“Öyle davran ki, hareketinin sonuçları bu dünyada gerçekten insanî bir yaşamın sürekliliğiyle uyumlu olsun”.
Hans Jonas
“Kapitalizm yasal mafya, mafya da yasal olmayan kapitalizmdir.”
Dorio Bötancourt- Maria Garcia
Türkiye’de ‘siyaset arenasında’ yaşananlar, devlet aygıtının ve medyanın sefil halleri, etik yozlaşmanın ve ahlâkî çürümenin boyutları hakkında bir fikir verecektir… Etik sınır demektir, potansiyel olarak yapılabilir olandan sakınmaktır… Sorumluluk ve dayanışma demektir… Etiğin ahlâka ve yasalara önceliği vardır… Kapitalizm öncesi dönemlerin uygarlıkları, sosyal formasyonları, bütün büyük dinler ve kültürler, Amerikan Yerlileri, Budizm, Hıristiyanlık, Konfüçyanizm, Kâdim Yunan, Hinduizm, İslamiyet, Musevilik, Taoizm, vb. toplumsal dokuyu aşındıracağı kaygısıyla, aşırılığı, israfı, şımarık tüketimi, sefahati mahkûm etmiştir…
Kapitalizmde, öyle bir kaygı bir yana, yangına körükle gidiliyor… Sınırsız büyüme, yayılma, genişleme eğiliminin ve dinamiğinin bir sonucu olarak, ölçüsüzlük ve yıkım kapitalizmin ‘karakteridir’… Aynı Yunan mitolojisindeki Kral Erysichton gibi… Açlığını bir türlü gideremeyen Erysichton, çevresinde ne var ne yoksa yiyip-yutuyor, ortalıkta yenecek bir şey kalmayınca da kendi kendini yiyor… Bu efsane geride kalan dönemde ölçüsüzlüğün, aşırılığın, açgözlülüğün, doymak bilmezliğin çok bilinen sembollerinden biri olmuştur! Kapitalizm de Kral Erysichton gibi aç gözlülükte hiçbir sınır tanımıyor, insan ve toplum yaşamının tüm veçhelerini kolonize ediyor (sömürgeleştiriyor), metalaştırıyor, şeyleştiriyor, soysuzlaştırıyor, parayla alınır-satılır nesnelere, kâr aracına dönüştürüyor… Büyüme ve yok olma ikilemi söz konusuyken, başka türlü olması da zaten mümkün değildir…… Ölçüsüzlük, aşırılık zenginleşmenin/ilerlemenin/kalkınmanın, toplumsal refahın vazgeçilmezi sayılıyor… Geçerli hâkim ideoloji, bencilliği ve rekabeti yüceltiyor…
Şimdilerde yüzleşmek zorunda olduğumuz sorunlar, açlık, işsizlik, yoksulluk, aşağılanma, ekolojik yıkım (biyolojik çeşitliliğin aşınması, canlı türlerinin yok olması), iklim krizi, kapitalizmin sınırsız büyüme, yayılma, genişleme eğiliminin ve dinamiğinin, saçma üretimin ve şımarık tüketimin doğrudan sonucu… Artık ortada değer ölçüsü diye bir şey yok! Ahlaksızlık istisna değil, kural haline gelmiş bulunuyor… Türkiye’de nüfusun %1’nin milli gelirin %40’ı alması, sözünü ettiğimiz aşırılığın sonucu değil mi? Bir kapitalistin devletten daha çok servete sahip olması nasıl açıklanabilir? ABD’li şımarık kapitalist baron Elon Musk’ın serveti çok sayıda devletin milli gelirinden daha büyük… Bu skandal hiç sorun ediliyor mu?
