Tayyip Erdoğan 31 Mart 2024 seçimlerinde siyasi kariyerinin en ağır yenilgisini yaşadı. Halk bir anlamda 2023 seçimlerindeki yanlış oy tercihinin “öz eleştirisini” yaptı, AKP-MHP’nin başını çektiği Cumhur İttifakı’na dur dedi. Siyasette böyle keskin bir ivme kaybı durdurulamaz, Erdoğan’ın düşüşü kolayca önüne geçilemez, seçim manevraları nedeniyle yakıştırılan “Büyük Usta” sıfatı dahi bir noktadan sonra para etmez. Bu seçim ayrıca yürütme-yasama-yargı kuvvetler ayrılığı ilkesini hiçe sayan Cumhur Başkanlığı Yönetim Sistemi’ne de kırmızı karttır, Türkiye gibi bir ülkenin kurumsal yapıları, demokratik teamülleri hiçe sayan bir zihniyetle, tek kişinin iradesiyle yönetilemeyeceğinin de anlaşılmasıdır.
İsterseniz seçim sonuçlarını 10 maddede bir özetlemeye çalışalım;
1- Türkiye toplumu; laikliğe hiçe sayan uygulamalara, ülkenin adeta bir tarikatlar-cemaatler koalisyonu, yandaşlık şebekeleriyle yönetilmesine, halka üstten bakan yöneticilere, gelir ve servet dağılımı hızla bozulurken en son belediye başkan adaylarının fahiş servetleriyle gözler önüne serilen aşırı zenginleşmeye, ekonomide kötü gidişe “artık yeter!” ültimatomu vermiştir.
2- Aslında 2019 seçimleriyle de ortaya çıkan bir eğilim, başta İstanbul, kozmopolit, metropol kentlerin, Erdoğan gibi otoriter liderlere, muhafazakar yaşam tarzının dayatılmasına geçit vermemesi olgusu perçinlenmiştir. Bu ruh hali aslında dünyanın başka coğrafyalarında da gözleniyor, özellikle Doğu Avrupa’da “sağ popülist” liderler taşranın ve kırsal kesimin desteğini alırken, başkentlerde, finans, kültür ve eğitim merkezlerinde seçimleri kaybediyor.
3- Bu seçimler bir yönüyle, CHP’nin 1946’dan sonra %33.3 oy oranı ile birinci parti haline geldiği, Ecevit’in Karaoğlan sembolüyle liderliğinin onaylandığı 1973 seçimine benziyor. Bu yanıyla Özgür Özel-Ekrem İmamoğlu liderliği benimsenmiş görünüyor. Bir yönüyle de, 80’li yıllara damgasını vurmuş Turgut Özal’ın ağır bir seçim yenilgisiyle hızla etkisini ve prestijini yitirmeye başladığı 1989 yerel seçimlerine benziyor. Her iki süreç de geri dönüp bakılınca, CHP ve toplumsal muhalefet açısından üzerinde düşünülmesi, dersler çıkarılması gereken mesajlar içeriyor.
4- Aslında rakamların soğuk diline bakarsanız, 2017’den beri tüm seçim ve referandum süreçlerinde karşımıza çıkan, iktidar ve muhalefet blokları arasındaki 48-52 aralığına sıkışmış oy oranları 31 Mart seçimlerinde de gözlendi. AKP-MHP oyları üzerine Yeniden Refah’ı ve BBP, Hüda-Par ile marjinal partileri eklerseniz %48 oranına ulaşıyorsunuz. Yalnız bu kez %52 oy oranını muhalefet bloku yakaladı. Böyle bakınca Erdoğan’ın Fatih Erbakan’a kızmaya hiç hakkı yok. Çünkü bugünkü %6.61 oy oranına bakarsanız, 2023’te onun desteği olmasaydı cumhurbaşkanı seçilmesinin iyice zora gireceği görülüyor. Buna karşın CHP’nin kazandığı büyük kentlerin hiçbirinde, Yeniden Refah’ın oyu eklense dahi AKP’nin kazanamayacağı anlaşılıyor.
