Son günlerde, Türkiye ekranlarında dolaşırken, özellikle de muhalefet kesimindeki yayınlarda hep iki liderin tartışmasını izliyorum. Bahçeli ve Akşener. Bir anda ırkçı kesimdeki siyasal durum kafamda böylesi makale yazmayı da tetikledi. Başka şekilde de K. Kıbrıs medyasına gelince hükümet ve muhalefet kısırlığında boğulmaktayım. Bence önemli eksikliklerden biri olan devlet yaklaşımının önemli eksikliğinin sonuçlarını ekranda toplamaktaydım. Halbuki ayni kesime yeri geldiğinde övgüler de dizildiğine de tanık olduğumuz günelr de olduydu..
Yetmişler sonunda Kıbrıs için yeni siyasal görüş oluşturmak için, iki konuya çok önem vererek araştırıyorduk. Devlet ve sömürgecilik. Doğrusu o günlerin devrimci hareketlerin bazılarında da konuyla alakalı epey tartışma zemini de vardı. Markstan Altuzere, Leninden Gramşiye, bilinen devlet öğretilri dışındaki en çok yarlandığımız siyasal bilimcilerdi. Ayrıca seksenler başından itibaren dünyadaki devletlerin de birçok gelişmesini kurumsal yapılarını da takip ederek, birikimimizi güçlendirdik. Bu birikim, doksanlardaki Sovyet sonrası birçok devlet içi çatışmaları anlamakta epey yardıncı oldu. EN başta, Türkiye ve onun kontrolundaki K. Kıbrıstaki gelişmeler konusunda öngörülerimiz tutuyor, gelecek tahminlerimiz de haklı çıkıyordu.
Hep ayni noktada karşıtlarla tartıştık. Hat da kendini solcu zannedip Neoliberal tutsaklığa vardığını anlayamayan veya çıkar üzerine koruyan kişilerle de ter döktük. Örneğin doksanlar dönemindeki emperyalist yeniden siyasal stratejik ayarla,d evletlerdeki gelişmelerde bunu iyi gördüm. Zaten, ta başlangıçtan, salt sınıfsal veya kavramsal deyil “devlet bicini, devletin yönetilme ilkesi ile sınıfsal karaterisliği” ayrımlarını iyi bilen biri haline geldim. Öyle ki birçok yerde bunun seminerlerini de verdim. Devlet içi çatışma ile devlt muhalefet ikilemini iyi kavradığımı hayat kanıtladı.
Doksanlardaki tartışmada TC de birçok yeniden ayarlamalara girerken, bazen sancılı bazen de sdrt kırılmalarla gerçekleşirken, bazı örgütlenmelerde de imaj oyunları oldu. Geçmişin kötü niteliğini bir süreliğiben örtme algısı oldu. MHP bunun en net kanıtıydı. Hele Türkeşin ölümü ve Bahçelinin gelişiyle koşullar daha bir iyi oldu. Nerede ise önemli kesim Bahçeliği demokrat olarak kabulendi. MHP demokratik parti, sivileşen siyaset olarak algılatıldı. Bu konuda ben ısrarla olayın demokratikleşme deyil de yeni yapıya geçiş olarak kavranmasında ısrarlıydı. Faşizmim yeni ayarlarla devlet içi roluna dikat edilmesini Yeni Çağ ve Avrupa gazetesinde de yazdım. Nitkim hep haklı çıktım.
Öyle ki AKP yönetime gelmesinde, en kritik AKP hakimiyet olma bnoktasında MHP hep katgıcı rol aldı. Burada, CHP devlet partisi olmasının da yararını gördü. Yeri geldiğinde CHP yanındaymış gibi yapıp imaj yenilerken, kritik her noktada da AKP lehine tavır koydu. Tıpkı Deniz Baykal ve Kılıçtaroğlu gibi. Çünkü ister Kemalist, ister faşist, ister ümmetçi veya Muhavazakar farketmez, hepsi devlet eksenli partilerdi. Devlet idolojisinin birer kurumu gibi davrandılar. Bu nedenle Türkiyedeki muhalefet eksenine devlet partileri yönlendirme olarak rol almadılar.
Ayni durum ders alınmamış olacak ki Akşenerin de sürecinde yaşandı. Akşenerin doksanlar rolü ortadayken, sırf MHP içi kavgalr nedeniyle ayrışmasıyla sanki “demokratmış” havası estirildi. Hep hocam Kongar isger Bahçeli ister Akşener konusunda ayni yanlışa düşenlerden birisidir. Akşener demokratlık lafazanlığı da gelişirken, itifakta dahi yaptıklarıyla onlara olaya siyasal duruşla bakmanın belki önemini hatırlattı.***
Türkiyeleşme gerçeği sonucu yönetim mekanizması deyişmeden ayni yanılgılar K. Kıbrısta da yaşandı. Mehmedali bey ve Akıncı dönemleri bunun tersten örnekleridir. Algı oyunu ile “deyişim ve sol” söyletilirken, onlar sömürgesel ihdiyacın giderilmesi gereken yönlerini yapıp yeniden koltuğa hem de sömürge tipi oyunlarla kovuldular. Ama, bunlar hiç olduğu gibi yorumlanmıyor. Buda devlet bakışı ile sömürgecilik gerçeklrindeki eksik bakışın sonucudur. Eklemeden de olmayacak: Neoliberalizmin bilimsel eksenine getirdiği daraltma kuralının işlediğini göseriyor. Marksis deyil de akademik bakma algısı ne yazık kabulendi. Oysa Marksis tüm bilimsel gerçekler hep sonuçta haklı çıktı. Emperyalizmin kuramını kulanmadan, sömürgecilik kavraından uzak salt olgularla deyerlendirme yapmak, hep sömüren sömürülen ikileminde dahi eksiklik kalacaktır.
Gelelim başa: Türkiye televizyonları Bahçeli ve Akşenerle tartışmaları dolduruyor. Bunların siyasal gerçekliğinden hep uzak. Devlet eksenli rejim akışının yok sayılarak sürdürülüyor. Oysa yeni siyasal rejimin devlet içi güçleniş dönemidir. Kurumsal çöküş ile muhalefetin devlet zırhından çıkıp kitlesel karşılığı olmamasının acı gerçeğidir. Olguları siyasal ve merkezi ile uzak kriterlerinden soyutlarsanız, birgün demokrat ertesi gün inanılmaz kötü olarak konumlayıp tartışılır. Elbet sonuçta da öngörüler de buharlaşıp unutulur.