Kapitalizm dahilinde zenginlik tabudur… Tabu yasaklanarak korunandır… Birileri (azınlık) neden zengin, diğerleri (çoğunluk) neden yoksul sorusu pek akla gelmez, sorun edilmez… Oysa zengin olmak başkasının emeğine veya emeğinin ürününe, “ortak zenginliğe” (müştereklere) el koymaktır… Düpedüz hırsızlıktır, gasptır… Zengin, daha akıllı, daha becerikli, daha yetenekli, daha çalışkan olduğu için zengin değildir, ortak servete el koyduğu, işbitirici olduğu için zengindir… Yoksulluktan, “yoksullukla mücadeleden” çok söz edilir de “zenginlikle mücadele hiçbir zaman” akla gelmez, sorun edilmez, tartışma konusu yapılmaz…
Sadece bir “tabu” olmasından değil… Zenginliğin sorun edilmemesinin iki nedeni daha var: Birincisi, kapitalizm öncesi (précapitaliste) dönemin uygarlıklarından farklı olarak, burjuva toplumunda sınıf değiştirmek imkânsız değildir… Yoksul kesimden birileri de pek ala zengin olabilir ve oluyor, mülk sahibi sınıflar katına terfi edebiliyor… Gerçi öyle bir reel ve potansiyel olasılık vardır ama toplam nüfus dikkate alındığında sınıf değiştirebilenlerin sayısı devede kulak bile değildir… Kapitalizm dahilinde yoksulluğu artırmadan zengin olmak mümkün değildir… İkincisi zenginliğin sınırı belirsizdir. Oldukça geniş bir yelpaze söz konusudur ki, bu durum zenginliğin anlaşılmasını, bilince çıkarılmasını zorlaştırıyor… Milyarder zengin ama milyoner de zengin, yarım milyona sahip olan da zengin… Daha aza sahip olanlar da… Kimin zengin olduğu yoksullar cephesinden bakışın sonucudur ve görecelidir…
Tarih boyunca egemen sınıflar sosyal eşitsizlikleri meşrulaştırmayı, kabullendirmeyi “başardılar”… Başlarda dinler, ‘kutsal hukuk’, kapitalizm çağında da liyakat (méritocratie) eşitsizliği ve sömürüyü meşrulaştırdı… Yoksullar yoksul zira zengin olmak için yeteri kadar çaba harcamıyorlar, tembeller, akıllarını kullanmıyorlar… Zenginler de çok çalışkan, çok becerikli oldukları, akıllarını kullandıkları için zengin… Aslında hesap ortada… Mesela yılda 69.392 dolar kazanan bir Amerikalının 230 milyar dolar serveti olan şımarık kapitalist baron Elon Musk’ın servetini yakalayabilmesi için tam 3,1 milyon yıl çalışması gerekiyor… Bu Elon Musk’ın “ortalama bir Amerikalıdan” 3,1 milyon kat daha çalışkan, daha akıllı, daha becerikli olduğu demeye mi geliyor? İnsan üstü bir yaratık mı söz konusu?
Türkiye’nin en zengini Erdemoğlu Holding’in yönetim kurulu başkanı İbrahim Erdemoğlu’nun 5,3 milyar dolar serveti var… Asgari ücret de 17 bin 2 lira. Yılda 204 bin TL. 6375 dolar… 5,3 milyarda kaç 6375 var?
Sadede gelirsek, bu dünyada bir insanın başkalarının emeğine, emeğinin ürününe, müştereklere (herkesin olana) el koymadan, gasp etmeden, sadece kendi çabası-çalışmasıyla zengin olması mümkün değildir? Bir haydut bin dönüm toprağı gasp etse… Kendi çalışmasıyla neyi ne kadar üretebilir? Zar-zor karnını doyurabilirse büyük bir başarı olurdu… Zengin olmak için tarım işçilerinin, proleterlerin dahli gerekir… Toprağı işlemek için traktör, alet-edevat gerekir, üretileni taşımak için araba gerekir… Netice itibariyle üretim sosyal ilişki sayesinde mümkündür…
Kapitalizm dahilinde iyimser beklentilere yer olmamalıdır… İyi kapitalizm olmaz. Kapitalizm ehlileştirilemez, reforme edilemez, insafa gelmez… Esasen hiçbir üretim tarzı (uygarlık modeli densin) reforme edilemez… Her üretim tarzı belirli bir mantığa göre işler ve o mantığın dışına çıkılınca da sistem olmaktan çıkar… Velhasıl ne ile cebelleştiğini bilmek önemlidir denecektir…