Duayen gazeteci Metin Münir’i maalesef kaybettik. Üstelik de tam da onunla buluşmak üzere randevulaştığımız o talihsiz günde…
Bugünkü köşe yazımı Metin Münir’in bir yazısına gönderme yaparak onun anısına ithaf ediyorum.
Münir’in kaleme aldığı “Gerçekleri Konuşalım Çocuklar” başlıklı yazısını ve benim 30 Eylül 2018 tarihinde bu yazı üzerine yazdığım yoruları aşağıda okuyabilirsiniz:
“Gazeteci Metin Münir son derece anlamlı bir yazı kaleme aldı. T24 internet gazetesinde 25 Eylül 2018 tarihinde yayınlanan yazısında Münir, Türk tarafını “mantıklı davranmaya” davet ediyor ve şu uyarıcı sözleri dile getiriyor: “Kıbrıs’ta anlaşma isteniyorsa Türklerin akıl yoluna gelmesi lazım”.
Münir’e göre, “Kıbrıs sorunu daha çok Türk tarafının aşırı ve bazı hâllerde mantıksız talepleri nedeniyle çözülememektedir. Bu taleplerin başında da Türkiye’nin tek yanlı müdahale hakkını içeren garantörlüğünün devamı ve Türk askerinin Kıbrıslı Türkleri korumak için adada kalması gelir.”
Münir, “bu talep mantıksızdır” diyor ve ekliyor:
“İnsan güvendiği, geçinebileceği kişilerle ortaklık kurar. Eğer Rumlara güvenmiyorsan, bir gece ansızın gelip gene gırtlağımızı keseceğinden endişe ediyorsan, neden onlarla ortak bir devletin çatısı altına girmek istiyorsun, be gardaş? O günler geride kaldı. Türkler artık yüzlerce köyde Rumlara kolayca av olacak şekilde dağınık değil, tek bir bölgede yaşıyor. Müstakbel bir federasyonda kendi silahlı polis gücüne sahip olacak. Avrupa Birliği çatısı ek bir güvencedir. Ve Rumlar yeniden bir etnik temizliğe kalkışırlarsa ekonomilerinin çökeceğinin bilincindedir.”
***
Metin Münir son derece önemli bulduğum başka bir noktanın daha altını çiziyor:
“Türkiye’nin Kıbrıs’a müdahale etmesi için ne garanti anlaşmasına ne de adada asker bulundurmaya ihtiyacı var. Günümüzde bir devletin bir başka devlete müdahale etmesi için güçlü olması yeter, garanti anlaşması gibi anlaşmalara ihtiyacı yoktur. Türkiye’nin Suriye’ye, Amerika’nın Irak ve Afganistan’a, Suudi Arabistan’ın Yemen’e müdahalesi buna örnektir. Gücün varsa çıkarlarını korumak için basıp girersin bir başka ülkeye, herkes bağırıp çağırır, ama kimse bir şey yapmaz.”
Bu türden orman yasalarını insanın benimsemesi mümkün değildir ama şu bir gerçektir ki, Türkiye’nin Yunanistan’a ve Kıbrıslı Rumlara karşı jeo-politik üstünlüğü vardır. Hep olmuştur ve coğrafya değişmediği sürece de olacaktır.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da geçtiğimiz günlerde açıkladığı gibi, Türkiye Kıbrıs’a çok yakın bir mesafede bulunmaktadır. Yunanistan ise epeyce uzaktadır. Nitekim bu nedenden ötürü Yunanistan 1974 savaşına etkin biçimde katılamamıştı. Rumlar alış-verişte görsün diye bir iki uçak uçurtmuştu, o kadar!
Metin Münir devamla şu anlamlı soruyu soruyor:
“O zaman neden garanti anlaşmasında ve asker bulundurmakta ısrar ediliyor? Sen hudutlarında 40 bin Yunan askeri olsa rahat eder misin?”
Ve ekliyor: “Rumlar, ada Türk garantörlüğünden ve askerinden temizlenmedikçe kesinlikle herhangi bir anlaşmaya yanaşmayacaklar. Ve haklıdırlar. Sen hudutlarında 40 bin Yunan askeri olsa rahat eder misin? Kıbrıs için çözüm, adanın toptan askerden arındırılmasıdır.”
