Karl Marx döneminde kitlelerin afyonu din idiyse, bugünün uyuşturucusu da yeşil kapitalizm kültü. Batı, fütüristik yeşil teknolojiler ve yeşil büyüme kombinasyonunun beşeriyeti iklim krizinden kurtaracağını düşünerek kandırıldı. Brokoli saplarımızı yediğimiz ve plastik poşetleri reddettiğimiz sürece, şu hakikati görmezden gelmeye devam edebiliriz: iklim değişikliğinin temel nedeni kapitalizmdir ve mevcut yaşam biçimimiz yalnızca ekolojik çöküşe yol açmakla kalmayacak, aynı zamanda yoksul Küresel Güney’in emeğini ve toprağını da sömürecektir.
Yine de Batılı liderler yeşil kapitalizmin bir peri masalı olduğu hakikatine uyanmak yerine, yeşil büyüme taahhütlerini ikiye katlıyorlar. Başkan Joe Biden’dan Yunanistan’ın eski Maliye Bakanı Yanis Varoufakis’e ve İngiliz İşçi Partisi lideri Keir Starmer’a kadar hem Avrupa’da hem de Amerika Birleşik Devletleri’nde tanınmış şahsiyetler, sürdürülebilir yeşil ekonomiye geçişi teşvik edeceği varsayılan mucizevi bir yenilenebilir enerji ve elektrikli otomobil yatırım programı olan Yeni Yeşil Mutabakat’ın siren çağrısına boyun eğdiler.
Sorun şu ki, en radikal Yeni Yeşil Mutabakat bile amaçlarına asla ulaşamayacaktır. Sonuçta, yeşil bir devrim sadece elektrikli araçlara, hidrojenli uçaklara ve yenilenebilir enerjiye geçişi değil, maddi dünyamızın tamamen elden geçirilmesini gerektirecektir. Tarım makineleri ve kimyasal gübrelerden inşaat için demir ve çimentoya kadar bağımlı olduğumuz her bir kaynağın daha yeni, daha yeşil bir versiyonla değiştirilmesi gerekecektir. Dolayısıyla uygulanabilir herhangi bir Yeni Yeşil Mutabakat, 2050’den önce karbondioksit emisyonlarını mutlak olarak değil, sadece GSYİH’ye oranla azaltacaktır. Başka bir deyişle, karbondioksit seviyeleri daha yavaş bir oranda da olsa yükselmeye devam edecektir.
Ancak Yeni Yeşil Mutabakat vizyonu, kısmen çevre konusunda endişelenmeden tüketim çılgınlığımıza devam etmemize imkân sağladığı için —suçluluk duygumuzu hafifletmek için tek yapmamız gereken bir Tesla satın almak— ve kısmen de iktisadi eşitsizliğe sihirli bir çözüm olarak selamlandığı için caziptir. Yeşil dönüşümün, özellikle Amerika ve Avrupa’nın eski sanayi merkezlerinde işçi sınıfı açısından daha istikrarlı ve daha iyi ücretli işler yaratacağı düşünülüyor. Fakat Batı’nın istihdam patlamasının bedelini dünyanın en yoksulları ödeyecek. Halihazırda, dünyanın en zengin yüzde 10’luk kesimi —çoğunlukla Küresel Kuzey’de— dünya çapındaki emisyonların yarısından sorumlu olsa da iklim değişikliğinin etkilerinden ilk zarar görecek olan daha yoksul kesim olacaktır. Yeni Yeşil Mutabakat, yükün daha da büyük bir kısmını Küresel Güney’e kaydıracaktır. Küresel yoksulluk için arzu edilen bir çözüm değildir.
