Daha da kokuşur mu bu düzen?
Yağma, talan…
Yalan, sahtekarlık…
Usulsüzlük, kuralsızlık…
Biat, itaat, peşkeş…
Kokuşur evet, daha da kokuşur ve kokuşacak da!
***
“Herkes, kendi eserinin çocuğudur” der İspanyol yazar Miguel de Cervantes, epik romanı Don Kişot’ta.
Ne büyük söz!
Herkes kendi eserinin çocuğudur!
Biz de aynen öyleyiz.
Ve ondandır ki bu kokuşmuşluk, hepimizin elinin kiridir.
Ve hepimizin elinin kiridir ki, öyle kolay değildir bir tas suyla arınmak bu kirden.
***
Bugün Kemal Dürüst’ü konuşuyoruz!
Dün Akan Kürşat’ı konuşuyorduk!
Önceki gün sağlıkta sahteciliği…
Ondan önceki gün Ercan’daki usulsüzlükleri…
Ondan önceki gün AKSA’ya peşkeşi…
Ve kim bilir yarın ne olacak gündemimizde!
Üç-beş gün de onu çiğneyip sakız gibi ağızlarımızda, tükürüp bir köşeye, geçeceğiz sıradakine.
***
Hep tartışılagelir siyaset ve toplum arasındaki ilişki.
Ekonomide de vardır ya hani benzer bir tartışma…
Arz – talep meselesi!
Kimi taleptir arzı doğuran der, kimi de benim gibi, arzın talebi yarattığına inanır.
Siyasetçi kendini, “siyaset, toplumun beklentilerine göre şekillenir” iddiasıyla savunur, yani aslında “nabza göre şerbet” der.
Oysa bana göre siyasetin ta kendisidir, yönetenlerin politika yapma biçimidir toplumun beklentilerini şekillendiren.
Ve şu anda yaşadığımız bu kokuşmuşluk, Kuzey Kıbrıs’ta dünden bugüne hükümet edenlerin tümünün üretimidir.
Evet 1974’ten bu yana ağırlıklı iktidar UBP’dir bu ülkede, yönetim mekanizmaları UBP geleneğinin elinde yoğrulmuştur.
İktidarını yürütmenin en garantici yönteminin, ‘insanları siyasete gebe bırakma’ olduğunu keşfeden bu gelenek, ‘dağıtılabilecek’ her ne varsa onu toplumun önüne bir ‘mama’ olarak sunup bir al-ver ilişkisi yaratmış, bu ‘mamayı’ oy karşılığında satmaya başlamış ve zamanla bunu, ülkeyi yönetme biçimine dönüştürmüştür.
Ancak sıradan olmayan ülkenin sıradan olmayan koşullarının idrakiyle, sadece astlarıyla değil, “üstleriyle” de bir al-ver ilişkisi kurmayı ihmal etmeyen UBP, bir yandan Kıbrıslı Türkler’in onayını satın aladursun, kendi onayını da “üstlerine” satmaya başlamış, yani daha doğrudan söyleyecek olursak, Türkiye ile tam teşekküllü bir biat mekanizmasını işler hale getirmiştir.
Peki ya diğerleri?
Bugün şikayet ettiğimiz bu kokuşmuşluğun tek mimarı UBP midir?
CTP iktidarlarının hiç mi payı yoktur bunda?
CTP’nin iktidarda olduğu dönemlerde acaba neler olmuştur (ya da olmamıştır) bu ülkede?
Hafıza-i beşer nisyan ile malül müdür gerçekten de?
***
Bundan yaklaşık 15 yıl önce, Yenidüzen Gazetesi’ndeki 23 Temmuz 2009 tarihli köşemde, ‘CTP’nin Muhalefet Zemini Yok’ başlıklı bir yazı yayınlamıştım.
