Kırk yıl öncesine gidelim. Ondört Kasım gününe varalım. Baharın yaşandığı ancak, sokakta belirli çevrenin endişelerinin korkuyla geçeği beklediği andı. Baharın ılık kapalı havası ile sokaktaki ısınan korku, belirli çevrede konuşmalarla hissediliyordu. Denktaş tüm vekileri saraya çağırdı. Herkes gerçeği tahminden de öte, biliyordu. Isıtılıp getirilen “bağımsızlık ilanı” yaplma inancı yaygındı. Tanıdık muhalefet vekilerine evet deyip demeyecekleri soruları da soruluyordu. Denktaşın kararlı olduğu, koşulları Türkiye ile birlikte değerlendirip fırsatla ilanı yapacağı tahminini epey yaygındı.
Muhalefet iki parti, sokakta bildiri dağıtmanın da ötesi, birgün önce rozatlerini takıp Federal Kıbrıs çağrısı yapıyordu. Bir anlamda ilanı düşünülen bağımsızlığa karşı çıkacakları mesajı veriyordu. Veriyordu da yine de ahalinin duyarlı kesimi korkuyordu. Acaba, direnecekler mi öngörülerinde epey endişeliydilar. Fakat, sokak canlıydı. İşin düşündürücü kısmı, öğretmenler sendikaları olaya direk destek veriyordu. İşçi sendikası TÜRK, sen de ayni durumdaydı. Bazı kendilerine aydın diyenelr de duruşta Denktaş yanında alma konumuna geldiler..
İkindine doğru geliniyordu. Dayreden çıkarken hep düşündük: Yarın nasıl bir günle karşılaşacağız. Gece yemek zamanına doğru bir haber yayıldı: dünya ile bağlantılar kestirildi. Artık Denktaşşın kılıcıyla başbaşa kalınıyordu. İşin ironisini de sonradan düşündüm: dünya çevreleri aslında olayı bilmemeleri mükün deyildi. Herşey açık yaşandı. Muhalefetin yürüyüşle, rozetlerini takıp karşı oldukları gelişmesi dahi bazı çevrelerde haber yapıldı. Fakat, Denktaşın tüm ulaşım ve ileşim kesintileri bir analmada psikolojik baskıyla korkutma davranışının daha ağırlıkta olacağını bana hatırlatıyor. Ancak, yine de sanki habersiz yaptı ve duymasınlar algısı da bizde tutu. Takeci gazeteci de rolunu aldı. Kendine habercilik kılıfı da koyarak Denktaş roluna uygun davranıldı. Ergün Vehbi de onu saraya alarak tanıklık yaptırdı.***
Sonuçta ertesi güne geldik. Onbeş Kasım. Uyandığımızda BRT marşlar çalıyor. Bağımsızlık ilanı gerçekleştirildiği haberi hamasi nutuklarla duyruldu. Dayreler, okular ve çocuklar meclis önüne toplatıldı. Denktaş nutkunu çekti. Gece vekilere verdiği sözü yine tutmayarak, parlementoyu fes ediyor, yeni kendi atayacaklarıyla eski vekilerden oluşan kurucu meclisle resmen yeni anayasa da yapılacağını gürleyerek açıkladı. Oysa geceleğin muhalif vekilere parlemento fes edilmeyecek ve anaasaya dokunulmayacak, federasyondan vaz geçilmeyecek sözleri verildi. Tabi tıpkı yeni Denktaş taktiği olarak yaşatıldı. Zaten vekilerin dirensizliğini gördü. Birkaç tehtitle herkes yelkenleri indirdi. Böylelikle bir gün öcesi ile sonrası banbaşka havalar esmeğe başladı.
Teslim olan vekiler ise hemen savunma mekanizması geliştirdi: artık yeni bir çocuk doğdu. Bunu yaşatmayı düşünmeliyiz. Bir başka durum da bahanenin danistkasını işaret ediyordu: federasyon da açıklamada var ve sürdürülecek” sözleriydi.
Önemli not: CTP en azından ko nuyu parti meclisine getirip, az oyla kabul oyu ile sonlandırdı. Oysa TKP kendi parti meclisiden resmen korktuğu için bu yönteme baş vurmadı.***
Aradan yıllar geçti. Kırkıncı yılına geldik. Kırk yıl öncesi ondört Kasım günü söylenen tüm olgularda haklı çıkıldı. Bağımlılık ilişkisi ve daha da sömürgeleşip Türkiyeleşme rotası resmen kolayca yoluna sıçrayarak devam etti. Denktaş ile şimdiki saraylı Ersini kıyas ederseniz, nerelere geldiğimizin basit kanıtını bulursunuz. Zaten kimisi olaya sivil darbe derken, kimisi de dahada Türkiyeleşme hedefi boyutuyla yorumluyordu. Her ikisi de oldu. Ama, olmayan fedelral ile bağımsızlıktı. Denktaş kısa zaman sonra hedeflerine ulaştı. Yeniden seçilme anayasasını daha otoriter şekliyle geçirti. Siyasal olarak da federalcılıktan bağımsız devlet savunması ile iki devletliliği de gündeme soktu.
Aradan kırk yıl geçti. Artık nereye geldiğimiz de net şekilde ortada. Kimin haklı kimin haksızlığı da önemsizleştirildi. Çünkü epey yol alınıp yeni sıçrama yapının da koşulları yerleştirildi. Baştan beri hep taksim teziyle hareket edilerek bu sonuca gelindi. Nedense kimse öyle sert şekilde de karşı çıkmadı. Deyerlendirme yaparken, son nokta da zamanında karşı çıkanların yeni sistemin yerleşmesindeki önemli kavşaklardaki rol tersliğine de dokunmak önemlidir. Hat da başlangıçta sanki bağımsızlık olacakmış gibi algılayan bazı çevrelerin de şimdi bu ilan sonuçlarına sert karşı çıkan çizgiye gelmesi de tesadüf olamaz.
Gerçekleri gördük. Ama, gerçekleri görmek yetmiyor. Zamanında müdahale edememenin, örgütsüz olmanın sonucu olarak, haklı çıksanız da siyaset sizin istediğinizin tam tersi oldu. Kuzey Kıbrısta “bağımsızlık ilanı ve sonrasındaki” görüşlerimiz doğrulansa da gerçekte yine kaybetmenin tarihi olayını da acıyarak yaşadık. Kırk yıl öncesinin kısa yorumu da böyle.