Birleşmiş Milletler (BM), 1964 yılından beri “iyi niyet misyonu” çerçevesinde adamızda görev yapmakta, insani konular, sınır hatlarında barışın korunması ve Kıbrıs sorununun iki tarafın kabul ettiği zirve antlaşmaları ile BM kararları çerçevesinde çözümü konusunda tarafları bir araya getirmektedir.
NATO’nun emperyalist çıkarlar uğruna Türkiye ve Yunanistan‘ı kullanarak, adadaki iki toplumu çatıştırması sonucu ortaya çıkan bölünmüş Kıbrıs’taki dengeler devam ettiği müddetçe yaratılan statüko sürecektir.
Birleşmiş Milletler ise sıcak çatışma olmadığı sürece mevcut statükodan rahatsız değildir. Siyasi dengelerde yaşanan değişiklikler, Kıbrıs sorununun çözümü konusunu da hareketlendirmektedir.
1970’li yılların başında Makarios liderliğindeki Kıbrıs Cumhuriyeti’nin “bağlantısız ülkeler paktında” oynadığı önemli rol, Denktas-Kleridis arasında devam eden görüşmelerde kantonal çözüm önerisine dönüşmüş, Makarios’un bunu reddetmesi ve Sovyetler Birliği’ne yakınlaşması faşist Yunan cuntasının 15 Temmuz 1974’teki askeri darbesini doğurmuştur.
Bir başka örnek de Kıbrıs’ın Avrupa Birliği’ne üyeliği öncesi ortaya çıkan Annan çözüm planıdır.
Emperyalizmin NATO eli ile bölgemizi şekillendiren planlarının sonuncusu, Doğu Akdeniz ve Orta Doğu enerji kaynaklarıdır. Bu kaynakların dünya tekellerinin çıkarlarına hizmet edecek şekilde çıkarılması dengeleri değiştirmektedir.
Bu çerçevede yeni bir çözüm planı ortaya çıkma ihtimali ortada durmaktadır. Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri’nin özel temsilcisinin Kıbrıs’ta ve garantör ülkelerde nabız yoklamasının temel nedeni budur.
Bugüne kadar hiçbir çözüm planı Kıbrıslılar tarafından yapılmamış, taraftar görüşmelerde bir araya getirilip, dinlenmiş ve yazılı metinler önlerine konmuştur. Özellikle Kıbrıs Türk toplumu görüşme masasına Türkiye’nin taleplerini taşımaya devam etmektedir. Bunun dışına çıkanlar Mustafa Akıncı örneğinde olduğu gibi tasfiye edilmişlerdir.
Adada statükodan en çok zarar gören, Türkiye tarafından asimile edilen ve her gecen gün daha da azınlığa düşen Kıbrıs Türk toplumudur. Kıbrıslı Türkler görüşme masasında egemenlik-eşitlik talep ederken, adanın kuzeyinde temel özgürlükleri ve siyasi idareleri Türkiye tarafından gasp edilerek, siyasi rehine olarak kullanılmaktadırlar.
Birleşmiş Milletler‘in görüşmeler yoluyla Kıbrıs sorununa çözüm bulma girişiminin sonuçsuz kalması durumunda, ne yapılması gerektiği konusunda Kıbrıslı Türkler şimdiden tavırlarını belirlemelidirler.
Bunun için;
1- Hiçbir zaman bağımsız olmayacak, Türkiye’nin bir alt yönetimi olan ve Kıbrıslı Türklerin azınlık olduğu, çalınmış topraklar üzerindeki bugünkü ayrılıkçı yapı mı?
2- Sonu gelmeyen görüşmeler yolu ile yıllar geçirilip toplumsal yok oluş mu?
3- 4 Mart 1964 Birleşmiş Milletler kararının tekrar gözden geçirilip, 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti statüsüne dönüş mü?
Karar sizin; ya sesimizi yükseltip var olacağız ya da….. söylemeye dilim varmıyor.