***
Metin Münir, çözümü zorlaştıran bir konuya daha el atıyor ve Türk tarafının tutumunu eleştiriyor:
“Anlaşmayı engelleyen bir başka konu, Türk tarafının bakanlar kurulundan başlayarak bütün önemli kurumlarda veto yetkisi istemesidir. Rumlar bu yetkiyi sadece Bakanlar Kurulu ve Türkleri yakından ilgilendiren önemli kurullar için kabul ediyor. Bu neden yeterli değil? Eğer her yerde veto yetkisine sahip olursan adayı beraberce değil, sen idare ediyorsun demektir. Dünyada azınlığın çoğunluğu yönettiği böyle bir federasyon modeli yoktur.”
Bu saptama oldukça çarpıcıdır ve mutlaka tartışılmalıdır. Kıbrıslı Türklerin siyasi eşitliğini ve etkin katılımını Denktaş’tan kalan bir mirasla hayatın her alanında “ayrı oy” olarak okumak, ciddi bir hatadır. Siyasi eşitlik, aritmetik eşitlik değildir. Ne de %80 ile %20’nin eşitlenmesi mümkündür. Burada önemli olan Kıbrıslı Türklerin iki asli unsurdan biri olarak devlet içinde nasıl konumlanacağıdır. Örneğin, Kıbrıs Türk toplumunun rızası olmadan anayasanın değiştirilememesi çok önemlidir ki, Kıbrıs Rum tarafı bunu kabul ediyor. Benzer biçimde, Bakanlar Kurulu karar alırken en az bir Kıbrıslı Türk bakanın onayının aranması konusunda da görüş birliği vardır. BM kararlarında siyasi eşitliğin aritmetik eşitlik olmadığı net biçimde ifade edilmektedir ve toplumların federal organları etkin katılımına vurgu yapılmaktadır.
”Etkin katılım” kavramını nasıl yorumlayacağımız çok önemlidir. Kimileri bunu aritmetik eşitliğe kadar sündürmek istiyor. Kimileri de mümkün olduğu kadar maksimum “ayrı oy” diyor. Yorum serbesttir ama bazı gerçekler vardır ki, fazla dil cambazlığı kaldırmazlar.
Örneğin %80 ile %20’yi eşitleyemezsiniz!
***
Ayrıca şu da var: Federal devlette Kıbrıslı Türklerin siyasi eşitliği 1960 anayasasına kıyasla çok daha geniş bir alana yayılıyor. Kıbrıslı Türkler Kıbrıs Cumhuriyeti’nde sınırlı bir eşitliğe sahiptiler. Yasama organında sadece üç konuda ayrı çoğunluk aranıyordu: vergi kanunu, belediyeler yasası ve seçim yasası. Diğer bütün konularda düz çoğunlukla yasa yapılıyordu ki, bu da Kıbrıslı Rumların kendi başlarına birçok konuda yasa yapması anlamına geliyordu. Oysa federal devlette yasama organı Kıbrıslı Türklerin rızası olmadan yasa yapamaz. Benzer bir durum yürütme için de söz konusudur. 1960 anayasasına göre, bakanlar kurulunda sadece üç Türk bakan vardı ve 7 Rum bakan istediği kararı alabiliyorlardı. Oysa federal devlette Türk bakan sayısının daha fazla olacağı kesin olduğu gibi, en az bir Türk bakanın onayı olmadan karar alınamayacak. Kıbrıs Cumhuriyeti’nde uygulanan başkanlık sisteminde başkan ve başkan yardımcısının, yani Dr. Fazıl Küçük’ün sadece güvenlik, dış ilişkiler ve güvenlik konularında veto yetkisi vardı. Federal Kıbrıs’ta ise uygulanacak dönüşümlü başkanlık sisteminde Kıbrıslı Türk başkan bütün konularda yürütmenin başı olabilecektir.
Böylesi esaslı kazanımlar söz konusu iken, federal kurumların önemli önemsiz bütün organlarında bir Türk’ün onayını şart koşmak, hele bu yüzden çözümü zora sokmak elbette mantıklı bir tavır değildir. Ayrıca, böyle bir tavır, federal devlet modelinden iyice uzaklaştığı anlaşılan Anastasiadis’e bahane üretme fırsatı sunmaktadır.
Metin Münir, haklı olarak “çözüme giden yol, demagoji ve palavradan değil gerçeklerden geçer, onları konuşalım çocuklar” diyor.
Evet, gerçekten de bunları konuşmalıyız.
Tabii, eğer geç kalmamışsak…”