Mağusa dediğimizde ne anlarız? Hangi coğrafyayı kucaklıyor Mağusa kenti?
Bu sorulardan yola çıkarak kentinin tarihçesine bir göz atarsak hızla büyüyen ama birçok yönüyle de kısıtlanmış olan Mağusa kentinin nerede başladığını ve nerede bittiğini anlayabiliriz.
Şu anda Mağusa kentinin bir kısmı insana kapalı olan bölgede, bir kısmı da Mağusa belediye hudutları dışında kalmıştır.
Mağusa’daki ilk yerleşim yeri MÖ 2000 yıllarında yani günümüzden dört bin yıl önce Enkomi denilen şimdiki Tuzla’nın 1 km kadar batısındadır. Buraya Alasya da denmiştir. İlk liman da şu anda denizden 4 km kadar içeride kalsa da Enkomi’ye kadar gelmekteydi. Burada adadan çıkarılan bakır ile kalay karıştırılarak tunç elde edilirdi. Ayrıca buraya çok yakın Kalopsida (Çayönü) köyünde üretilen bronz Enkomi limanından en çok ihraç edilen ürünlerdi. Enkomi’nin bir diğer önemi Kıbrıslıca diline ait burada bulunan tabletlerdir. Bu dile dilbilimciler Eteokıbrıs-Eteocypriot ismini vermektedirler. Buradaki yazı çeşidi de Cypro-Mineon olarak isimlendirilir.
Daha sonraki yıllarda savaşlar ve özellikle deniz kavimleri Enkomi kentinin sonunu getirir. Halk MÖ 1100 yıllarında 1 km doğudaki Salamis’e taşınır. Salamis kenti büyür ve Kıbrıs’ın başkenti olur. Liman da Salamis kıyılarına taşınır. Yunan kökenli sayılan Akaların buraya hakim olmasıyla beraber buraya Konstantia da denir. Bakır ve bronz ticareti burada da devam eder. Kent daha sonra Asur, Mısır ve Perslerin de hakimiyetine girer. Onlardan sonra Roma İmparatorluğu döneminde parlayan Salamis, sonrasında Bizansların hakimiyeti altında iken bitmek bilmeyen Arap akınları ve depremlerin neticesinde MS 647 yılında şu andaki Mağusa Suriçinin olduğu yere yakın noktalara taşınır.
Taşındıkları yer, Mısır Kralı’nın karısı ve aynı zamanda kız kardeşi de olan Arsinoe’nin ismini alan küçük bir balıkçı kasabasıdır. Kral burayı MÖ 285 yılında kurmuştur. Salamis’ten 7. Yüzyılda gelen Bizanslılar sayesinde kent büyür şimdiki Mağusa’nın (ama henüz surlarla çevrili değildir) temelleri atılır.
Mağusa Bizanslılardan Templar Şövalyelerine onlardan da Lüzinyanlara geçer. Artık 12. Yüzyılın sonlarına geldiğimiz yıllardır ve kent Lüzinyanlarla 13. ama özellikle 14. Yüzyılda ekonomik olarak patlar, ticarette doğu ve batının merkezi haline gelir. Mağusa surlarla çevrilir ve yüzlerce kilise inşa edilir. Mağusa kenti gezginlerin ifadesiyle dünyanın en zengin kenti haline gelir. Daha sonra sırasıyla Cenevizler, Venedikler, Osmanlılar, İngilizlerin işgalleriyle günümüze ulaşır. Birçok savaşlar ve depremler yaşar. En zengin kentten en fakir kentlerden birine dönüşür. İngiliz hakimiyetindeyken geliştirilen liman Mağusa’nın can simidi olur, kent tekrar büyüme dönemine girer. Adanın en büyük liman kenti olur.
Bu arada Osmanlıların kenti ele geçirmesiyle beraber Mağusa Suriçindeki gayrimüslimleri kentin dışına çıkarır. 1571 sonrası Maraş oluşmaya başlar. İngiliz döneminde gayrimüslimlerin tekrar suriçine taşınmaları, sonrasında tekrardan suriçinden kovulmalarıyla beraber gelişen Maraş 1960’lardan sonra ada turizminin kalbi olmaya başlar. Ta ki 1974 yılına kadar.
İşte tam da 4 parçalı bir yapboz (puzzle) olan Mağusa 1974’te bozulur ama tekrar yapılamaz. Bir parçası hep eksik kalır. Mağusa eksik ve kısıtlanmış bir kent olur. Bugünlerde parçalanmış ve bütünlüğünün bozulduğu, eksik yaşadığımız kentimiz 50. yılını geride bırakıyor.
Ülkemiz bölünmüş, kentimiz eksik bırakılmış ve kısıtlanmıştır. Esas soru(n)muz bunun üstesinden yakın bir zamanda gelip gelemeyeceğimizdir.