Marx demiş “Tarihte olaylar ilkinde trajedi, ikincisinde komedi olarak tekerrür eder!” diye…
Bu topraklarda ise çok net ki bu komedi olmayacak ne yazık ki. Daha büyük bir trajedi olacak…
Kıbrıslı Türklerin “kendi başına”, “kendi evinde” , “belirli şartlardan dolayı” ya da “Türkiye ile beraber” kendi sorunlarını çözmeye kalkması yeni değildir…
Ne zaman dünyadan, burjuva olmasına rağmen uluslararası hukuktan sıyrılıp kendi başına bir şey yapmaya çalışıldı bu topraklarda sonu hep hüsranla sonuçlandı…
Bakmayın siz partilerin “kendi evimizin efendisi olacağız” söylemlerine …
Bakmayın siz “herkes kendi evinin önünü süpürsüncülere”
Birkaç sol partideki birkaç arkadaşımız dışında bu söylemlere ve bu eylemlere itiraz eden de pek yok …
Ne yazık ki Kıbrıslı Türkler arasında solcu ve ilerici olmak onların haklarını hem Kıbrıs Cumhuriyeti’nde , hem Türkiye’de hem de dünyada birey olmak anlamında ve tabi ki Kuzey’deki bu illegal yapıya karşı çözümler üretmekle de ilgilidir biraz…
Bunları yapmıyorsanız ya da zor buluyorsanız (ki zordur) sol, sosyalist ilerici bir tarafta olmanıza da gerek yoktur…
Hemen hemen bütün partiler bir yelpaze halinde “kendi evimizi temizleyim”, Kıbrıs Sorunu ile ilgilenmeyelim derken memleketteki “sahteliklerden” dem vurmakta ve eleştirmektedeler. Eleştirmekte tabi ki bir mevzubahis yok fakat mevcut kktc-TC ilişkilerinde kendi evlerini nasıl temizleyeceklerini de anlatmaları gerekiyor. Ellerinde süpürgelerle hangi güvenilir(!) kurumla, nerede ve nasıl bu temizliği yapabileceklerini anlatmaları gerekiyor…
***
1981 yılında seçimleri kazanan muhalefete hükümet olma görevi verilmedi…
1983 yılında kktc denen yapıyı kurup kendi evimize konsantre olduk
Şartla, şurtla varlığına evet dediğimiz yapının anayasasına hayır dedi şanlı muhalefetimiz…
Tabi ki bu da kabul görmedi halk tarafından…
Dünya ile aramıza görünmez bir sınır çizildi…
Kendi evimizde, kendi tapularımızı ürettik Türkiye ile sonra…
Bu tapulardan da yeni zenginlerimizi…
Rüyalarında göremeyecekleri zenginlikler ve yöneticiliklerle dünyadan kopup yaşadıklarını gerçeklik sanmaya başladılar…
Ne zaman ki 90’ların sonunda ekonomik kriz oldu, biraz dünyalılaştık, yurt dışından gelen gazetecilerimiz, dünya görmüş ve eğitim almış akademisyenlerimizle demokrasi mitingleri yaptık, Kıbrıs sorununun çözümünü dünyaya haykırdık, bazı gerçeklere ne kadar uzakta ya da yakında olduğumuz görüldü o zaman ülkede bir değişim rüzgarı yaşanmaya başladı…
Kıbrıslı Türkler dünya ile arasında büyük bir çizgi çektiği sanılan ve Neverland’ı kuran Denktaş’tan kurtuldu önce…
Onun bu her yerinden sahtelik akan yapının tek suçlusu olduğu düşünüldü… Ancak öyle değildi
Çok büyük bir değişim rüzgarı yaşanabilirdi ve bu değişim rüzgarı Kıbrıs’ın kuzeyindeki partilerin, sivil toplumun sendikalarının ilericilerinin de değişimini içeren demokratik bir halk hareketine evrilebilirdi…
Ne yazık ki böyle olmadı ve ilgili dönem muhalefet partilerinin hükümet olma kavgaları arasında ciddi dönüşümlere tam anlamıyla varılamadan kesildi… Bu belki de en büyük trajedilerden biridir toplumumuz için…
Sonra yapı yeniden horladı. Tam olarak hesaplaşılamayan kuzeydeki yapı en sert biçimde insanları ele geçirmeye devam etti. Kıbrıslı Türklerin ilericileri AB ya da TC fonlarında onların oluşturduğu Sivil Toplum kuruluşlarında “muhalif” dahi olamadan yaşantılarını sürdürmekteler…
Birçok partimiz hükümet olmaya başladılar sonra sırayla… Sanki birileri bütün umut duyabileceklerimizi bizlere göstermeye çalışırcasına hem de!
Hiçbiri sorunları çözemedi…
Çünkü kktc denen yapıda aslında kimse hükümet olmuyor… Olmuş gibi yapıyor!
En son yaşanan süreçlerde de durum ne yazık ki bundan ibaret…
Mevcut konjonktürde üniversite sahiplerine bir şey denilebilecek mi?
Bu üniversitelerin sahipleri kimdir? Bu sahipler AKP-MHP iktidarının milletvekilleriyken kendilerine ne yapılabilir? Yapılsa da kime karşı ne kadar ileriye gidebiliriz?
Kıbrıslı Türkler iyi ya da kötü dünyada birey olarak bir yer edinmedikçe haklarını alamadıkça, eleştirilse de uluslararası hukuk içine girerek kendi iradelerini ellerine geçirmedikleri sürece, bu ada yarısında tıpkı Türkiye’nin ya da diğer büyük ülkelerin sömürgeleştirdiği Afrika ve Ortadoğu coğrafyaları gibi alt yönetim uygulamalarından farklı bir yapı, yönetim, düzenin kurulamayacağı açıktır!
Peki çözüm olana kadar oturup bekleyelim mi? Bir şey yapmayalım mı? Kendi evimize bakalımcıların argümanı bu ne yazık ki… Yapalım tabi.
Kıbrıs’ta barış için hepimiz de elimizi taşın altına koyarak çalışmaya başlayalım ama birbirimizi de kandırmayalım.
Sorunlarımız her geçen gün daha da büyümeye devam edecek. Erken Seçim de çare olmayacak…
Erken Çözüm, Erken kimlik, erken birey olma, erken dünyalı olma ve erken barış. Çözüm biraz da burada…