Küresel sermayenin kanaat önderleri bir kez daha İsviçre Alpleri’nde Davos Forumunda bir araya geldi. Ancak artık bu buluşmalarda, 90’lardaki ve 2000’lerin başındaki mutlu, umutlu, iyimser havanın yerinde yeller esiyor. Ticaretin tüm yerküreye yayılmasının, dev şirketlerin dünyanın istedikleri köşesinde at oynatmasının, Mc Donald’s’ın çeşitli ülkelerde şube açmasının insanlığa refah getireceği, herkesin cebini dolduracağı miti yerini karamsarlığa, endişeye bıraktı. Küresel riskler, çatışmalar, üstesinden gelinemeyen sorunlar bu yıl da gündemin baş köşesinde yer aldı.
Panellerde adları en fazla zikredilen Trump, Putin ve Netanyahu ortalıkta görünmese de, Çin Başbakanı Li Qiang, Fransız Cumhurbaşkanı Macron, ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken gibi ağırlıklı figürler protokol listesini zenginleştirdi. Yüreğimize su serpen müjde ise, Arjantin Başkanı Milei’den geldi; bu ultra piyasacı tuhaf şahsiyet “serbest piyasanın, kapitalizmin” erdemlerini öve öve bitiremezken, “dünyanın yaklaşan sosyalizm tehlikesi” altında bulunduğunu öne sürdü. Bizlere, “bu kış komünizm gelecek” kehanetinde bulunan Celal Bayar’ı hatırlattı.
AMAN SOLA KAYMAYALIM
Kulislerden sızan bilgilere göre, bazı şirket yöneticileri son yıllarda Davos Dünya Ekonomik Forumu’nun fazlaca sola meylettiğinden yakınmışlar. Sonunda toplantılarda yer almak için 250 bin doları peşin ödemeniz gerekiyor. Bu sadık müşterileri ürkütmeme kaygısıyla olsa gerek, 2024 oturumlarında ESG diye kısaltılan “çevre, sosyal ve yönetişimsel” konular, gelir ve servet dağılımı eşitsizlikleri gibi netameli temalar telaffuz bile edilmedi.
HÜKÜMET DAVOS’TA YOKTU
Yurtdışından para bulmak için dünyayı arşınlayan Mehmet Şimşek ve Gaye Erkan gibi figürler de, kendileri için çok elverişli bir ortam bulunmasına karşın, büyük olasılıkla izin çıkmadığı için forumda boy gösteremedi. Erdoğan 2009’daki “one minute” vakasından sonra kendisi Davos’u boykot etse de, Berat Albayrak, Ruhsar Pekcan’ın geçmiş yıllarda hükümeti temsiline izin vermişti. Bu yılki ambargo, cumhurbaşkanının seçimler arifesi artık gelenekselleşen Batı Kapitalizmine ve uygarlığına ateş püskürüp, milliyetçi ve mezhepçi bir hamasete hız vermesiyle açıklanabilir.
KÜRESEL RİSK RAPORU
Davos toplantıları öncesi tartışmalara bir çerçeve sunmak amacıyla Küresel Risk Raporu yayımlanıyor. Bu yılki raporda da, “gelecek on yılda hızlı teknolojik değişim, ekonomik belirsizlik, ısınan gezegenimiz ve artan çatışma ortamında karşılaşılabilecek en şiddetli risklerden” söz edildi. Ülkeler arasında işbirliği zayıflarken, güçsüz düşen ekonomiler ve toplumlar için küçük bir şokun bardağı taşıran son damla olabileceğinin altı çizildi.
2024’te üç milyon kişi sandık başına giderken, yanlış ve kasıtlı olarak yayılan yalan bilgilerin, seçilen hükümetlerin meşruiyetini zedeleyeceği, şiddetli gösteri ve nefret suçlarına yol açabileceği vurgulandı. Hatırlanırsa bu tip manipülasyonların en ağır faturasını montaj olduğu Erdoğan tarafından da itiraf edilen “Kılıçdaroğlu’nun Kandil videosuyla” bizler ödedik.
Tahmin edilebileceği gibi forumun ana gündem maddelerinden biri yapay zeka oldu. Haliyle tüm teknolojik atılımlar gibi yapay zeka da, aslında insan uygarlığının ortak bir meyvesi. Hayatı kolaylaştırması, üretkenliği artırması, zor, zahmetli ve tekrara dayalı işlerden çalışanları kurtarması özellikleriyle büyük bir fırsat sunuyor. Gelgelelim kapitalizm koşullarında toplumsal ilişkiler özel mülkiyete dayanıyor. Yapay zeka teknolojisini elinde bulunduran kişi ve şirketler bunu karlarını artırmak, emeğin pazarlık gücünü kırmak için kullanıyor.
