56 yaşındaydı kendisini var olup olmadığı tartışmalı bir ülkenin topraklarında bulduğunda. Eşi birkaç yıl önce hastalanıp ölmüştü. Geride, Sri Lanka’da, maddi destek bekleyen kızı ve torunları vardı.
Bir de burada ona iş imkanı sağlayacak olan aracılara ödeyebilmek için çektiği yüklü bir banka borcu.
Adaya gelişi tüm dünya gibi bizim de büyük bir bilinmezlikle karşı karşıya kaldığımız COVID-19 salgınına rast geldi. Gelişinden birkaç gün sonra ise ilk kapanma dönemini yaşadık.
Onu buraya getirten, herkesin bildiği ama kimsenin bilmediği bir kadın patron, o süreçte boş bir villaya yerleştirdi onu. O villadan dışarıya çıkmamak ve kimseyle konuşmamak üzere tembihlenmişti. Parası yoktu, yiyeceği yoktu, içme suyu yoktu.
Bir ay kadar o boş villada yaşadı. Kapının önüne çıktı, yoldan geçen insanlardan yardım istedi yiyecek içecek bulabilmek için. Bir yandan da her gün kendisini oraya yerleştirenlere ulaşmaya çalıştı. Bir an önce çalışmaya başlamak ve emeğiyle para kazanmaktı tek istediği.
Konu komşu fark etti durumunu, ona gıda paketi getirmeye başladılar. Ama bu patronun da kulağına gidince azarladılar ve tehdit ettiler onu.
Neticede mahallede daha fazla “sorun” çıkarmasından endişelenmiş olsalar gerek, apar topar aldılar onu oradan bir iş yerine götürmek üzere.
Ne nereye gideceğini söylediler, ne de ne kadar para kazanacağını. Domates toplayacaksın dediler. Tüm belirsizliğe rağmen büyük bir umutla gitti. Bir eski ev bir de ufak baraka gördü gittiği yerde. Ne bahçe vardı, ne domates.
O gece tuvaleti bile olmayan, kapısı kapanmayan barakada tecavüze uğradı. Onu oraya getirenleri aradı ilk önce, gelip onu almaları için. İlk başta oralı olmadılar. Sonra Kıbrıs’ta çalıştığını bildiği birilerine mesaj attı, konum attı, onlar da bir şekilde yardım edebilecek birilerine ulaştılar.
Biz de Kadın Sığınma Evi olarak polisi devreye soktuk, hemen o gece kadını alabilmek için. Bu arada polisin gideceğini haber almış olmalılar ki, polis yetişmeden kadını oradan alıp başka bir şehre götürüp bırakmışlar gecenin bir yarısı. Neyse ki telefon numarası vardı elimizde, ertesi gün onu bulabildik ve Kadın Sığınma Evi’ne yerleştirdik.
Bizden tek istediği bir an önce iş bulmaktı. Yatılı bir çocuk bakıcılığı işi çıktı. Biraz soruşturduk, bilinen iş insanlarıydı. Görüştürdük ve hemen işe başlamak istedi yine büyük bir umutla. Sürekli haberleştik, o hatırımızı sordu, biz de tamam mı, bir ihtiyacı var mı diye sorduk. Hep “everything is ok, god bless you” oldu cevabı.
Bir yıldan fazla bu insanlar çocuklarını emanet ettiler bu kadına, aynı damın altında yaşadılar. Ama bir kez bile aynı sofrayı paylaşmadılar. Aynı yemeği bile yemediler. İşverenler evde olduklarında ortalıkta görünmemesi isteniyormuş.
Onlar evde yokken fırsat bulursa pilav yapıp götürüyormuş odasına acıktığında yiyebilmek için. Çocuğa bakması gerekmediğinde Pazar günleri tatil yapabiliyormuş, odasından ve evden çıkmamak koşuluyla.
İşveren yatırması gereken teminatı da sağlık kontrolü ücretlerini de maaşından kesmiş, anlaştıkları maaşın yarısını almış hep. En sonunda verdikleri miktarı da düşürüp, beğenmezsen hemen evden çık demişler. Bunun üzerine öğrendik o bir yılın aslında nasıl geçtiğini…
Biz ne zaman, nasıl bu kadar kötü olduk? Kötülük nasıl bu kadar her yerimize sirayet etti?
Not: Kadın halen burada, köklü bir otelde çalışıyor 2 yıldır. Mutlu, yeni dönmüş memleketten. Mahsıl karabiber getirmiş bize. Bu arada bir önceki işverenin gasp ettiği parasını da geri almıştık, kızına göndermişti hemen.