[Bilen bilir, o yazının ardından kopan fırtınaları. Belki bir gün onları da kaleme almanın sırası gelir de ‘basın ve ifade özgürlüğü’ savunucusu(!) CTP’nin bu tür eleştirilere nasıl reaksiyon verdiğini tarihe not düşme fırsatımız olur.]
O yılın 19 Nisan’ında gerçekleştirilen genel seçimde, CTP yaklaşık 5 buçuk yıl süren iktidarını kaybetmiş ve sandık yeni dönemde bu partiye muhalefet görevi vermişti. Ben de yazımda, toplumun 2003 yılında CTP’yi iktidara taşıma gerekçesi olan politik hedeflerin hayata geçmediğini söylemiş, birtakım sorular sormuş ve partinin ‘lafı laftan sayılır’ bir muhalefet olabilmesi için gerekli olan ‘temiz’ bir sicilden söz edemeyeceğimizi belirtmiştim.
Bugün hâlâ aynı noktadayız.
İşte size güncel iki örnek;
Diploma sahteciliği iddiasıyla tutuklanan Kemal Dürüst ve eşiyle ilgili tam mesai açıklama/yayın yapan CTP’nin, Rum taşınmazlarıyla ilgili ‘dolandırıcılık’ iddiasıyla tutuklanan Akan Kürşat’la ilgili ‘tıs’ çıkarmıyor oluşu tamam mıdır?
2023 tarihli Kalecik-III Sözleşmesi ile AKSA’ya fahiş rant sağlayacağı gerekçesiyle Ünal Üstel hükümetini yerden yere vuran CTP, Ahmet Uzun’un Maliye Bakanlığı döneminde imzalanan 2009 tarihli Kalecik-II Sözleşmesi ile 14 yılda AKSA’ya 900 milyon dolar kâr sağlayanın kendisi olduğu gerçeğinin üzerini kapatmış mı olur?
***
Yukarıda bahsettiğim 2009 tarihli yazıda altını çizdiğim bir diğer konu da o dönem CTP liderliğinin iktidar uğruna ‘bazı odaklarla’ ters düşmeme gayretiydi;
(…) İktidara geldiği 2003 öncesinde CTP [bu odaklarla] nasıl kelle koltukta mücadele ediyorsa, seçmen bugün CTP’den yine aynını istemektedir. Fakat açıkça görülmektedir ki parti liderliği bu konuda da yalpalamakta, ondan beklenen tepkileri, iktidar kaygısıyla göstermemektedir (…)
Bugün bu konuda da hâlâ aynı noktadayız.
İşte size güncel bir örnek;
Çoğunluğunu gazetecilerin oluşturduğu bir grup Kıbrıslı Türk aydının “güvenlik tehdidi oluşturdukları” gerekçesiyle Türkiye’ye girişlerinin yasak olması konusunda [tıpkı ucu Türkiye’ye dayanan diğer her mevzuda olduğu gibi] ‘ortada kuyu var yandan geç’ mantığıyla hareket diyor oluşu mesela CTP’nin…
Ha bire hükümet yetkililerine, ‘konuyu TC ile istişare etmiyor’ diye kızıyor CTP, “kendi vatandaşınızı korumaktan acizsiniz” diyor CTP Genel Başkanı. Doğru diyor demesine de giriş yasağı konusunda neden sorunun esas kaynağına herhangi bir eleştiri yöneltilmiyor?
Kıbrıs Cumhuriyeti mesela Metehan’dan geri döndürse bazı Kıbrıslı Türkleri, ‘siyasi görüşleriniz bizim için güvenlik tehdidi oluşturur’ diyerek. Anında ‘Vay siz nasıl olur da ….’ diyerek Rum tarafına veryansın etmeyecek mi acaba CTP?
***
Birinin eli diğerininkinden daha kirlidir belki, evet.
Fakat bugün içinde debelenip durduğumuz yağma, talan, biat ve peşkeş düzeni, tümünün eseridir!
Evet hepimiz, kendi eserimizin çocuğuyuz!