5- CHP hem aldığı %37.6 oy oranıyla birinci parti haline geldi. Bu performans AKP’nin iktidara geldiği 2002 seçimlerindeki %34,3 oranının da hayli üzerinde. Hem de yerel yönetimlerde kıyı kentleri, laik yaşam tarzına sahip yerlerin üzerine Afyon, Kütahya, Amasya, Bartın, Kilis, Adıyaman gibi hiç beklenmeyen illeri ekledi. Hatay hariç bıçak sırtı görülen Bursa, Balıkesir, Manisa gibi kentleri kazandı. Böylelikle bir anlamda Türkiye’nin partisi haline geldi. Bursa’nın da katılmasıyla tüm önemli metropol kentler CHP’nin eline geçmiş oldu.
6- Genel hatlarıyla başta İstanbul, 2019’da kazanılan kentlerde CHP’li yerel yönetimlerin halktan onay aldığı görüldü. Propaganda sürecindeki çamura bulanmış şehirler, berbat trafik, akmayan sular, beceriksiz yönetimler benzeri iktidar cephesinden gelen abartılı söylemlerin halkta karşılık bulmadığı görüldü. Aynı şekilde DEM parti ile birlikte yönetecekler iddialarına da itibar edilmedi. Kürt seçmen de büyük ölçüde CHP’li adaylara oy vererek, kendi camialarından yükselen milliyetçi seslere, “çözüm sonunda Erdoğan ile olur ”kestirme yorumuna prim vermedi. Tüm eksikliklerine, yer yer piyasacı uygulamalarına karşın CHP’li yerel yönetimlerin başarılı olduğunu, ekonomik sıkıntılar karşısında sınırlı “sosyal belediyecilik” uygulamalarının seçmen üzerinde olumlu etki yaptığını, 5 yıl boyunca önemli bir yolsuzluk-usulsüzlük dosyasıyla karşılaşılmamasının da bu parlak sonucu verdiğini söyleyebiliriz.
7- “Boş tencere sandığa yansımaz” tezi yalanlandı. Aslında 2023 seçimlerinde dolar kurunu döviz rezervlerini yakmak pahasına 20 liranın altında tutmak, böylelikle enflasyonun patlamasını önlemek, KDV-ÖTV zamlarını seçim sonrasına ertelemek, çok düşük faizlerle hem geliri harcamalarına yetmeyenlerin borçlanarak gemiyi yüzdürmesini sağlamak, hem de bu sayede talebin canlılığını korumak politikası halkta “narkoz etkisi” yapmış, ekonomik sorunların hissedilmesini ertelemişti. Mehmet Şimşek’in kemer sıkma politikaları ise çok geçmeden dar gelirli yurttaşlar arasında etkisini gösterdi, özellikle emeklileri derin bir yoksulluğa sürükledi. Faiz artışları, borçlanarak yaşamını sürdürme olanağını da iyice maliyetli hale getirdi. Bu tepkiler haliyle sandığa yansıdı. Gençlerin umutsuzluğu, bir an önce kapağı yurtdışına atma gayretlerinin de elimizde henüz somut veriler bulunmamakla birlikte, Erdoğan’ın yenilgisinde rol oynadığı tahmin edilebilir.
8- Erdoğan’ın balkon konuşması, piyasaların korktuğu referandum olasılığını ortadan kaldırdı. Orta Vadeli Program ve 12. Kalkınma Planı üzerinden Şimşek döneminin süreceği iması, başta döviz, finansal piyasalarda sakin bir görünüm sağladı. Ancak AKP içerisinde kaçınılmaz biçimde, bu yüksek faizler, kemer sıkma programı yenilgimizi getirdi tartışması olacak. Özellikle TL kredi kullanan Anadolu sermayesinin yüksek faizlerden şikayeti artacak. Buna karşın, bu programdan bir kez saparsak ekonomi tamamen çöker tezini savunanlar da bulunacak. TÜSİAD ve piyasacı yorumcular da bu cepheye destek verecek. Önümüzdeki aylarda ekonomik durgunluğun belirginleşmesi, işsizliğin artmasıyla bu tartışmalar alevlenecek, muhtemelen bir hesaplaşmaya dönüşecek.
9- Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Mayıs’ta Biden ile randevusu bulunuyor. Mevcut ekonomi programının büyük ölçüde yabancı para girişlerine bağlı olması; zaten Sisi ile barışma, Suudi Arabistan’la yumuşama, İsrail ile ticaretin Gazze’de yaşanan vahşete rağmen sürmesi gibi belirtiler de eklenince önümüzdeki dönemde Atlantik İttifakı ile yakınlaşma, AB ile yumuşama süreçlerinin deneneceği izlenimi veriyor. Bir anlamda 2002-2006 arası Batı’ya yanaşma döneminin tekrarı beklenebilir. Ama öte yandan balkondan yapılan konuşma Kürt sorununda şahin bir çizginin belirginleşeceğini, CHP’yi bu şekilde zor durumda bırakma, vatan, millet, bayrak edebiyatıyla hamaseti koyulaştırma stratejisinin izleneceğini düşündürttü. Batı ve Kürt eksenlerinde bağdaşması oldukça zor iki hattın nasıl birlikte yürütüleceğini zaman gösterecek. Bu çelişkilerin teşhiri muhalefet açısından büyük önem taşıyacak.
10- Halk ardı ardına yaşanan seçim döngülerinden bıktı. O nedenle CHP’nin şu ana kadar erken seçimi telaffuz etmemesi doğru bir yaklaşım görünüyor. CHP’nin düşeceği diğer bir tuzak da, erkenden Özel-İmamoğlu liderliği tartışmasına girmek olur. Özel’in hiç beklenmeyen illerdeki adaylık taktilerinin tutması, özellikle kendi memleketi Manisa’dan büyük destek görmesi ilk seçimi başarı hanesine yazdırdı. Şimdi CHP halkın önüne hem demokratikleşme, hem de ekonomi konularında somut çözüm önerileri, kapsamlı bir programla çıkmalı. 6’lı Masa ayak bağından kurtulması, iyice derinleşen gelir ve servet dağılımı çarpıklıkları çubuğu sola bükme, emekten yana açılımlar yapma olanağı veriyor. Son dönemde Avrupa’da en büyük başarıyı sağlayan “ortanın solu” parti olması dünyada da gözlerin CHP’nin üzerine çevrilmesini, Türkiye örneğinin yakından izlenmesini getirecek. Bu gerçek de yeni liderliğe ayrı bir sorumluluk yüklüyor. CHP ayrıca ilk fırsatta, Kürt bölgelerinde halkın iradesiyle seçilen belediye başkanlarının yerine kayyım atanması halinde karşılarında kendilerini bulacaklarını ilan etmeli, Kürt seçmenin Batı illerinde oylarıyla verdiği desteği karşılıksız bırakmamalıdır.
Bitirirken, Türkiye ilkbaharla birlikte en son Gezi sürecinde yaşadığımız umutlu, coşkulu, iyimser ruh haline geri döndü. Bu enerji toplumsal muhalefetin tüm kesimlerine sendikalara, meslek örgütlerine, son dönemlerde büyük dinamizm sergileyen ekolojist ve kadın hareketlerine de yansımalı. Talepleri toplumda yankı bulan emekliler bu moralle örgütlenmelerini yaygınlaştırmalı. Yeni dönemde demokratik eylemlerin meşruiyetinin artacağı, engellenmelerinin zorlaşacağı varsayımından hareket edilmeli. Sol, sosyalist partiler de ülkede esen bu sol rüzgardan nasibini almalı, topluma emekten yana kamucu çözümler sunmalı, laiklik konusundaki duyarlılıklarını sürdürerek CHP’yi de bu eksene çekmenin çabasını sergilemeli. Sol Parti’nin kazandığı Hozat ve Saratlı belediyeleri gibi örnekler üzerinden kamucu, dayanışmacı sosyalist yerel yönetim anlayışının hayata geçmesi için büyük çaba harcanmalı, bu şekilde CHP’li belediyelerin de yüzünü döndüğü güzel örnekler yaratılmalıdır.