Küresel Risk Raporu’nda bu konulara değinilmese de, yapay zekanın savaş ve çatışmalarda seferber edilmesinin insani krizlere neden olabileceği, savaşları derinleştirebileceği üzerinde duruluyor. Makine öğrenmesinin bir noktadan sonra çığırından çıkabileceği, özerk biçimde kendine hedefler seçebileceği, amaçlar belirleyebileceği, bunun da felaketlere kapı aralayabileceği uyarısında bulunuluyor.
EŞİTSİZLİK DERİNLEŞİYOR
Yıllardır, küresel elitler Davos’ta toplanırken aynı günlerde uluslararası yardım kuruluşu Oxfam da Dünya Eşitsizlikler Raporu’nu yayımlar. Bu raporun bulguları kapitalist düzenin nasıl derin eşitsizlikler ve adaletsizlikler yarattığını, insanlığın büyük çoğunluğunun toplumsal ihtiyaçlarını karşılamaktan bu denli uzak kaldığını ortaya koyar.
Rapor, sıradan insanlar gıda gibi en zorunlu ihtiyaçlarını karşılayamazken, süper-zenginlerin rüyalarında bile göremeyecekleri bir servete ulaştıklarını ortaya koyuyor. Son iki yılın dolar milyarderlerinin pıtrak gibi artış öyküsünün ABD’de 1920’lerdeki Yaldızlı Çağ’a benzetilebileceğini söylüyor.
Raporun bazı çarpıcı bulguları şöyle:
2020’den beri dünyanın en zengin beş adamının serveti ikiye katlanırken, beş milyar kişinin serveti düştü.
Bu beş kişi her gün servetlerinin bir milyon dolarını harcarlarsa, bu servetleri ancak 476 yılda tükenecek.
Dünyanın en büyük on şirketinin yedisinde dolar milyarderi bir CEO veya hissedar var.
Küresel ölçekte erkeklerin serveti kadınlardan 105 trilyon dolar fazla. Bu rakam ABD ekonomisinin dört katına denk geliyor.
Dünyanın en zengin %1’i küresel finansal varlıkların %43’ünü elinde tutuyor.
ABD’de tipik bir siyahi ailenin serveti tipik bir beyaz ailenin %15.8’i kadar.
Dünyanın en büyük 1600 şirketin sadece %0.4’ü işçilerine yaşanacak ücret vermeyi ve değer zincirlerinde de bu pratiği desteklemeyi taahhüt etti.
Sağlık ve sosyal hizmetler sektöründe istihdam edilen bir kadının Fortune 100 şirketlerinden birinin CEO’sunun ortalama kazancını sağlaması için 1200 yıl çalışması gerekiyor.
TEKELCİLİK ÇAĞINDAYIZ
Oxfam bir tekel gücü döneminden geçtiğimizi, dev şirketlerin piyasaları kontrol ettiğini, değişimin koşullarını belirlediğini ve pazarını kaybetme korkusu taşımadan karlarını artırdığını dile getiriyor. Bunun soyut bir olgu olmayıp, ücretlerimizi, yiyebileceğimiz gıdaları, erişebileceğimiz ilaçları belirleyerek, yaşamımızı şekillendirdiğini hatırlatıyor.
Piyasa yoğunlaşması, sektör sektör her yerde gözlemleniyor. Son 20 yılda, 60 ilaç üreticisi 10 dev şirkete dönüştü. İki uluslararası firma küresel tohum piyasasının %40’ını elinde tutuyor. Meta, Alphabet, Amazon gibi Big Tech firmaları küresel online reklam pastasının dörtte üçüne konuyor. Üç büyük fon yöneticisi Black Rock, State Street ve Vanguard 20 trilyon dolarlık bir varlığı yönetiyor.
Şirketler dört yolla eşitsizlikleri derinleştiriyor:
İşçileri değil zenginleri ödüllendirerek,
Vergi kaçırarak,
Kamu hizmetlerini özelleştirerek,
İklim değişikliğini hızlandırıp ırk, sınıf ve toplumsal cinsiyet eksenlerinde adaletsizlikleri körükleyerek.
ÇÖZÜM ÖNERİLERİ
Sonunda Oxfam bir insani yardım kuruluşu. Çözüm önerileri, doğal olarak bir iktidar değişikliğini, emekçilerin kendi kaderlerini kendi ellerine almaları çağrısını içermiyor. Hükümetlerden ve uluslararası kuruluşlardan politikalarını daha insancıl, eşitlikçi bir biçimde değiştirmeleri yolunda iyi niyetli taleplerle yetiniyor.
Ama yine de, kamunun ekonomide daha etkin olması; sağlık, eğitim, bakım ve gıda güvenliği konularını üstlenmesi; kamu taşımacılığı, enerji, konut ve altyapıya daha fazla yatırım yapması çağrısı önemli. Şirketlerin gücünün düzenlemelerle sınırlandırılması, özel tekellerin dağıtılması, net sıfır karbon salımı hedeflerini tutturamayan, yaşanacak ücretin altında ödeme yapan, vergi kaçıran şirketlerin cezalandırılması için hükümetlerin devreye girmesi önerisi de dikkate değer.