iktibasİlhan UzgelÇok kutuplu dünyanın Filistinlilere faydası ne? - İlhan Uzgel

Çok kutuplu dünyanın Filistinlilere faydası ne? – İlhan Uzgel

Bir süredir hâkim olan Batı ve ABD’nin düşüşte olduğu; Çin, Rusya ve Hindistan’ın ise küresel ağırlıklarını artırdığı görüşü Filistin sorununa yansımıyor. Çin ve Rusya, Batı’nın sorunu olarak gördüğü Filistin’e müdahale etmek yerine İsrail ile arayı iyi tutmaya çalışıyor

Orjinal yazının kaynağıbirgun.net
diğer yazılar:

Hamas’ın 7 Ekim’deki sürpriz saldırısı yalnızca İsrail’de değil bütün dünyada şok etkisi yarattı. Tetiklediği savaşın en ağır sonuçlarını tahmin edileceği gibi Filistin halkı yaşıyor. İsrail’in başlattığı acımasız, hiçbir ölçüt ve ölçüye sığmayan, stratejik sivil bombardımanı hala devam ediyor ve bir süre daha devam edecek gibi. ABD, İngiltere, AB, Japonya, Kanada ve Avustralya her zaman olduğu gibi İsrail’in sımsıkı arkasında durdular. İsrail’in Gazze’ye yönelik devam eden son saldırısı sırasında izlediği politika, artık “Batı’nın çifte standardı” söyleminin ötesinde bir seviyeye geçti. Bu kez Batı kendi üzerinde durduğu değerler sistemini imha etti. Bunun Batı ve dünya için yaratacağı sonuçları başka bir yazıya bırakıp, burada küresel sistemde son on yılda ABD’nin düşüşü, çok kutupluluğa geçiş gibi dönüşümlerin Filistin sorununa etkisi üzerinde duracağım.

SORU(N) NE?

Bir süredir uluslararası sistemde Batı ve ABD’nin düşüşte olduğu, ABD’nin girdiği bütün savaşları kaybettiği, Ortadoğu’dan çekilmek zorunda kaldığı, bunun karşısında Asya’nın ise yükselişte olduğu, Çin, Rusya ve Hindistan’ın yükselen küresel güçler olarak dünya siyasetinde ağırlıklarını giderek artırdıkları görüşü yaygın olarak paylaşılıyor. O zaman soru çok basit. Küresel siyasetteki bu dönüşüm Filistin sorununa neden yansımıyor? Son on yılda Filistin halkının bırakın yaşam koşullarının düzelmesi, giderek daha da kötüleşmesini nasıl açıklamak gerekiyor?  Bunun için önce Rusya ve Çin’in Filistin sorununun neresinde durduğuna bakmak gerekecek.

RUSYA SORUNUN NERESİNDE?

Sorun yalnızca şu an devam eden Gazze savaşındaki tutumları değil. Çünkü Filistinlilerin sorunu 7 Ekim’de başlamış değil.

Rusya, Sovyetler Birliği’nin halefi ama Filistin sorununda Sovyetlerin oynadığı rolü oynamadı. Sovyetler, İsrail’i tanımış olsa da, FKÖ’ye uluslararası alanda her türlü desteği sağlıyordu. Putin Rusya’sı ise öncelikle İsrail ile çok iyi ilişkiler geliştirdi. Hatta ABD-İsrail ilişkileri birçok açıdan çok güçlü olsa da, liderlik düzeyinde aynı tarz siyasette buluşan Netanyahu, Putin’e Biden’dan daha yakın oldu. Rusya için, Kırım’ı ilhak etmesinin kınandığı 2014’teki BM Genel Kurul oturumundaki karara İsrail’in katılmaması ya da Ukrayna işgalinden sonra yaptırımlara uymaması, Ukrayna’ya silah göndermemesi, Filistin sorunundan daha önemliydi. İsrail’de bir milyondan fazla Sovyet coğrafyasından göç etmiş Yahudi de aradaki bağı güçlendiriyordu. Rusya diplomatik söylem düzeyinde “iki devletli çözümü” destekliyordu ama zaten ABD ve AB de bunu söylem düzeyinde savunuyorlardı. Hamas’ın Moskova’da büro açması, PYD örneğinde olduğu gibi bölgeye yönelik taktik adım ve Filistin sorununda bir oyuncu olmanın aracı olmaktan öteye gitmiyordu. Son Hamas saldırısından sonra ise Putin ağırlığı Filistin’den yana kaydırdı ama sorun açısından somut bir getirisi olmadı. Netanyahu’yu aramak için dokuz gün bekledi, doğrudan Hamas’ı kınamadı ve bir Hamas heyetini, İran Dışişleri Bakanı’yla birlikte Moskova’da konuk etti. Tabii, Müslüman Kardeşler örgütünün Filistin’deki uzantısı Hamas ile yakınlaşırken, Libya’da Müslüman Kardeşler’e yakın Trablus’taki yönetimi Hafter’e destek olarak ezmeye çalışması gibi çelişkiler stratejik çıkarlar içinde önemsizleşti. İsrail’in tepkisi ise Ukrayna savaşını hatırlatarak, Rusya’yı nankör olmakla suçlamak oldu. Rusya, hazır ABD İsrail’in arkasında dururken, Gazze’deki insani trajedi üzerinden Küresel Güney’i yanına çekme amacına kaymaya başladı.