Örneğin elektrikli araçları ele alalım. Lityum-iyon bataryaları Şili’nin Atacama Tuz Düzlüklerinde bulunan nadir metallerden üretiliyor. Ancak lityum çıkarma işlemi oldukça su yoğun bir işlemdir, tek bir şirket saniyede 1700 litre yeraltı suyu çıkarabilir. Bu durum daha şimdiden ülkenin ekolojisine zarar vermeye başladı ve yerli halk temiz içme suyuna erişemez hale geldi. Bir diğer önemli metal olan kobaltın dünya arzının neredeyse yüzde 60’ı Afrika’nın en yoksul ülkelerinden biri olan Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nde çıkarılıyor. Kongo’daki kobalt madenlerinde kayıt dışı olarak çalışan yaklaşık 40 bin çocuk var; bunların bazıları altı-yedi yaşlarında ve bir kısmı da tünellere diri diri gömülmüş durumda. Fakat bu tür yeni kolonyalist sömürüler Batı’da gözden ırak kaldığı sürece gönülden de uzak: Batılı uluslar, kapitalizmi sürdürülebilir kılma kisvesi altında Küresel Güney’i yağmalamaya devam ediyor.
Bazı tekno-iyimserler, henüz icat edilmemiş fantastik karbon yakalama teknolojilerinin iklim değişikliği sorununu çözeceğine inanıyor. Oysa bu Negatif Emisyon Teknolojileri (NET) çevreye ve Küresel Güney’e daha da fazla zarar verebilir. Önde gelen model olan Karbon Yakalama ve Depolama ile Biyo-Enerji (BECCS), karbon emisyonlarını düşük tutmaya yetecek kadar biyokütle enerjisi üretmek için Hindistan’ın iki katı büyüklüğünde tarım arazisi gerektirecektir. Bu araziyi gıda yetiştirmek için ihtiyacı olan Hintlilerden ya da Brezilyalılardan çalacak mıyız? Yoksa Amazon yağmur ormanlarını daha fazla mı keseceğiz? Bu arada, teknoloji muazzam miktarda su da gerektirecektir: Esasında 400 milyon metrik ton su, ABD’ye bir yıl yetecek kadar elektrik üretmek için yeterli. Ve bu mümkün olsa bile dünya yüzeyinin altında depolanan karbondioksitin tekrar dışarı sızma ihtimali yüksek. O zamana kadar daha iyi bir çözüm bulmak için çok geç olacaktır.
O halde Yeni Yeşil Mutabakat, kapitalizmin yüzyıllardır yaptığı gibi, kaynak çıkarmanın kirli işlerini küresel çeperlere kaydıracaktır. Daha 19. yüzyılın ortalarında Marx, kapitalizmin kötü etkilerini başka yerlere kaydırarak görünmez kılma becerisine sahip olduğunu fark etmişti. Üç tür yerinden edilme tanımlamıştı: teknolojik, mekansal ve zamansal, bunların tamamı çöküşe karşı savunmasızdı. Ve bunların hiçbiri Yeni Yeşil Mutabakat açısından iyiye işaret değil. Teknolojik ilerlemenin çevresel krizin üstesinden gelebileceği şeklindeki ilk fikrin tekno-iyimser bir fantezi olduğunu gösterdik. İkincisi, çevresel ve sosyal sorunlarımızı Küresel Güney’e ihraç edebileceğimiz fikri, ekolojik emperyalizmin acımasız bir biçimidir. Üçüncüsü ise, sorunlarımızı gelecek nesillerin sırtına yükleyebileceğimiz fikri, insan ahmaklığının ve bencilliğinin özüdür.
Ama eğer çözüm yeşil kapitalizm değilse ne? Bence bu sorunun yanıtı Marx’ın çoğu basılmamış olan son yazılarında bulunabilir. Soldakiler de dahil olmak üzere pek çok kişinin fark etmediği şey, Marx’ın hayatının sonlarına doğru ciddi bir teorik değişim geçirdiğidir, nihayet teknolojik ilerleme ve üretimciliğin, ortak iyiliğe yönelik güçler olmaktan uzak, aslında dünyayı yok ettiğini fark etmiştir. Marx, 1883’teki ölümünden önceki beş yıl boyunca kendini doğa bilimlerini incelemeye adamış ve nihayetinde kapitalizmin değer biriktirme arayışının insanlar ve doğa arasındaki metabolik ilişkiyi bozarak küresel ölçekte “onarılamaz bir yarık” yarattığı kanaatine varmıştı. O andan itibaren, kapitalizmin hem işçileri hem de gezegeni sömürmesine son verecek ve üretimi doğanın daha yavaş döngüleriyle yeniden senkronize hale getirecek bir komünizm tarzını savunmuştu.