yaklaşımlarAykut BektaşoğluPara düzeni yaşamı yok ediyor – Aykut Bektaşoğlu
yazarın tüm yazıları:

Para düzeni yaşamı yok ediyor – Aykut Bektaşoğlu

Yeniçağ podcastını dinleyin

…söz konusu yönetim şablonunun ( KKTC ), laiklik karşıtı ve baskıcı olma özentili, yıkıcı bir şantiyecilik olduğu, yeteri kadar açık değil mi? Diğer yandan, atanmış yönetimlerin üzerinde, sözde iktidar – egemen havası komik durmuyor mu?

Hasarın durdurulabilme eşiği aşılmadan, gidişi tersine çevirebilecek tek şey, sosyalist solun daha görünür olmasıdır demekten başka bir yol yok…

Dünya Savaşları denilen şeyler, Paylaşım Savaşlarıdır aslında. Emperyalistler arasındaki yarıştır. Birbirlerine karşı üstünlük sağlamaya çalışırlar. Dünyayı rekabet alanına çevirirler. Yayılırlar ve tüm dünyayı paylaşım savaşlarıyla sararlar. Savaş sonucunda, sorunun dengeye oturacağı düşünülür. Fakat rekabet öyle bir şey ki tüm taraflar yok olmadan sona ermez. Çünkü kapitalizm, rekabet ile var olabiliyor. Bunun için dünyayı talan etmeye devam eder ve savaş üretir.

Sistem çıkmazda. Uygarlığı yok etme potansiyeli var, savaşsız var olamıyor. Çöküşe giderken ne yapacağı kestirilemiyor. Ülke yönetimlerinde faşizmin ön bulduğu bu devirde, başkanlar bile tuhaflıklar sergiliyorlar. ABD başkanının, başka ülke liderinin annesine küfür etmesi tuhaf bir durum değil mi? Anlamsızlıklar yaşanıyor. Neyin nereye yöneleceği kestirilememeye başladı. Bu bir çaresizlik durumudur. Yeni bir çözüm önerilemiyor. Şunu yapacağız ve şu sorun çözülecek şeklinde önerme yapamayacak durumdalar. Artık kapitalizmin toparlanma, yükselme dönemi diye bir şeyi olamaz.

İkinci paylaşım savaşından sonra ve daha önceki devrevi kriz dönemleri ardından toparlanmalar yaşanmıştı. Sosyal devletçiliğe yönelik uygulamalar da olmuştu. Sosyalizmin olabilirliği somutlaşan bir dönem yaşıyor olması, sermaye dünyasını sosyal devletçi uygulamalara zorluyordu. Dünyadaki özgürlük mücadeleleri, sosyal düzeni, alternatif haline getiriyordu. Sermayede ise karlılık yükselişi olmuştu. Teknoloji atılımları, görece yükselişi yaratmıştı. Fakat rekabet ile artı değerin çeliştiği ve artı değer yaratımı zora girdiği zaman, sosyal açılımlar bir yana, toplumun temel ihtiyaçları bile karşılanamaz hale gelecek ve kaosu çağrıştıran bir sürece girilecekti. Kapitalizm dahilinde yeniden iyileşme diye bir şey artık olamayacaktı.

Sonuç olarak tercih etseler de etmeseler de genel savaş koşullarına girilmesi, seçenek haline geliyor. Yani planlı veya plansız, savaş olma ihtimali yoktur denilemez. Teknolojiyi geliştirme gibi yeni etkenlerle, karlılık yükseltip yeniden ‘yönetebilmek’, rekabet düzenine zaman kazandırmak olası değildir.  Çünkü sermayenin, emeğin değerine dayalı müstakil bir düzene ihtiyacı vardır. Emeğin gittikçe daha çok değersizleştirildiği rekabet ve pazar koşullarında bu da mümkün olamıyor. Üretim çoğaltılabiliyor fakat işsizlik büyüyor, sermaye şişiyor. Satın alamayan halk, sağlıktan, gıdadan, eğitimden yoksun kalıyor ve sermayenin çıkmazı altında eziliyor. Rekabet ile birleşen satın almadaki düşüş, pazarda kendini gerçekleştiremeyen sermayeyi, finans ticaretine yönlendiriyor. Yapacak tek şey, halkı yeniden borçlandırmak ve ‘değirmenin dönmesini’ sağlamaktır. Böylece ticaret canlanacak, karlılık artacak. Olmayacak duaya amin denilecektir. Bunun anlamı, daha borçlu toplum yaratmaktır.

Savaş gerekçeleri ile halkı bu duruma razı etmek, yönetim sınıfının başarısı sayılmaktadır. Halk buna razı edilmektedir.

