iktibasPınar DemircanCOP 28 ile nükleer için iklim krizi fırsatçılığı - Pınar Demircan

COP 28 ile nükleer için iklim krizi fırsatçılığı – Pınar Demircan

Esasen fosil yakıt şirketlerinin bekasının öne çıktığı COP 28’in devlet şirket ortaklığına dayanan neoliberal uygulamalara Türkiye’de 1980 Askerî Darbesi’ni izleyen süreçte aşina olunması bakımından bizler için anlaşılmayacak bir yanı yok.

Orjinal yazının kaynağıbirgun.net
diğer yazılar:

COP 28 ile nükleer için iklim krizi fırsatçılığı

İklim krizi yıldan yıla tırmanan sıcaklıklar, aşırı ve dengesiz hava olaylarıyla kendisini dayatırken ilgili politikaların mimarları da bu tehlikelerin yol açtığı kuraklık, sel baskınları gibi afetlerle çoklu felaketlere karşı çözümsüzlüğü dayatmakta. 2015 yılında küresel ısınmanın 1,5 derecenin altında tutulması için imzalanan Paris Anlaşmasından itibaren her yıl toplanan Birleşmiş Milletler İklim Konferanslarının son yıllarda yeni iş fırsatları yaratmanın aracı haline geldiği açık.

COP 28’in Fosil yakıt diyarı olan Birleşik Arap Emirlikleri’nde (BAE) gerçekleştirilmesinden de belli olan bu durumu karbon salımının kaynağında değil, salım sonrası karbon yakalama, kullanma ve depolama gibi karbon azaltma ve uzaklaştırma teknolojilerine başvurulacak olması da teyit ediyor. Bilime referans verilen teknolojiler vesilesiyle nükleerin ilk kez resmen iklim krizinin geriletilmesi için başvurulan enerji yelpazesine alınması ise nükleer santrallerin dünyanın başına örülen çorap olduğunu teslim ediyor. Zira uzun inşaat süreleri ve ağır inşaat maliyetleriyle nükleerin iklim krizine acil çözümü üretmekten uzak olduğu ve iklim krizi şartlarında daha da riskli konuma geldiği göz ardı ediliyor. Hatta henüz dünyada fiilî olarak kurulu bulunmayan, yani tam olarak geliştirilmemiş ve yüksek atık kaynağı olan küçük modüler reaktörler (SMR)1  çözüm olarak sunulabiliyor.

Esasen fosil yakıt şirketlerinin bekasının öne çıktığı COP 28’in, devlet şirket ortaklığına dayanan neoliberal uygulamaların Türkiye’de 1980 Askerî Darbesiyle başlayan süreçten itibaren yaşamın içine işlemesi bakımından bizler için anlaşılmayacak bir yanı yok. Kapitalist üretim ilişkilerinin birikim rejimine göre şekillenmesi için devletin düzenleyici rolde olmasını kabul ederek planlama işini şirketlere bırakan yaklaşımın benimsenmesinde Bileşmiş Milletler gibi ulusüstü kurumların düzenleyici rolü de malum. Bu imkânlara sahip olarak altında ağ gerili halde bir ip cambazından farksız durumdaki şirketler bu analojiye göre tek tek çıkıp üzerinde oynadıkları ipe karşılık gelen iklim krizi üzerinde akrobasi hareketlerini rahatlıkla yapabiliyor.

Yukarıda çizilen büyük resim, fosil yakıt şirketlerinin en az 50 yıldır endüstriyel ilerlemecilikle edindiği kazanımları terk etmeye niyeti olmadığını ve dünya genelinde 206 ülkeden 31-32’sinde kurulu durumdaki güncel rakamla 412 nükleer santralin gerek bu ülkelerdeki miktarının gerekse yeni pazarlara açılmak suretiyle yeni coğrafyalarda varlığını sürdüreceğini ortaya koyuyor. Ne var ki, COP 28’de dünyanın yörüngesini nükleere çeviren lobilerin baz aldıkları kriterlere bakıldığında gerçekçi yaklaşımlardan ve sağlıklı işleyen bir zihinden yoksun oldukları net! Örneğin, müzakerelerde öne çıkan ABD menşeili Generation Atomic (Atomik Nesil) grubunun kurucusu Eric Meyer nükleer enerjiyi “sihir gibi bir şey” olarak tanımlıyor ve nükleer enerji olmadan iklim değişikliği ile mücadele edilemeyeceğini ekliyor. Meyer’in nükleer enerjiye yaklaşımının ne kadar bilimsel(!) olduğunu ise “Nükleer enerji en az miktarda madencilik gerektiren en az miktarda arazide güvenilir, 7/24, uygun fiyatlı, düşük karbonlu, yeşil enerji üretebilir” gibi afaki ifadeleri ortaya koyuyor. Atom Enerjisi Ajansı’nın “nükleer enerjiye hızlı, sürekli ve önemli yatırım” çağrısında bulunması da “hokus pokus” nidasıyla Dünya Bankası kaynakları dahil maddi kaynak ve yatırımların nükleer için seferber edilmesi anlamına geliyor ki, Belçikalı ve Fransız lobileri tarafından Mart 2024’te Brüksel’de nükleer enerji zirvesinin yapılması kararlaştırıldı bile!2

