Hukuk ve iptal ek olarak yalaklama ve sonlandırma diye kelimeleri yanyana koyarken, K. Kıbrısın deyil ama Türkiye kamuoyunun endişeyle konuşmaya çalıştığı kavramların özetidir. Yetmeme tutumu gibi acı genişleme ile de uluslararası kesim de konuya katılmada gecikmedi. Bir farkla, K. Kıbrıs elbet hariçti. Üstelik atıp tutan Fuat bey yine adamızdayken dahi. Birileri konuları şöylesine sorma cesaretine giremedi. Ama kaçınılmaz geleceğimizin de haykırışı olması nedeniyle, pek okunmasa da yazmak da kendime görev gelmesi de gerektiği inancındayım. Çünkü, gerçekten buradaki savrulan palavraların yalan versyonunda fırtınada çöl gibi kavrulma ikileminde bulunurken, Türkiyede olan birçok konunun aynen bizde de olacağı durumundan kaçmak istesek de kaçamayız. Galiba bu defa da birçok konuyu bir cümleğe sokunca, oda uzayıp karıştırma tehlikesini de yaratıyor..
Türkiyede iki konu önemliydi. Gezi Parkı Yargıtay kararı epey eleştirilere uğradı. Hukukçular hukuk ilkelerini hatırlatmaya uğraştı. Bazıları ise “olmayan hukuktan ne beklerdiniz” diyecek kısa özete girişti. Fakat, yine de tartışmalar oldukça yaygınlaştı. Temel yasal kural halindeyken, ne AİHM nede Anayasa kararlarını tanımayan koşulda elbet AİHM ve Anayasaya rağmen Yargıtay karar açıklayıp onun belirleyici olma pratiğini yeniden yaşatarak bize gerçeği vurguladı. Hep yeri geldiğinde tekrarlarım Semih Hocanın bize Marksis Yöntem seminerini verirken, hukuksal alandaki sömürge tipi faşizmin ilkesini: “yasal yetki dengesi yok, yetki belirleyicidir. Sömürge Tipi ister demokrasi ister faşizim deyin, farketmez. Yasada yazan deyil yetkinin kulanım mutlaklığı temeldir” diyerek kısa kısa bize ilgili kuramıanlatırdı. Nitekim bu örnekleri hep yaşadık ve yeniden yaşacağımız da kesin. Üstelik son Gezi kararında uluslararası hukuk ve anayasaya rağmen yine de bilinen tekrarlandı. Merkez karar böyle verildiydi.
Lyeni olan, Can Atalay olayıdır. Milet vekili seçildi. Normal kurallarda hüküm almadığı için yemin edip göreve başlayacaktı. Yaptırılmadı. Oluşan baskılar sonrası Anayasaya giden konu, en sonunda beş Ekimde karara bağlanacaktı. Daha doğrusu görüşülecekti. İşte bir anda Yargıtay kararıyla hüküm alması, önümüzdeki birkaç gündeki anayasa görüşmesini de deyersel olarak azaltma algısı da oluştu. Halbuki Atalay çoktan göreve başlaması gerekirdi.
Genelde konu şu: Gezi direnişi Türkiye devletinde endişe yaratıldı. Kendi yargısının dahi beraat veren hukuk, yeri geldiğinde korkulan toplumsal muhalefete de mesaj yanında, rejimin nasıl dyeiştirildiğini de anlatma bakımından, böylesi kararları almaya tetikledi. Onca karara ve uydurumalara rarğmen olmayıp yanına şüpe denip veya başka olgularla belirli hedefe konulan şahıslara hüküm kesildi. Hala demokrasiği Türkiyeden bekleyenlere de bizden mesaj olarak belki ile konuyu özetledim.****
Birbaşka gelişme de sanat alanından geldi. Klasik bilinen ve önemli sonuçlarıyla bazı eserlerin de tanıtımına yardımcı olan Antalya Filim festivali iptal edildi. Daha gerçeği, yasaklarla ve yetmeyince baskılarla adeta yardımlar ve destekler de devlet kanalında kestirilerek sonunda belediye başkanı da itiraflarla festivali iptal yaptığını açıkladı. Sanata yönelik yasak ve baskılar, kültürel yeni hegemonya kurma çabaları, Türkiyede rejimin kültürel sanat alanındaki önemli uygulamalarıdır. İnsanlara festival yasaklamaları alıştırıldı. Üstelik bildik resmen gerici örgütlerin de talepleriyle kamuoyunda karşılık bulma esrumanını da kulandılar. Sahnedeki bir şakadan hüküm kesip ceza verildi. Bazı sanatçıların konserleri yasaklandı. Bölgesel yerel fesdivaler bazı talepler denilip yine baskıyla yasaklandı. Festivalerde neyin giyilip neyin içileceğine dek baskılama ile daraltma ve yasaklama silahı her an kulanıma hazırdı.
Sonunda, klasik bilinen Antalya filim festivali de yasaklandı. AltınPortakal filim şenliği, önce katılacak bir belgeselin engeleme çabasıyla işe koyunuldu. Belgeselin içeriği basit gibi gelecek. Kararname ile işten atılan bir öğretmenin hikayesi anlatılıyordu. Buna dahi tahammül edilemedi. Baskılarla önce yasaklandı. Fakat, sanatçıların direnci ile yasak geri alındı. Bu defa jüri başkanı istifa ediyordu. Yetmedi, festivale sponsor katgısı yapan Kültür makamı katgıyı geri çekti. Benzer örgütler de ayni tutuma girdiler. Antalya belediyesi bir anda çıplak hale getirildi. Onlar da festivali iptal etmek zorunda kaldıklarını açıkladılar. Bir belgeselin hem de yaşanan konuyu sanatlaşıp sunma girişimi iktidar eksenini tedirgin etmeğe ve hemen baskılara yönelmesine yetip artıyordu. Buda kurulduğu ve uygulamalarıyla belirli bir duyarlılık desteğine gelen Antalya Altın portakal filim arışması da bu yıl iptal olmasına dek getirdi. Rejimin kültür sanat politikasının genişleyecek olmasının da mesajıydı. Böylesi festivali dahi bakanlık destekle tehti t ediyor ve engeleme noktasına getiriyorsa, yasaklama sanat festivalerinin nerelere geldiklerinin de acı sonjucudur.***
Kısaca, adamıza gelen Fuat bey bol bol sıktı. Uluslararası hukuktan diye ifadeler kulanddı. Atadığı makamcılar da yağın grasosunnu aratacak derecede yağ çektiler. Bu arada elçilik de elçiliğin yeni kitabını yazar gibi tarımla alakalı toplantılarda konuştu. Ama, Türkiyeden de Gezi direnişi Yargıtay kararları ve Altın Portakal filim yarışması festivalinin bu yıl olamayacağı sonucu haberleşiyordu. İşte yarınımıza giderken, sonbaharın ikinci ayına girerken, hafta sonu yakaladığım birkaç gelişme böyle. Siz ne diyorsunuz onu da bana bildirirseniz, ö nümüzdeki azılarda da deyerlendirmeğe de hazırım.