Çıkmazdan dolayı ülkeler durmadan para basıyorlar ve değirmeni döndürmeye çalışıyorlar. Fakat emeğin sırtında olan dünyada, emek değersizleştirildikçe ‘para, para etmiyor’. Çünkü her şeye değer kazandıran canlı emektir. Fırında çalışan işçi parasının bir kısmı ile daha az ekmek almaya başlıyor. Fırıncının satışı düşüyor, karlılığını korumak için işçi çıkarmak zorunda kalıyor. Ekmek satışı daha da azalıyor. Teknolojiyi geliştirmek de kar etmiyor. Emek ile değiştirilen teknoloji, ekmek alabileni daha da azaltıyor. Kar düzeni uygarlığın üstüne çöküyor. Farkında mısınız? Marketlerde son kullanma tarihi yaklaşan ve ucuz satışa giren ürün stantları her gün çoğalıyor. Emeğin değersizleştirildiği ortamda, üretilen şeyler, ekonomi diye bir şey oluşturamıyor. Satılamıyor. Demek ki üretim kutsal değil diyebiliriz. Niye üretildiğine bakmak gerekiyor. Teknoloji kullanarak, rekabet ve kar için, kötülük için üretimi çoğaltırken, emeği daha da değersizleştirip doğayı imha ediyorlar. Yaşamla ilgili her şey meta haline getiriliyor. Çürümüşlüğün her yanı sardığı ve hemen her alanda yolsuzlukların ardı ardına görünür hale geldiği bu küçük toplumda, kuru bir üretim söylemi ile çözüm üretmek, yaşamın üretim ile kurtulacağı söylemi, bir şeyleri saklamak anlamına geliyor. Demokrasi mücadelesi, yaşananların niye olduğu ve olamayanların niye olamadığıyla ilgilenir. Toplum ve doğanın faydasını savunur. ‘Ekonominin’ yani Kapitalizm koşullarında karlılığın geleceği ile ilgili endişelenmez.

Tablo böyleyken ve çöküşün tersine çevrilmesinin mümkün olamayacağı noktaya yaklaşılırken, sıklıkla erken seçim gündeme getiriliyor. Aslında halk oyalanıyor. Şimdilerde Kıbrıs’ta erken seçimin şart olduğu dillendiriliyor. Fakat sorunlar halledilecek vaadiyle yapılacak erken seçim, halkın kandırılmasına yeniden katkı koymak değil mi? Seçimden başka çıkış yolu yoktur diyerek, iktidarla aynı dil kullanılmış olunmuyor mu? Bu kokuşmuş düzen onaylanmış sayılmıyor mu?

Yukarıda sözünü ettiğimiz sermayenin daha çok finans ticaretine yönelmesi, kontrolsüz Ada ekonomisini daha fazla kara para ve yolsuzluklar sarmalına sürüklüyor. Bu koşulda, asgari de olsa demokratik bir zemin varmış gibi davranmak statükoyu savunmak demektir. Para ticareti her yere hakim oluyor. Buna bağlı olarak, söz konusu yönetim şablonunun ( KKTC ), laiklik karşıtı ve baskıcı olma özentili, yıkıcı bir şantiyecilik olduğu, yeteri kadar açık değil mi? Diğer yandan, atanmış yönetimlerin üzerinde, sözde iktidar – egemen havası komik durmuyor mu?

Toplumsal talepler doğrultusunda muhalefetin yükseltilmesi yönünde mücadele yoluna girilmiş olabilseydi eğer, o zaman hiçbir seçimden geri durmamalı ve hatta seçim teşvik edilmeli diyebilirdik. Seçimi demokrasi mücadelesinin alanı olarak görebilirdik…

Dünyanın dört bir yanında toplumsal hoşnutsuzluklar sokağa taşıyor. Temel ihtiyaçlar sağlanamıyor, sosyal varlıklar imha ediliyor, savaşlar çıkarılıyor. Doğa, sermaye sınıfının ömrünü uzatmak uğruna yok ediliyor. Öyle ki bütün toplumsal muhalefet alanlarının, demokrasi mücadelesi kapsamında birleşmekten başka yollarının olmadığı, somut bir durumla karşı karşıyayız aslında.

Krizler büyürken, hangi sınıfın büyüdüğü, nasıl zenginleştiği ve kalkındığı, gün geçtikçe daha görünür oluyor. Egemen ideoloji, hayatın şartının ücret olduğunu öğretiyor. Bir yaşam standardı öneriliyor ve ufkun sınırı çizilmiş oluyor. Reklamlarla beyinler yıkanıyor, ticareti büyütmek için insanlar borçlandırılıyorlar. Her şeyin ticaret konusu olduğu, sağlığın ve eğitimin bile satıldığı para dünyasında, borçlu olmadan doğmak ve hayatını sürdürmek mümkün olamıyor. Aslında para ile satılan, Eğitim adı altında başka bir şey yapılıyor. Öğrenci adı altında, on yıllardır, belli bir bedel karşılığı Ada’ya insan taşınıyor. Belli sermaye odakları büyütülüyor. Taşınan bu insanların çoğunluğu, yeni işsiz yığınına katılıyorlar.

İktidarın tespiti olsa gerek, toplumda stres biriktiği anlarda asgari ücret artırılıyor. Bir illüzyon yapılıyor ve halk aldatılıyor. Çünkü sistemin yeniden karlılığını artırması ve sosyal devlet lehinde davranışları hayata geçirmesi mümkün değildir. Ücret artışı illüzyonu ile yeniden bir hedef gösterip, ona ulaşılmış görüntüsü verilmesi, iktidara zaman kazandırma eylemleridir. Sözde enflasyon artışı oranında asgari ücrete artış yapıp sorunun üzerinden atlıyorlar. Tekrarlandıkça sorun büyüyor. Çöküş yolunda bir adım daha atılmış oluyor. Bu adımlar hızlanıyor. Fakat kapitalist sistem çökerken yaşamın yapı taşları imha ediliyor.

Hasarın durdurulabilme eşiği aşılmadan, gidişi tersine çevirebilecek tek şey, sosyalist solun daha görünür olmasıdır demekten başka bir yol yok…

- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
351AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin