Bizim hamaset cephesinin pek sevdiği bir ikilemedir: “Rum-Yunan ikilisi…”
Tarihin gördüğü en meşhur ikililerden olan Al Bano-Romina Power’den bile daha ünlü olan bu ikilinin aralarının aslında pek de iyi olmadığı tarihsel bir gerçekliktir.
Mesela Rumların en önemli lideri olan, hatta uzun süre Enosis’in en yılmaz savunucusu olan Makarios’un Yunanistan’la yıldızı belki de tarihin hiçbir döneminde pek de barışık olmamıştır.
Mesela 1952’de ada genelindeki kiliselerde düzenlenen Enoisis plebisitinin sonuçlarını alıp götürdükleri Atina’da pek sıcak karşılanmayan komitenin içinde o da vardır.
O dönemin Yunan hükümetinin “bizim böyle bir düşüncemiz yoktur, oturun oturduğunuz yere, bizi İngiltere ile belaya sokmayın” cevabı karşısında, hükümeti Yunan halkına şikayet etmekle tehdit eden aynı Makarios’tur.
Yine istediği sonucu almak için o dönemlerde Lefkoşa’da miting yapıp, Yunan Hükümetini yerden yere vuran da odur.
En nihayet, 1954’te önce Yunanistan’ı BM’ye baş vurmaya zorlayarak, sonra da Türkiye’yi bu adıma karşılık Kıbrıs sorununa sokan da odur. Zira hemen hepimizin malumu, 1954’e kadar Türkiye’ye gidip ‘Taksim’ siyaseti gütmeye çalışan bizimkilere verilen cevap “bizim Kıbrıs sorunu diye bir sorunumuz yoktur” şeklindeydi.
1959 Kıbrıs Cumhuriyeti kuruluş anlaşmalarına Türk-Yunan dengesi hürmetine zorla imza atan Makarios’un, özellikle 1963 sonrası Enosis siyasetinden uzaklaştığı yine bilinen bir gerçekliktir. Bizim resmi tarih öğretimizde ise bunun tam tersi anlatılır.
Halbuki Türkiye’nin 200 mil karelik, 50 yıl süreli bir askeri üs ve Türk kantonları karşılığı, adanın Yunanistan’a bağlanmasını öngöre Acheson planını ilk reddeden Makarios’tur. O zaman kendisine neden reddettiğini soranlara verdiği cevapsa “Biz Yunanistan’dan daha zengin ve ileriyiz. Onlar da bizim seviyemize geldiklerinde bakarız” şeklindedir.
1968-1974 döneminde adada tek bir Kıbrıslı Türk’ün burnu kanamazken, silahların namlusunun en çok doğrultulduğu kişi de yine Makarios’tur.
Yunanistan’ın kurduğu ve eğittiği Eoka-B, Makarios’a defalarca suikast denemiş, ancak başaramamıştır. Sanırım toplamda 30’dan fazla irili ufaklı girişim vardır.
En nihayet, 2 Temmuz 1974’te, yani darbeden iki hafta önce Yunanistan’a sert bir mektup gönderip, “adadaki askerlerini çek” diyen Makarios’un ta kendisidir.
Gerisi malum. Önce 15 Temmuz darbesi, ardından 20 Temmuz müdahalesiyle bugün bulunduğumuz duruma geldik.
Bu uzun tarihsel girişten sonra, günümüzdeki duruma da bakmakta fayda vardır. Çünkü Kıbrıs ve onun özel sorunu, Türk-Yunan dengesinin en temel muhteviyatı olmuştur.
Yine malumunuzdur, Türkiye ile Yunanistan son bir yıldır belki de tarihin en sıcak ilişkilerini yaşamaktadırlar. Yunanistan, bir AB ülkesi olarak Ege adaları özelinde ilk kez Türkiye’ye vize serbestisi uygularken, iki ülke ticari kapasiteyi iki katı artırma anlaşması imza etmişlerdir. Yıllardır bir kördüğüm olan Ege denizi meselesinde de nispeten olumlu görüşmeler yapılırken, Selanik-İzmir bağlantısı da gündemdedir.
Bunun dışında iki ülkenin yetkilileri de karşılıklı ziyaretler yapmakta, istişare toplantıları düzenlemektedir. Bu bağlamda Yunan Başbakanı Miçotakis de Mayıs’ta Ankara’ya bir iade-i ziyaret gerçekleştirecektir.
Ancak bütün bu iyi haller, iyi niyetler, küçük bir kıvılcımla yerle bir olma tehlikesini hep içinde taşımaktadır.
O tehlikenin ismi elbette Kıbrıs’tır.
Ve net olan şey, iki ülkenin ilişkilerinin salahiyeti, Kıbrıs sorununa göbekten bağlıdır. Bu sorun çözülmeden, iki ülkenin ilişkilerinin normalleşme şansı çok azdır.
Fakat son dönemde iyice ayyuka çıkan bir başka çaba dikkat çekmektedir. O da iki ülkenin ilişkilerinden Kıbrıs sorununu dışlamaktır!
Hatırlanacaktır, TC Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, geçen ay yaptığı bir açıklamada Türk-Yunan ilişkilerinden Kıbrıs sorununu çıkarmaktan bahsetmiştir. Bu açıklama güney basınına yankı bulmuştur.
Yine Miçotakis’in en son yaptığı Kıbrıs ziyaretinde, Türkiye ile sürdürülen iyi ilişkiler yüzünden bir takım nahoş ‘çok üst düzey’ sert tartışmaların yaşandığı kulağımıza çalınmıştır. 2016 Mont Pelerin zirvesinden sonra Anastasiadis ile dönemin Yunan Dışişleri Bakanı Koçias arasında yaşanan kavga da hafızalardadır.
Yani durum şu: Yunanistan, ki adanın garantörlüğünden çıkmak için BM’ye baş vurmuşluğu bile vardır-Türkiye ile ilişkilerinde Kıbrıs’ın uğruna ölünecek bir leyla olmadığını düşünmektedir.
Yunanistan bu bağlamda Kıbrıs sorunundan hızlıca kurtulmak istemektedir. Türkiye ise KKTC üzerindeki mutlak hakimiyeti yüzünden aslında esas taraftır. Bu da seçimlere müdahale edilmesinin ardından geçen son 4 yılda artık kabul görmüş bir şekildedir.
İşte bu makaleye konu alan dünkü Filelefteros gazetesinin baş yazısının başlığı da “Yunanistan: Kıbrıs olmadan da Türkiye ile ilerleyebiliriz” şeklindedir.
Makale sert eleştirilerle doludur.
Mesela, Yunanistan’ın ne garantör ne de ‘anavatan’ olarak hiçbir zaman Kıbrıs’ın yardımına koşmadığı ifade edilmektedir. Sadece verilen siyasi destekten bahsedilmektedir.
Hatta bu bağlamda bir takım Yunan aydınların söylemleri de makalede yer bulmuştur.
Yine Erdoğan’ın son yaptığı -yerel seçimlere yönelik olduğu çok belli olan- “1974’te istesek adanın tümünü alırdık” açıklamasının sorulduğu bir profesör, Yunanistan’ın sessiz kalmasını “Türk-Yunan ilişkileri bozulur diye” şeklinde yorumlamasına tepki de vardır.
Belli ki Kıbrıslı Rumlar kendini ‘terk edilmiş’ hissetmektedir.
En nihayet yazıda Yunanistan için manidar bir tanımlamada da bulunulmuştur: “Kötü üvey anne!”
Vallahi okuyunca uzunca süre gülümsedim. Gülümsedim de bize kim gülsün acaba?
Bizim durumumuz farklı mı sanki?
Hiç sanmıyorum…