İtiraf niteliğinde bir açıklamaydı. Unutulmazlar listesindeki haklı ve şanlı yerini kaybetmesini hiç istemem. O yüzden her yeri geldiğinde “Böyle de bir şey olmuştu” diye hatırlar ve hatırlatmak isterim. “Erdoğan giderse tam bir felaketle karşı karşıya kalırız” diyen AKP iktidarının koşulsuz destekçisi, eski Sabahattin Zaim Üniversitesi rektör yardımcısı Prof. Bülent Arı, “Okuma oranı arttıkça beni afakanlar basıyor” demişti. Bu sözlerin bir ‘eğitimcinin’ ağzından dökülüyor olması durumun vahametini artırmıştı. Sonrasında eski Bakan Taner Yıldız da katıldığı bir televizyon programında, eğitim seviyesi arttıkça partisi AKP’nin hitap ettiği alanın daraldığından ve oylarının azaldığından bahsetmişti. Denebilir ki, o dönem AKP’de bu konu dert edinilmiş, üzerine düşünülmüş. Peki sonrasında ne mi oldu? Ülkenin köklü lise ve üniversitelerine adeta savaş açıldı, kayyım rektörler atandı, hocalar okullarından uzaklaştırıldı, öğrenciler uluslararası testlerde yere çakıldı. AKP iktidarı, “öncesinde doktorlar bizi azarlardı, şu an biz doktor beğenmeyip doktor dövüyoruz, o rahatlıktayız” diyen seçmeninin ‘o rahatlığından’ kaygı duymadığı gibi, ‘düşman’ doktorlara kapıyı göstererek yoluna devam etti.
***
Eğitim AKP iktidarı için hep hareketli bir alan olageldi. Sıkça sistem, çokça Bakan, bolca müfredat değiştirildi. Her bir adımda bilimsel ve laik eğitimden bir adım daha uzaklaşıldı. Cumhurbaşkanı Erdoğan beceriksizlik gibi görünen bu denemelerin aslında arzu edilen şeklini ve amacını şöyle tarif etmişti, “dindar ve kindar bir nesil yetiştirmek.” Bu hedef doğrultusunda güçlü kadrolara sahip iddialı okullar açması ya da zayıf kalanları desteklemesi beklenen iktidar, bunun yerine bilimsel başarılarıyla dünyaya adını duyuran okullara yöneldi, onları birer ekol haline getiren gelenek ve alışkanlıklarını değiştirmeye zorladı, değiştiremediğini dağıttı. Amerika’nın Harvard’ı, İngiltere’nin Oxford’u varsa Türkiye’nin de bütün devlet kadrolarına eleman yetiştiren Kartal İmam Hatip’i var dendi.
***
Ne demişti okuma oranı artınca kendisini afakanlar basan Prof. Bülent Arı, “Ülkeyi ayakta tutacak olanlar okumamış cahil halktır.” Hocaya göre ülkenin parasını yönetecek ekonomiste, sıhhatine bakacak doktora, gıdasını kontrol edecek mühendise, bilgisini üreten akademisyene, hikayesini yazan sanatçıya ihtiyaç yok. Çünkü neden? Çünkü okumuşlar ‘tehlikeli’! Hoca öyle açık, öyle berrak anlatmıştı ki zamanında aklından geçenleri, bugün AKP’nin sanki bir türlü raya oturmuyormuş hissini veren eğitim politikasının aslında nasıl da başından beri bir eğitimsizlik politikası olarak kurgulandığının tanıtım broşürü gibiydi sözleri. Bülent Hoca, ülkeyi ayakta tutacak olanların okumamış cahil halk olduğu tezini, Abdülhamid’in sonunu getirenin, bizzat kendisinin yaydığı laik eğitim kurumlarında yetişen kadrolar olduğu iddiasına dayandırmıştı. Demek ki cahil halk ülkeden ziyade padişahı ayakta tutmak için gerekliydi. Bugünün okumuşlarını tıpkı Jön Türkler gibi ülkeyi ateşe sürükleyenler olarak tarif etmişti. Çok tehlikeliydiler. Ama okumamışlar öyle miydi? Onlar dünyanın gidişatını en rahat okuyanlardı çünkü zihinleri okumuşlar gibi bulanık değildi.
***
Eğitim, zamana göre yenilenmeye ihtiyaç duyan dinamik bir alan. Sürdürülebilir bir dünya için nitelikli eğitimin eşit şartlarda ve ulaşılabilir olması gerektiği de kabul edilmiş bir gerçek. Eğitim her şeyden önce bir insan hakkı ve nitelikli olabilmesi için nitelikli kişiler tarafından programlanması şart. Dünyanın gidişatına bakınca okunmuş fasulyeden çok daha fazlasına ihtiyacımız olduğunu tespit edebilen ya da küçücük çocuklara ‘annen öldü hadi şimdi ağla ve sabrı öğren’ demeyecek kadar pedagojiden haberdar olan eğitimciler gerek. Toplumsal kalkınmadan yana olan bir siyaset eğitimi yok sayma, deneme yanılma tahtasına çevirme lüksü olmadığını bilir, ama arzu edilen sadece belli kişi ve zümrenin kalkınmasıysa işte o zaman eğitim yok da sayılır, kalitesiz hale de getirilir.
***
İnsanın bilgisinin artması ona kapasitesini güçlendirme şansı ve bilmediklerini araştırma, sorgulama cesaret verir. Eşit, nitelikli ve parasız da olmalıdır ki, Prof. Bülent Arı’nın övdüğü gibi cehalet tercih edilmiş yüce bir ferasetmiş gibi sağda solda atılıp tutulamasın. Türkiye’de nitelikli, bilimsel eğitim sadece bedelini ödeyebilenlerin sahip olduğu bir lükse dönüştürüldü. Kafaları bulanıklaştıran mantık, felsefe, integral gibi bilgilerden ayıklanmış, onun yerine mezarlık ziyareti, kurban kesme, yas tutma gibi pratiklerin öne çıkarıldığı bir sistem inşa edildi. Cehaleti överken de yererken de bu toplumun mecbur bırakıldığı ekonomik koşulları, sınıfsal farkları görmezden gelemeyiz. Bu ülkede duvarlara ‘parasız eğitim istiyoruz’ yazan çocuklara işkence ettiler, unutmayalım. Bugün parası olan çocuğunu mürit membağına dönüştürülen okullardan kaçırmaya çalışıyor, olmayan da mecbur bırakılıyor. Cehaletin ülkeyi bir kurt gibi kemirmesine yol veriliyor.