Sora, bize Altına Hücum’un filmini yapabilir misin?
Mesainin canhıraş sürdüğü yapay zekâ şirketlerinden taze bir duyuru geliyor: Open AI’nin Sora’sı, dilediğimizi -şimdilik- “Emiriniz olur” diye alarak videolar yaratmaya artık hazır.
Kıvançla sunulan numunelerden birinin komutu şu: “Altına Hücum döneminde Kaliforniya’ya ait tarihi görüntü”. 19. yüzyılın ortasında zenginlik hayaliyle üç yüz bin insanı ansızın kendine çekecek kasabalardan birindeyiz; böylesi kaydın imkânsız olduğu bir dönemden yirmi beş saniye. Haritada işaretlenemeyecek ama coğrafi verileriyle “doğru” bir kasabada dere boyunca yürüyoruz. İnsansız gezen atlar, tabelasız dükkânlar gibi tuhaflıkları işaret edenler var. “Organik zekâ” hâlâ bu defoları görebilecek güçte; nasıl büyüyeceğinden korktuğu çocuğun başını sıvazlıyor, olur o kadar. Bu gibi görüntülerin ne kadar “tarihi” sayılacağı, zaten insan eliyle, o da insanın meşrebine göre yapılan tarihin, Soralardan sonra neye benzeyeceği ayrıca konuşulacak.
Sora çok nazik, hücumdan az öncesini göstermiş. İnsanlar yollarda, dağlarda sıtmadan, muhtelif ateşli hastalıktan daha ölmemiş, yerliler topraklarından sürülmemiş. Birine külçe altın, dibindekine taş sunan kadere küfürle cinayetler işlenmemiş, daha birileri çıldırasıya zengin olup da bugüne kolları ulaşacak sermaye birikmeye başlamamış. Altın madenciliğinde siyanür kullanmanın patenti yirmi yıla kalmadan ABD’de alınacak ama tabii böyle şeyler önce Afrika’da denenecek.
*
Dokuz işçi 13 Şubat’tan beri Erzincan’da Çöpler Altın Madeni’nde rant hırsıyla yükselmiş de göçmüş yığınların, toksik akıntının altında. İnsanın ederi çöple eş. Felaket zaman birimleriyle akıyor çağ saati; yeni felaket çatlaklarla gelirken bir önceki felaketi bir yığının koynuna gömüyor. Her şeyin şimdiye kadar nasılsa öyle devam etmesi, diyordu Walter Benjamin, işte felaketin kendisi bu. Toksik bir bulut var sanki havada, göz gözü görmüyor, zehirlenmişiz. Seri cinayetler daimi bir koma etkisi yaratıyor.
*
Yüzlerce kadın “Afet değil, bu bir katliam” diye bağıra bağıra dar Kadıköy sokaklarından aşağı yürüyor, 6 Şubat depreminin yıldönümü. Önlerde bir pankartta “Ecelimle ölmek istiyorum” yazıyor. Eylemci kadın grubunu iki yanda polisler takip ediyor; her “Katil devlet, hesap verecek” sloganında belli ki rütbeli bir kol havaya kalkıyor, diğerlerine bir hazırlık işareti veriyor. Alarm “Katil” sıfatında mı, yoksa “hesap verecek” kısmında mı?
Bir yurttaşlık talebi olarak ecelle ölmek. Devletin, sermayenin yahut devletle sermayenin birlikte, bulaşmadığı doğal bir ölüm.
*
Heyelan, doğal afet bu diyorlar, her şey kontrol altında. Her zaman öyledir tüm yetkililer işini yapmıştır, önlemler alınmıştır. Ekim 2023’te kaldığı kız yurdunun asansöründe ölen 22 yaşındaki Zeren Ertaş davasının ilk duruşmasında yine öyle oldu, herkes görevini mükemmelen yapmıştı. O günlerde Zeren’in ardından sokaklara dökülen gençlerin tuttuğu dev bez pankartta şu yazıyordu: “Biz yaşayacağız”. Öldürmeye niyet etmiş bu düzenin karşısına dikilmek için ne kadar güçlü, ne kadar etkileyici bir iddia. Size inat hayatta kalacağız.
*
“İktidar hayatı hedef aldığında, hayat iktidara direniş olur”, Gezi’den önce 2009’un sonunda Ankara’da Tekel Direnişi’nde bez pankartlara işlenmişti. Deleuze, ölümünün ardından Foucault üzerine yazarken “İktidar, nesnesi olarak yaşamı aldığında, yaşam da iktidara direniş haline gelir” demişti; söz yuvarlandı, her yer Tekel, her yer direniş oldu.
Hayatta kalmaya inat etmek, hem bu ülkede hem dünyada daha da fazla direniş haline geldi o zamandan beri. Hayatta kalmaya çalışmak o kadar vakit alıyordu ki, bunun yerine nasıl bir hayat istediğini düşünmeye gelemiyordu sıra.
*
Bir çaya bu kadar para verdiğimize inanamıyorum diyor genç kadın. Yanlarındaki duvara kalpli, küfürlü izlerle iç döküp gitmiş daha önce oturanlar. Bir köşede “Biz insan mıyız?” yazıyor.
*
Marx, Kapital’in ilk cildinde Georgia’nın pirinç tarlalarında, Missisipi’nin bataklıklarında çalışmanın ölümcül etkilerinden söz eder. Ortada bir “hayat israfı” vardır ama köle ticareti bunu pek çabuk telafi edecektir, önemli olan “ölmeyecekleri sınırda” çalışırken kölelerin ne kadar kazandıracağıdır.
Marx işte o meşhur “Mutato nomine de te fabula narratur!” cümlesini burada kullanır: “Sadece bir isim değişikliğiyle anlatılan senin hikâyendir” diye seslenir fırınlarda ölümüne çalıştırılanlara, çömlek atölyelerinde ömürlerinden yiyenlere.
Farklı sektörlerin 21. yüzyıl işçileri, bez afişlere “Çalışırken ölmek istemiyoruz” yazacaktır. Ecel, sermayenin elindedir. Çağın yavaşça öldüren zehirlerini de ekleyince eceliyle ölmek artık zenginlere mahsustur.
*
“Yok öyle umutları yitirip karanlıkta savrulmak. Unutma, aynı gökyüzü altında, bir direniştir yaşamak” demiş Nazım Hikmet. Hayır, yüksek ihtimalle dememiş! Sözün yaygınlığı aldatıcı fakat kaynağı meçhul. Sanki Nazım Hikmet gibi biri çıksın da kelimelerle omzumuza dokunsun, umuttan söz etsin diye biri uydurmuş. Belki de yapay zekâya komut verilmiş, trrrrum, trrrrum, trak tiki tak!