ÇİN’DEN HEM İSRAİL’E HEM FİLİSTİN’E YATIRIM

Çin, ABD’den sonra dünyanın en büyük ekonomik gücü ve bu gücünü dünyadaki her bölgeye yansıtıyor. Ortadoğu da bunlardan biri. ABD’nin nüfuz alanı içinde gördüğü Ortadoğu’ya girmek, ABD müttefiklerini ayartmak Çin diplomasisi için keyif verici olmalı. İran bir yana, Suudi Prensi Selman Pekin’de karşılanıyor, BAE, İsrail Çin’in en çok yatırım yaptığı ülkeler oluyordu. Çin’in bölgeyle ticaret hacmi 400 milyar dolara ulaşmış, İsrail’in en büyük ikinci ticaret ortağı haline gelmişti. Çin, bütün bu yıllar boyunca Filistin sorununa angaje olmak yerine, tıpkı müttefiki Rusya gibi “iki devletli çözümü” destekledi, “İsrail ve Filistin’in dostuyuz” açıklaması yapıldı, Filistin’e yardım yerine (2008-2022 arasında Filistin’e yalnızca 11 milyon dolar yardım yaptı) İsrail’in Hayfa Limanı’nın işletmesini alma derdine düştü, İsrail’e 900 milyon dolarlık yatırım yaptı. Geçen mayısta önce Netanyahu’yu ağırlarken, dengeyi bozmamak için Mahmut Abbas’ı çağırıyor, uluslararası alanda kabul görmüş çözüm önerilerini tekrarlamaktan öteye gitmiyordu. Sonuçta Filistinliler 2000’ler boyunca Gazze’de abluka, İsrail’in yukarıdan bombalamaları, Batı Şeria’da ise bir yanda yerleşimci terörü, öte yanda resmi güvenlik güçlerinin baskısı ve şiddetiyle yaşarken ne Rusya, ne de Çin’den etkili bir karşı çıkış geldi. Hamas eylemleri sonrasındaysa Pekin yönetimi, İsrail’i meşru savunma sınırlarını aşmakla eleştirdi, hepsi bu.

Hatta, bu vesileyle ABD ile diplomasi trafiğini hızlandırdı. ABD, Çin’in bir stratejik fırsatçılık yapıp Tayvan’a yönelik bir hamleden kaçınması için uçak gemisi görev grubunu Güney Çin Denizi’ne gönderirken, Çin dışişleri bakanı Wang Yi yıllar sonra ilk kez Washington’ın yolunu tutuyordu. Belli ki Ortadoğu petrolüne bağımlı Çin, tıpkı ABD gibi Ukrayna savaşının yanında bir de bu bölgede savaşın yayılmasını istemiyordu. Çin’in bölgede en büyük diplomatik yatırımı İran ile Suudiler arasındaki normalleşme iken, Rusya Suudilerle petrol arzını kontrol etmeyi, İsrail, Mısır gibi ülkelerle arasını iyi tutmayı önceliyordu.

