Tarih boyunca Kıbrıs sorununun çözümü konusunda Kıbrıslılar sorumluluk almaktan sürekli kaçmışlar ve hep dıştan yabancı birilerinin inisiyatif almasını talep etmişlerdir.
Annan Planı süreci de ABD’de Dışişleri Bakanı Richard Holbrooke’un 1996 yılında yeşil ışık yakması ile başlatılmıştır.
Annan Planı, o dönemin Genel Sekreteri Kofi Annan’ın ismi ile Birleşmiş Milletler’e mâl edilse bile bu plan İngiliz Lord David Hannay ve eski İngiliz Dışişleri Bakanı Jack Straw’un eseridir.
Kıbrıs sorununun çözümü ile ilgili bugüne kadar böyle kapsamlı bir plan yapılmamıştır.
24 Nisan 2004 tarihinde iki toplumun ayrı ayrı referandumuna sunulan bu planın çözümü hedeflemediği bugün daha iyi anlaşılmaktadır.
Adanın kuzeyinden yüzde 65 evet ve güneyinden yüzde 76 hayır oyu çıkmasına taraflar kendi açılarıyla yaklaştıklarında farklı değerlendirmeler yapmakla birlikte, referandumda evet veya hayır demekle aslında tüm Kıbrıslılar kaybetmişlerdir.
Sıralayacak olursak:
1- Adanın kuzeyinde yaşayan tüm seçmenlere oy kullandırmakla, Türkiye’nin 1949 Cenevre Sözleşmeleri’ne aykırı bir şekilde, 1974 sonrası adanın kuzeyine taşıdığı ve referandum da oy kullanan nüfus yasal hale getirilmiştir.
Referandum sonrası Türkiye sistematik olarak adanın kuzeyine nüfus taşımaya devam etmiş ve bunlara vatandaşlık verilmesiyle ilgili baskılarını artırmıştır. Kıbrıslı Türkler adanın kuzeyinde azınlık hale getirilmiştir.
2- Yüzde 65 evet oyu ile Türkiye’nin uzlaşmaz tutumu gizlemiştir. Referanduma giden süreçte Rum tarafının anlaşmanın garanti edilmesiyle ilgili talebi Türkiye tarafından BM Güvenlik Konseyi üyesi Rusya’ya veto ettirilmiştir.
Türkiye’nin aslında Kıbrıs’ta çözüme değil karşı tarafı suçlamaya dönük bir siyaset içinde olduğu ‘Biz evet dedik Rumlar hayır dedi. Rumlar çözüm istemez’ söylemi yeni bir politika olarak benimsenmiştir.
3-Referandum da çıkan sonuçlar nedeni ile Türkiye, Kıbrıs’ta uluslararası hukuku hiçe sayan uygulamaları sonucu hakkında söylenen ‘İşgalci’ suçlamasından bir süreliğine kurtulmuştur.
4-Adamızın kuzeyinde yaratılan uluslararası hukuka aykırı mülkiyet rejimi, planda ortaya koyulan; takas, iade, tazminat ilkelerine ve mülkiyeti geliştirmeye yönelik açılımlar nedeni ile kuzeydeki Rum mülklerinin yağmalanması bir furyaya dönüşmüş, her tarafa plansız bir şekilde yapılan binalarla çevre tahrip edilmiştir.
5-Annan Planı sonrası kuzey Kıbrıs’a yönelik Türkiye’nin uyguladığı ‘bizde ne varsa sizde de olacak’ temelli asimilasyon, entegrasyon ve kolonicilik politikaları açık açık yapılmaya başlanmıştır. Dini dayatmalarla her taraf cami doldurulmuş, dini okullar açılmış, misyoner imamlar ve tarikatlar faaliyetlerini serbestçe yürütmeye başlamışlardır.
Bununla birlikte TL kullanımı ile Kıbrıslı Türkler fakirleştirilmiş, ellerindeki mülkler Türkiye sermayesi tarafından alınmış ve ülkemizin en güzel yerleri Türkiyeli iş çevrelerine özelleştirme adı altında peşkeş çekilmiştir.
6-1955’de yapılan ‘İstirdat Planı’ (Geriye Alma) esas alınarak ‘Federasyon tezi bitti Rumlar çözüm istemez’ söylemi ile ayrılıkçı talepler iki ayrı devlet tezi ile önümüze sürülmektedir.
7-Kıbrıs’ın Avrupa Birliği üyeliği konusu Annan Planı ile birlikte referanduma sunulmadığı için Kıbrıslı Türkler Avrupa Birliği’nin sadece vatandaşlık hakkından yararlanmış bu da özellikle gençlerin hızla adayı terk etmesine sebep olmuştur.
8-Annan Planı ile yeni bir düzenlemeye gitmesi öngörülen egemen İngiliz üstleri konusu iki toplum tarafından gündem yapılmamakta, bu üstler Orta Doğu’ya saldırı maksatlı kullanılmaya devam etmektedir.
9-Annan Planı referandumu ile birlikte Kıbrıs Cumhuriyeti Türkiye’nin kuzeye egemen olması nedeni ile Türkiye ile komşu olmuştur.
10-Annan Planı ve Kıbrıs sorununu kullanan Recep Tayyip Erdoğan ve AKP Türkiye’deki askeri vesayete karşı ciddi bir başarı elde ederek, iktidarını sağlamlaştırmıştır.
Tüm bu sonuçlara bakıldığında Kıbrıslıların sorunu çözmek için gücü güçle dengeleyecek bir strateji ile Kıbrıslıların çıkarlarını ön plana alan bir inisiyatif almasının kaçınılmaz olduğu gerçeği karşımıza çıkar.