Önceki gün, AKP Türkiye’sinde bir 8 Mart’ı daha idrak ettik. Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Mahinur Özdemir Göktaş’ın “dünyanın en geniş haklarına sahip” olduğunu iddia ettiği kadınların Taksim’e çıkması bu yıl da engellendi. Meydana giden yollar valilik kararıyla kapatıldı, metro seferleri durduruldu. Bu elbette bir araya gelip seslerini yükseltmelerine engel olmadı. Onlar yine Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından iptal edilen İstanbul Sözleşmesi’ni, tırpanlanmak istenen Medeni Kanun’u, depremzede ve mülteci kadınların sorunlarını, LGBTİ+’lara yönelik baskıları dile getirdi, mücadeleye devam mesajı verdi.
***
Savaşa hazırlanır gibi şehrin sokak ve meydanlarına konuşlandırılan polislerin arasından ‘barış ve özgürlük’ diye bağıran kadınların eskiden adının geçtiği bir bakanlık vardı, Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, “biz muhafazakâr demokrat bir partiyiz, bizim için aile önemli” diyerek kadını çıkarmış, adının Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı olarak değiştirilmesini uygun bulmuştu. Bu yıl da şaşırtmayan şekilde 8 Mart konuşmasında kadından çok aileden, ailenin öneminden söz etti. Çünkü Erdoğan’a ve tabii kendisi gibi dünyadaki bütün sağ-muhafazakâr-popülist liderlere göre aile ile kadın birbirinden ayrılmaz iplerle bağlı, bağlı olmalı. Kadın ile aile arasında duvarlar ören her türlü yaklaşımı reddettiklerini söyledi.
***
Kadın ile aileyi birbirine zamklayan, ikisini adeta tek vücut kılan şey elbette annelik. Çünkü aileyi güçlü kılacak olan da millet ve devlet olarak bekamızı ve geleceğimizi garanti altına alacak olan da bu, yani kadınlığın kaptan köşkü, en yüksek mertebesi, en kutsal hali olan doğurabilme özelliği. Kadın kimi zaman 3 çocuk, kimi zaman 5, mesela Çin’de olduğu gibi kimi zaman tek bir çocuk ile sınırlandırılmış ölçülerde vatana millete evlat üretmekle görevli. Böylece üzerine bir kutsallık hırkası giyebilecek, nüfusa olan katısından dolayı ödüllendirilecek. Düz kadınlığın vatana millete lazım gelen bir tarafı yok gibi. Hele bir de boşta kalıp iş aramaya kalktıklarında, işsizlik sorununa neden olabiliyorlardı değil mi, öyle demişti yıllar önce dönemin Devlet Bakanı Mehmet Şimşek. Bugünlerde ülkenin dikiş tutmayan ekonomisini ayağa kaldırmakla görevli kendisi.
***
“Hal böyleyken aile ile kadını ayıran, kadını ailenin karşısına yerleştiren, kadın ve aile arasında duvarlar ören her türlü yaklaşımı reddediyoruz. Farklı ambalajlar içinde toplumumuza sunulan bu tür bakış açılarını sadece milletimizin değil, tüm insanlığımızın istikbali açısından tehlikeli buluyoruz” dedi 8 Mart’ta Erdoğan. Aile ile kadının birbirinden ayrılması kadının, çocuk sahibi olmamak gibi, kendisi için özgür tercihlerde bulunarak patriyarkanın duvarlarında gedik açması demek. Dolayısıyla kadını çevreleyen o duvarlar yüksek tutulmalı, sesini çoğaltacağı meydanlara çıkan tüm yollar kapatılmalı ki, o da elinin değdiği her şeyi güzelleştiren bir ‘çiçek’ olarak bu maharetlerini evinde sergileyebilsin.
***
Kadının anne olmak istememesinin sadece milletimiz için değil, tüm insanlığımızın istikbali açısından nasıl tehlikeli olabileceğini düşünebiliyor musunuz? Kimseyi paniğe sürüklemek istemem ama ‘gönüllü çocuksuzluk’ denilen bir hayalet dolanıyor etrafta. Çocuk sahibi olmama kararının çocuk sahibi olma kararı kadar normalleştirilmesi gerektiğinin altını çizen bu dalga, patriyarkanın kutsallarından belki de en önemlisi olan anneliğin karşısına çocuksuz aileyi koyuyor ve bu ‘doğur’ baskısına direnen insan sayısı da çeşitli sebeplerle gün geçtikçe artıyor. İlerleyen zamanlarda bu kararın toplumsal sonuçları üzerine uzunca konuşulup tartışılacaktır muhakkak. Ancak bu yönelimin erkeklerden çok yine öncelikle kadınların üzerinde baskı oluşturacağı, çocuksuzluk tercihlerinin fiziksel ya da psikolojik bir rahatsızlık ve yetersizle ilişkilendirilerek yeni bir mücadele alanına dönüştürüleceği anlaşılıyor. Yakın gelecekte, bir yandan kadın bedeni üzerindeki kontrolcülük hevesi devam ederken diğer yandan robotlaşmanın artışıyla azalacak insan gücü ihtiyacının devletlerin üreme politikalarını nerelere taşıyacağını göreceğiz. Şimdilik yakına bakacak olursak, Türkiye için her 8 Mart bir öncekine göre daha fazla isyankar ve daha fazla öfkeli.