1956 yılında Filistinliler bir İsrail askerini öldürürler ve cesede kötü muamele yaparlar. Dönemin savunma bakanı Moşe Dayan, öldürülen askerin mezarı başında bir konuşma yapar ve İsrail’in savunmasını güçlendirmesi gerektiğini söyledikten sonra konuyu Filistinlilere getirir ve şu anlamlı soruyu sorar:“Bize karşı olan bu yakıcı nefretlerini nasıl açıklayabiliriz?
Yanıtı yine kendisi verir: “Sekiz yıldan beri Gaze’de göçmen kamplarında yaşamaktadırlar. Babalarının yaşadıkları toprakları ve köyleri gözlerinin önünde aldık ve kendi mülkümüze dönüştürdük…”
Evet, Moşe Dayan, Filistinlilerin öfkesini ve nefretini bu sözlerle anlatıyordu ve çarpıcı bir empati örneği sergiliyordu.
Bu sözlerde kanımca derin anlamlar saklıdır.
Moşe Dayan, Yahudilerin yaşadığı büyük acıların insanıdır. Bunda kuşku yok! Fakat bir Yahudi olarak yaşadıkları onu Filistinlilerin acısını görmezlikten gelmeye sevk etmiyor. Bu elbette erdemli bir tavırdır. Fakat sanırım bunun ötesinde bir durum söz konusudur. Moşe Dayan’ın sözlerinde iki halkın da kurban olduğu ve haklı tarafları olduğu gerçeği gizlidir: Tarihin en korkunç zulmüne uğrayan Yahudiler ve bir anlamda bu olgunun bir sonucu olarak Filistin topraklarında bir devletin kurulmasıyla Filistinlilerin mağdur edilmesi…
Yani Dayan söyledikleriyle aslında “tarihin cilvesine”işaret ediyor…
Peki, “tarihin cilvesinin”travmalara gark ettiği bu iki halk, “kötü kaderi”kader ortaklığına nasıl çevirebilir?
Bu soruya en güzel yanıtlardan birini İsrailli yazar Amos Oz verdi. Nobel ödüllü yazar, ölümünden önce İsraillilere yaptığı tavsiyelerde, İsrailliler ile Filistinliler arasında yaşananların derin ve kanayan bir yaraya yol açtığını belirterek, “yaraların üzerine vurarak, şiddet kullanarak onların tedavi edilemeyeceğini söyler: “Kanayan bir yara şiddet ile tedavi edilemez. Böyle bir yaranın iyileşmesi için, önce onarıcı bir dil bulmak gerekiyor. Düşmanına veya karşıtına ‘biliyorum, çok acı çekiyorsun, anlıyorum’ demek gerekiyor.”
Amos Oz, onarıcı bir dil geliştirmenin ille de ötekine “sen haklısın, ben haksızım” demek olmadığını belirtiyor ve onarıcı dilin “acı çekiyorsun biliyorum, ben de acı çekiyorum, gel birlikte bir yol bulalım” demekle başladığını söylüyor.
Gelgelelim Yahudiler ile Filistinliler böyle bir dil geliştiremediler. Amoz Oz’un deyişiyle kısır bir döngü içinde dönüp duruyorlar, uç noktalara savruluyorlar.
Oz, normal koşullarda zeki olan bu halkların böyle bir çılgınlığa neden kapıldıklarını da sorguluyor. İsrailli yazara göre bunun nedeni, İsrailli ve Filistinlilerin aynı anda hem haklı, hem de haksız olan iki savaşı sürdürmeleridir: “Filistinlilerin haklı savaşı, kendi ülkelerinde aşağılanmadan, bağımsız ve hür yaşamaktır. Haksız savaşları da Yahudilerin kendi devletlerine sahip olmalarına karşı çıkmalarıdır.”
Yahudilerin haklı savaşı ise “kendi topraklarında kimseye köle olmadan, azınlık konumuna düşmeden, bağımsız bir halk olarak yaşama mücadelesidir. Haksız savaşları da konutlarına ekstradan iki oda daha ilave etmek istemeleridir.” Burada açıkça İsrail’in izlediği kolonizasyon politikası eleştiriliyor.
Bugün İsrail’i yönetenlerde maalesef ne Moşe Dayan’ın empatisi, ne de Amos Oz’un bilgeliği vardır.
Fakat sorunu şiddet yoluyla çözmekte ısrar etmenin cürüm işlemenin yanı sıra, İsrail’in uzun erimli çıkarlarına da zarar verir. Nitekim Amos Oz bir an önce iki devletli çözüme gidilmesini tavsiye eder ve aksi halde, İsrail devletinin uzun vadede varlığını sürdürmesinin mümkün olmayacağını belirtir:“İki devlet kurulmazsa, hem de hızlı bir şekilde, burada tek devlet olacaktır ve bu, iki-uluslu bir devlet değil, bir Arap devleti olacaktır, denizden Ürdün’e kadar…”
Amos Oz, müthiş bir öngörüyle, o gün gelene kadar Yahudiler’in Araplar üzerinde bir diktatörlük kurabileceklerini veya korkunç bir şiddet ve kan gölü olabileceğini ama bunun yanıltıcı olacağını ileri sürer ve İsraillilere son uyarısını yapar: “Ne olursa olsun, eğer iki devlet kurulmazsa, sadece tek devlet olacak, bir Arap devleti, denizden Ürdün’e kadar…”