Oysa Meyer’in iklim krizi için “mucize” addettiği nükleer santrallerin kendisi uzun inşaat süreleri ve ağır inşaat maliyetlerinin yanı sıra uranyum rezervinin bu yüzyılın sonuna kadar tükenmesi ve 2030 yılında bugünkü fiyatını ikiye katlayacak olması gibi riskler nedeniyle mucizeye ihtiyaç duyuyor. Halihazırda ilave madencilik faaliyetlerine ihtiyaç duyulurken ve en az yüz bin yıl hatta 1 milyon yıl güvenli muhafaza edilebilmesi gereken nükleer atıklar için 1950’lerden günümüze kadar nihai depolama altyapısı kurulamamışken nükleer santral kapasitesinin 3 katına çıkarılmasının ilave sorunlarla çözümsüzlüğü daha derinleştireceği açık. Üstelik madencilik ve nükleer atıklar için gerçekleştirilmesi gereken sondaj faaliyetlerinde ilave karbon salımı ve çimento kullanımı da söz konusu. Tüm bunlarla birlikte su soğutmalı nükleer santrallerin soğutma suyu deşarjlarıyla küresel ısınmaya pozitif besleme yapması, uranyumun yerin altından çıkarılıp atık süreçlerine kadar tüm yakıt çevrimi boyunca karbon saldığı gibi operasyon halinde kilovatsaat başına 78-178 gram karbon salarken iklim krizi şartlarında seçenekler arasına alınması akıldışı. Kaldı ki küresel ısınmanın soğutma suyu ısınan nükleer teknoloji açısından tehlikeli ve enerji üretimi için verimsiz teknoloji olduğu ise en iyi nükleer lobinin en güçlü ortağı Fransa’da deneyimleniyor. Bununla birlikte nükleer santrallerin sıvı ve katı radyoaktif atıklarla denizleri, okyanusları Fukuşima örneğindeki gibi kirletmesi yani aslında radyoaktif tehlike kaynağı olması başlıbaşına bir sorun. Bu konuda ağustos ayının başından itibaren Fukuşima’dan radyoaktif suyun okyanusa deşarjına izin veren uygulamanın dünya genelinde yaygınlaştırılacağını iddia ettiğim yazıya bakılabilir.3

Özetle Kyoto Protokolü mekanizmalarından bugüne dek hariç tutulan nükleer enerjinin sıfır ve düşük emisyonlu teknolojiler yelpazesine alınması Dünya Nükleer Birliği Genel Direktörü Sama Bilbao Leon tarafından mutlulukla ifade edildiği gibi maalesef “180 derecelik dönüşüm”.4  Ne var ki, dünyayı bir virüs gibi saran fosil yakıt şirketlerinin yeni konağının nükleer endüstri olması beslenme kaynaklarının aynılığı kadar dünyanın bu virüsün en tehlikeli versiyonunun hâkimiyeti altına girdiğini de gösteriyor.

1) COP 28 henüz başlamamışken dünyadaki nükleer enerji kapasitesinin üç katına yükseltilmesi girişimlerinden haberdar olunduğunda Türkiye’de Nükleersiz org’un bileşeni olduğu  Don’t Nuke  The Climate (İklimime Nükleeri Bulaştırma) Ağı tarafından nükleerin iklim krizine çözüm olmadığına dair nükleer gerçeklerle SMR’ler  hakkındaki  videolar için bkz https://yesilgazete.org/cop28e-dogru-abd-iklim-zirvesinde-nukleer-icin-gaza-basacak-iklim-krizinin-cozumu-nukleer-olabilir-mi/

2)  https://www.rfi.fr/en/environment/20231212-why-the-nuclear-option-is-still-an-explosive-subject-at-climate-talks

3) https://yesilgazete.org/fukusimanin-radyoaktif-suyunun-desarji-benzer-girisimlere-emsal-olabilir/

4) https://www.world-nuclear-news.org/Articles/COP28-agreement-recognises-nuclear-s-role

  • Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Yeniçağ Gazetesinin editöryal politikasını yansıtmayabilir 
- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
355AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin