Öngörü yapmanın temel önemi, önce gerçeklerle oluşan koşulları bilmekle başlar. Geleceği okumak, özellikle şu anda yaşananları doğru kavramak kuramına deyer vermek önemlidir. Bilmeden veya günü kurtarma adına atıp tutuluyorsa, baskılarla, sansürlerle ve bilgisizlikle gerçekleri örtükçe, öngörme ile gelecek yorumları yapmak havada su dövmenin de ötesinde kendi kendinizi kandırırsınız. Nitekim, şu anda çevremizdeki önemli gelişmelerin çoğunu brakın ters bilmeği, resmen bilmiyoruz. Alınan kararlar, hedeflenen yol gibi hamlelerin uçuştuğu süreç dahi okunamıyor. Algı operasyonu ile güncel tercihli duyulanlarla konuşulup gidiliyor. Hala koşulları ret edip hastahaneği dahi Türkiyenin yapacağı gerçeği konuşulurken, çıkıp jet sgandalcı, adapas sahtekarlık makamcısı ve ihalesiz yakıt rantiye uygulayıcısı, kendinin hastahaneği yapacağı müjdesini defalarca veriyor. Bunlar memleketin ahvalisinin gelecek konumlanışıdır. Fakat, çevredeki olanlar, hele Türkiyeden Filistine varan eksende taşların depremle sarsılması dahi kafaları rant hırsından, yandaş yalakalıktan kurtarmaya yetmiyor.
Brakalım memleketi. Memleketi ençok etkileyen bir Türkiye öörneği ile devam edelim. Son Türkiyede hem de “hukuk alanında” olanlar, nereye varıldığı ile nasıl yarının çok tehlikeli öngörüsünü yaratmaktadır. Bir ülke düşünün: en üst hukuk kurumu Anayasanın kararını alt mahkemler uygulamıyor. Üstelik yasal zorunluluk ve hiyerarşik durum olmasına rağmen. Ardından yetmezmiş gibi yine alt yapılarından Yargıtayın üçüncü dayresi de kararı veren Anayasa yargıçlarının tutuklanmaları gerektiği açıklaması yapılıyor. SÖzkonusu da seçilen ve seçilmesi dahi yasal olarak kabullenen Can Atalay olayı olmasına rağmen. Nereye gelindiğinin hukuksal net resmi daha öncekioluşumu zaten sonucun geleceğini de kanıtlıyordu. Yeter ki gerçeklerden kopulmasın.
Zaten, Beştepe sarayı yapılırken Danıştay kararına Erdoğan” gücün versa gel engele” demedimi. Anayasa hükmüne rağmen AİHM kararları olmasına karşın birçok kişi hala hapiste deyil mi.. Bunlar türkiyenin hukuki son resmi, Sonra da gündeme anayasa deyişimi tartışması yapılma tartışmaları alıp başını gidiyor.
Doğumuza gelince: Suriye adeta işkaler örgüsüne takıldı. Türkiye, Amerika ve İsrail resmen Suriyenin belirli topraklarını elerinde tutuyor. Hem de uluslararası kararlara rarğmen. Yetmezmiş gibi durmadan da Suriye bonbalanıyor. Türkiyenin kontrol etiği Kuzey Batı bölgesinde idlip emirliği adıyla şeryatçı yapı da kökleşiyor. Ama, uluslararası kararlar falan deniliyor..
Lübnan paranparça. Ülkenin hangi gerekçe gösterilmeden net vurgulayalım: eğer Hizbulah örgütlü askeri güce sahip olmasa, İsrail defalarca bu ülkeği işkal edecekti. Zaten birkaç kez denedi. Sapra ve Şatila gibi önemli Filistin katliyamlarını da gerçekleştirdi. Son işkal girişimi ise direk Hizbulahın direnişiyle İsrail yenildi. Fakat, B.M. başta ABD ve israilin dayatmasıyla Türkiyeninde katıldığı askeri güç ile Hizbulanın silahlandırılması hedeflendi. Başarılamadı.
Şimdi, İsrail Hizbulahtan intikamını almak istiyor. Hizbulah ise son israilin elinde kalan Lübnanın işkal bölgesinin uluslararası kararlara da uygun şekliyle devredilmesi isteniyor. Ama, tıpkı Filistin konusu gibi konu olan israildir. Kurdurtulan ve Emperyalizmin yeni sömürgecilik politikasına uygunfaşist devlet saldırgan yapısıyla, dünyaya Hizbulahı önce terörist örgüt diye birçok ülkeğe kabullendirdi. Şimdi, Hizbulaha karşı girişeceği saldırılar için de Hizbulahı devletştirip saldırma olanaklarını zorluyor. Ne yazık yakın bildiğim solcular dahi tıpkı bazı Filistin durumuda olduğu gibi emperyalizmin bu algı oynuna uyuuyor. İsrail gerçeği ile bölge koşulları deyil de Hizbulahın yobaz gerici olduğu algısıyla hala hareket ediyorlar.
Gelelim Filistine: yer az kaldığı için, sadece son döneme deyinecem. İsrail açıkça konuyu zaten her yerde açıklıyordu. Gazze bölgesindeki Filistinlileri sürecek ve orayı kontrol edecekti. Etnik temizlik ve soykırım planlarını net şekilde haritada dahi işaret ederek açıkladı. Tekrar edelim: İsrail normal devlet kuralıyla kurulmadı. Taşınan nifus ve Filistini işkallerle genişleterek oluşan faşist bölgesel güçtür.
Son Gazze olayında da yaptıkları gibi çocuk kadın demeden, hastanhane okul brakmadan ve herkesi ölüm veya kaçın ikilemine sokup yasak silahlrı dahi kulandı. Dünya kapitalist moderin devletler de olaya israilin güvenliği deyip savundular. İslam ve arap dünyası ise birkaç ülkeği dıştalasak, hepsi sesiz kalıp israili onayladılar. Hala füzeler düşüyor. İnsanlara etnik temizlik güçle dayatılıyor. Ateşkes kararı dahi alınmıyor. Hem de oylamada çok farka rağmen ABD ve İngiltere yetip artıyor. Ama şuda algıyla başarıldı: Filistin İsrail çatışmasından da soyutlayıp Hamas ağırlıklı İsrail çatışması diye manüpüle edilmektedir. Belli ki işler epey karışacak. Tek gerçek artık bildik Ortadoğu sınırları dahi brakılmadı.
Kısaca, birkaç gerçek sıraladım. Bjunlar doğru yakalanırsa, seçenekler yerli yerine konulursa, üstelik hep gaz hesaplı AB fonlu Kıbrıs konuşulup türkiye dahi devre dışı brakılarak lafazanlık yapılıyorsa, daha gerçeklere ulaşma dahi oldukça güç. Ama, bölge kaynıyor ve belli ki artık bildik bölge deyildir. Hele, uluslararası hukuk falan hiç efsanesi okunmuyor. Cenevre mi sınırlar dyeişmezmi, alınan kararlar mı bunlar hep adeta faşist emperyalist cenderede kaynatılıp suyun içilme dönemini yaşamaktayız. Şimdilik bazı sol dalgalar da yetersiz kaldığı da acı durumdur.