Çin ve Rusya, Filistin sorununu ABD ve AB’nin nüfuz alanı içinde gördüler. Buraya müdahale etmek, kaybedene oynamak yerine, İsrail ve diğer ülkelerle arayı iyi tutmaya çalıştılar. Filistin’e en büyük yardımı yılda yaklaşık 600 milyon dolarla AB yapıyor, bunu yaklaşık 200 milyon dolarla ABD takip ediyor, devamını diğer Arap ülkeleri sağlıyordu. Filistinlilerden tepede paylaşıldıktan sonra kalanla yetinmeleri ve ancak temel ihtiyaçları karşılanacak kadar bir gelire sahip olup sorun çıkarmamaları bekleniyordu.

BRICS VE HİNDİSTAN

BRICS’te daha en başından Hindistan ayrışması yaşandı. Hindistan içinde Filistin’e destek olan ve başını Müslümanların çektiği gruplar olsa da, Modi hükümeti doğrudan ve açıktan İsrail’i destekledi. Hindistan, ABD’ye ve zaman içinde birçok açıdan İsrail’e yanaştıkça, Filistin halkıyla dayanışmayı terk etti. Kamuoyu yoklamaları da ülke içinde İsrail’e sempatinin arttığını gösteriyor. Brezilya ve Güney Afrika ise Filistin’in yanında durdular. Filistin’in üye olmak için başvurduğu, daha yeni Suudi Arabistan, BAE, Arjantin gibi ülkelerle üye sayısının genişlediği ve küresel siyaset açısından ümit bağlanan BRICS ise bu sorunda yok. Yeni kurulan Asya Yatırım Bankası’nın da Filistin’e herhangi bir destek ya da yardımı olmadı.

O zaman şu soruyu tekrar hatırlatmak gerekiyor. Küresel sistemdeki dönüşüm Yemen’de, Gazze’deki çocukların hayatına neden hiç yansımadı? Dünya çok kutupluluğa giderken, Filistinlilerin sorunu neden ağırlaştı?

Çünkü çok kutupluluk talebi, dünyadaki haksızlık ve adaletsizlikleri gidermeye yönelik ideolojik, siyasal ve etik bir arayış değil. İnsan değil, devlet merkezli. Çok kutuplu dünya tasavvuru Ortadoğu’ya bakınca emperyalizmin neden olduğu Yemen’deki, Somali’deki, Libya’daki insanların acılarının nasıl giderileceğiyle ilgilenmiyor. Reelpolitik’in acımasız dünyasında, İsrail ile Filistin arasında kalınca, zayıf, kırılgan, ezilen bir Filistin’in arkasında durmak yerine, ABD’nin sarsılmaz müttefiki İsrail’i baştan çıkarmak daha cazip geliyor. Suudi- İran ilişkileri gibi yüksek siyasetin, jeopolitiğin sularında gezinmek, petrol akışını garanti etmek zorla evinden edilen Filistinli ailenin çilesiyle ilgilenmekten daha önemli oluyor.

ABD hegemonyasındaki bir dünya adil, eşitlikçi ve barışçıl bir yer olmadı. Bunu her dönemde yaşadık, yaşıyoruz. Ama daha önceki yazılarda da vurguladığım gibi, ABD ve Batı bundan daha fazla zayıflasa, inişe geçse de, Çin, Hindistan ve hala sayabilirsek Rusya gibi yükselen güçlerin, ABD ve Batı’yı dizginleyerek daha adil, eşitlikçi ve barışçıl bir dünya düzeni yaratmaları gibi bir beklentiye girmek anlamlı değil. Realist ve (büyük) devlet merkezli düzen arayışlarına umut bağlamaya gerek yok.  Böyle bir modelde, küresel/bölgesel adalet yerine denge, eşitlik yerine çıkar, insan yerine nüfuz bölgesi arayışı hep öne çıkar. Kapitalist büyük güçlerin hâkim olduğu bir küresel düzendeki yer değiştirmenin, insan ve toplumlar açısından sağlayacağı fayda çok sınırlı olacak. Son Gazze kıyımı bize, Rusya’nın Sovyetler Birliği, Çin’in ise eski komünist Çin olmadığını, çünkü Soğuk Savaş döneminden farklı olarak ideolojik bir rekabet içinde bulunmadıklarını ve küresel kapitalist sisteme sıkıca entegre olduklarını açıkça gösterdi.

Büyük güçlerin, ABD karşısında güçlenip adalet dağıtmalarını beklemek yerine, bunu aşan daha adil bir düzen arayışı anlamlı olabilir.

  • Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Yeniçağ Gazetesinin editöryal politikasını yansıtmayabilir 
- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
352AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin