Makalenin konusu olan iki gün, haftanın da normal sayılacak son günleridir. Pazar zaten genelde tatil. Bu hafta ilgili günler iki önemli yıldönümünün da anlamını yüklenmek zorunda kaldı. Yirmidört Kasım öğretmenler günü olurken, Cumartesi de kadına şidet le mücadele günü olarak yaşandı. Konuyla alakalı elbet yeri geldiğinde gereken sözleri yazdım. Fakat, her iki gün de yaşanırken, hafıza kaybı veya konuşulması istenmeyen yönlerin de olduğuna tanık oldum. Kısa yazımda bunlara biraz deyinecem. Böylelikle de haftanın iki önemli olayı ile sizin gözden kaçırdığınız veya bilip de dikate almadıklarnızı da bulacağınızı tahmin ediyorum.***
Cuma günü yirmidört Kasım türkiye merkezli öğretmenler günü yyaşandı. Öteki gün ise uluslararası yönlü gün olarak kabullenildi. Böyle bir farklılık da var. Öğretmenler gününde yaşananlar yanında, günün anlamı ve ortaya çıkış konusunda epey eksiklik olduğunu da basit gözlemle anladım. Nitekim, TV ve Ratyo mayısta bu konuya dokundum. Bazı kesimnelrden de hemen olumlu tepki aldım. Özellikle ilgili yönü unutup veya bilmediklerini söyleyen epey kişiğe rasladım.
Çoğu kesim Yirmidört Kasımın Cumhuriyet döneminde hat da Atatürk hayattayken kendinin Öğretmenlere ikram edildiği inancı vardı. Özellikle Seksen cuntasının bu günü ilan etiğini epey az kişi biliyor. Nitekim, olayın özünde, Evren cuntası bir elinde kuranla dincilik gericiliği teşvik edip idolojik aygıt olarak güçlendirirken, Atatürk simgesiyle özellikle devlet eksenli Kemalistleri de memnun ediyordu. Bir elinde Kuran dilinde de Atatürkle probaganda faşist kuralını uyguluyordu. Yirmidört Kasımı da Atatürke verilen Baş öğretmen günü olması nedeniyle, kendini de ayni noktada kulandırma adına Ööğretmenler günü olarak ilan yaptı.
Cunta sonrasında özellikle devrimci ve sosyalistlerin olduğu öğretmen yapılarında gün kabul edilmemeğe uğraşıldı. Devrimci demokrat hareketlr geriledikçe hele de CHP tipi Kemalistler de rollerinde ihtiyaç duydukları için, giderek Öğretmenler günü kabullenme yönünde gelişti.
AKP sürecinde ise öyle bir terslik oldu ki, resmen zamanında Cuntanın ilan etiği gün adeta dönüp oluşan gericileşme ile birlikte Kemalistlerin gericiliğe karşı kulanmaya başladığı güne geldi. Türkiyedeki cuntadan AKP sürecindeki gerilemenin adeta yirmidört Kasım günü nasıl bir geriye düşüşün önemli günü olarak da sorgulanması gerekir.
Son nokta da bizden: öğretmenler günü bizde sorgulanmadan “bazı sendikacılar hariç” adeta resmi kuram gibi gerçekleştirildi. Fakat, son eğitimdeki gelişmeler ve tam da öğretmenler günündeki bazı öğretmen sendikacıların mahkemede olması, kaçınılmaz olarak tepkilr de gelmesine neden oldu. Fakat, pişkin makamcı Nazım efendi yine pişkinlik dersini vermekten de geri kalmadı. Bu gelişmelerden utanmadığını söyledi. Tıpkı gericilik kitaplara konulurken, dini kuran kursları ve tarikat eylemlerini desteklerken, çekinmeden yalan söyleyen, normal atamaları dahi yapmayarak resmen yandaş kul yaratma adına geçicilikle oynamaktan utanmayıp pişkinlik sergileyen Nazım bey, elbet öğretmen ve eğitim konusunda da pişkinlik göstermesi gayet normaldı. Bunu da yaptı.***
Kadına şidet günü ise uluslararası gerçekleştirilip kabul edilen gündü. Bilmem: bu günün temelinin Dominikte atıldığını kaçı biliyor? Orada 3 kız kardeşin öldürtülüp, trafik kazası süsü verilmesinin tutmayarak, dönüşen isyanla kazanıldığı artık bilinmesi gerekir. Pek bilen yok. Başka gerçekle, birçok emek ve aydın hareketli günleri kazandıran dünyada genelikle kimilerin pek duymak istemediği sosyalistlerin kazandırtığı, onların bedel ödeyerek günümüze geldiğini nedense siyasal sorgularda konulmaz. Tıpkı üç kadının kardeşin Dominikte hem de cunta tarafında kurşunlanıp öldürülmesi gibi. Bu kardeşlerin devrimci sosyalist olduğu, mücadele yaptığı, hapse konulduğu, hat da birinin diktatör tarafından inanılmaz teklifler yapıldığı bilgileri de mutlaka bilinmesi önemi var. Bugün eğer ilgili gün oluşmuşsa, katledilen üç kadının yaptığı devrimci mücadele ile katledilmelerinin etkilerini göz ardı etmemek gerekir.
Bir başka nokta da Türkiye İstanbul kadın sözleşmesinden çekildi. Daha doğrusu genel sözleşmeden çekildi. Türkiyeleşme gerçeğimizle buraya da yansıyacağını aklımıza çoktan getirmemiz gerekirdi. Nitekim son protokole de konmadı. Kim bilir bazı resmi Türkiye protokolerine de konmamıştır. Fakat, söyleyen olmadı. Bunu Lefkoşa belediye başkanı açıkalayıp imzalamadı. Makamcılar kıvırmaya başladı. Halbuki hepimiz biliriz ki İstanbul sözleşmeli bir kararı Türkiye imzalamaz. Çünkü ayrıldı. Buda kadın örgütlerine hatırlatılınır. Fakat, net olan gericileşme ve faşist kurumsallaşmalar geliştikçe, en çok etkilenecek olan kesimlerden biri kadınlardır. Şidet ve tecavüzlerin de artacağı mutlaktır. Zaten son dönemde bunları yaşamıyormuyuz?