Neyin, kimin yanında olduğumuzdan daha çok, neye, kime karşı olduğumuz belirliyor duruşumuzu, kimliğimizi, hatta karakterimizi. Karşı olduğumuz şey daha güçlü var ediyor bizi, anlam veriyor yaşamımıza.
Kıbrıs’ın en büyük sorunu bölünmüşlüktür. Trafik de dahil, fiziksel veya psikolojik güncel birçok sorunun kökeninde bu sorun var.
Akdeniz’in, belki de dünyanın en politik adasında yaşıyoruz. Gözlerimizi ve kulaklarımızı kapatsak da, burun deliklerimizden içeri sızıyor yine de politika.
Politikacıysanız eğer tamam yolunuz belli. Politikacı olmayanlar içinse illa ki siyasi olması gerekmiyor direnmenin. Bin bir yolu yöntemi var bunun. Bu yolların bazıları ince yollar, akılla yürünecek patikalar.
Katlanarak artıyor nüfus, her geçen gün daha da zorlaşıyor koşullar. Sürekli eksiliyor yerel değerler. Bu şartlarda, politik olarak yapabileceğimiz pek bir şey yok. Tarihsel, kültürel ve sanatsal değerlere sahip çıkarak direnebiliriz yine de.
Kıbrıslıların en büyük ve en acil sorununun bölünmüşlük olduğunu unutmadan direnmek…
Şiirle, sanatla direnmek…
Bir tanrı yetmez, bir tanrıyı değil de birçok tanrıyı, tanrıçayı yanımıza alarak direnmek…
Çıplaklıkla direnmek… Adadan kaçmak zorunda kalanları özleyerek direnmek…
Devrik cümleler kullanarak, ‘bozuk’ Türkçe konuşarak direnmek…
Zivaniya içerek direnmek…
Mizahla, kara mizahla direnmek…
Fidan ekerek direnmek… vs…..
Üretmek direnmektir. Üretmek kadar üretilenlere sahip çıkmak da direnmektir. Teslimiyet karamsarlığına düşmeden, ‘her şey bitti’ kabullenişine yenilmeden direnmeliyiz, burada yaşamayı seçiyorsak başka bir şansımız yok.
Üretim, başka üretimlerin yolunu açacak.
Var olabilmek, var olmayı sürdürebilmek için üretmek şart. Sanat, en başta edebiyat sanat üretmeli, özellikle de bu adanın sınırları dışına taşabilecek değerde sıra dışı, kalıp dışı eserler üretmeye ihtiyacımız var.
Çocuk yapmak da üreterek direnmenin ana-yollarından bir tanesi. Dünyaya çocuk getirmemek için bir süre mantıklı sebep bulabilirsiniz. Hatta çocuk yapma sebepleri yapmamaktan azdır, ama çok daha kuvvetli bir şeydir üreme güdüsü. Doğanızla, güdülerinizle, hayvan tarafınızla barışıksanız eğer.
Bir numaralı doğa yasası olan değişime karşı direnmek değil burada söz ettiğim. Doğal değişim değil, bize dayatılan değişim. Doğadaki değişime direnmek imkansız zaten. Doğadaki değişime direnmeye kalktığı için ruhsal ve zihinsel olarak sakatlanan epeyi insan tanıdım, burada da, yurtdışında da.
Var olan sorunları politik partilerin çözeceğine, partilerinin devrim yapacağına inananlar var hala adanın her iki tarafında. Eğer bu inançsa onları ayakta tutan, onlara umut veren, inansınlar.
Avrupa’da, Rusya’da, Latin Amerika’da yaşanan devrimlerden sonra olanları, iktidara gelenlerin yaptıklarını bildiğimden devrime inanmıyorum (“gündelik hayat devrimleri” hariç), ama direnişe inanıyorum ben kendi adıma.
Bu adadaki sisteme, düzene, devlete, iktidara, işgale, sömürüye, asimilasyona karşı direnmek ideolojik değil, varoluşsal bir meseledir benim için. Bu nedenle her zaman bilinçli ve uyanık olmak, ne olursa olsun şüphe duymak ve sorgulamak şart.