi Filistin-İsrail arasındaki çatışmalar devam ederken yazının yazıldığı an itibariyle son verilere göre öldürülen Filistinlilerin sayısı 2 bin 750’ye, İsraillilerin ise 1300’e yükselmiş durumda… Gazze’de tüm hastanelerdeki yakıt rezervlerinin kısa süre içinde tükenmesi bekleniyor. Yüzlercesi çocuk binlerce insanın öldürüldüğü böylesi bir zamanda savaşın son bulması dışındaki her şey anlamını yitirirken bombalardan kurtulanların ilk sorusuna, gıda ve suya erişime acil yanıt üretilmesi gereği ortada.
Zira İsrail işgali bir yandan ambargo ve kuşatma altına aldığı Gazze’nin kuzeyinde 2000’den fazla yatan hastayı tedavi eden 22 hastaneyi zorla tahliye etmek isterken diğer yandan da Gazze’deki, yarısını çocukların oluşturduğu ifade edilen milyonlarca insanı da su, gıda ve elektriğe abluka uyguluyor.
Birleşmiş Milletler Yardım ve Çalışma Ajansı (UNRWA) Genel Sekreteti Philippe Lazzarini’nin Gazze Şeridi’ndeki duruma şu şekilde açıklıyor: “Gazze’de su ve elektrik tükeniyor. Aslında Gazze boğuluyor ve görünen o ki dünya şu anda insanlığını kaybetmiş durumda. Su konusuna bakacak olursak – hepimiz suyun hayat olduğunu biliyoruz – Gazze’de su tükeniyor ve Gazze’de hayat tükeniyor.” Böylesi bir durumda ambargo söz konusu olduğunda sadece Cenevre Sözleşmesi (1949) standartlarına göre bir savaş suçundan değil, aynı zamanda insanlığa karşı işlenmiş bir suçtan bahsediyoruz.
∗∗∗
Tüm bu zalimlik sürerken karşımıza yeni bir veri geliyor. Birleşmiş Milletler (BM) Gıda ve Tarım Örgütünün (FAO) verilerine göre, 2022 yılında küresel nüfusun yüzde 29,6’sı yeterli gıdaya erişemedi. Başta kadınlar, yerli halk, göçmenler ve mültecilerden oluşan milyonlarca çiftçi günlük su ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanıyor. Dahası, 2030 senaryoları da sürekli biçimde kötüye doğru değişiyor. Son verilere göre 600 milyon kişinin kronik olarak yetersiz besleneceği öngörülüyor. Daha da çarpıcı olanı bu beklentinin Covid-19 salgınının ve Rusya-Ukrayna savaşının yaşanmadığı bir senaryoya kıyasla 119 milyon daha fazla olması. Rusya-Ukrayna savaşının yaşanmadığı bir senaryoya göre ise yaklaşık 23 milyon daha fazla…
∗∗∗
Bu veriler bize savaşların ve şirketlerin karlarına kar kattıkları mevcut gıda sisteminin, toplumları, toplumların en yoksulların açlığını daha da derinleştirdiğini gösterir bir nitelik taşıyor. Gıdaya erişimin önündeki en büyük engel esasen toplumların bu kırılganlıklarından, yerel gıda sistemlerinin dirençsizliğinden beslenen ve bunu doyumsuzca körükleyen emperyalist ve kapitalist yapıdan başka bir şey değil. Ve elbette ambargo altındaki Filistin halkının 2030 projeksiyonlarını bekleyecek vakti yok. Sonuç olarak her savaşın ve krizin kaybedeni de yoksul halklar oluyor. Kazanmanın yolu da yoksul halkların bu yapıya karşı dayanışmasından geçiyor.