Meslek hayatımın büyük bir çoğunluğunu AKP’yi çalışarak geçirdim. Bu konuda da yalnız değilim. Sayısı azımsanmayacak kadar meslektaşım da hayatını AKP’yi anlamaya adadı.
Pek çok seçimde umutlanıp sonra hayal kırıklığı yaşadık.
31 Mart’ta ise ilk kez bir seçimde umutlanmayıp sonunda sevinç yaşadık. Peki, 31 Mart’ta neler oldu? Türkiye artık AKP döneminin sonuna mı geliyor?
Bu yazıda sadece birkaç nokta üzerinde durmak istiyorum. Bunlardan ilki, aslında geçen senenin seçimlerinde beklenen bu halk tepkisinin ‘niye geçen sene değil de bu sene geldiği’ konusu.
Bunun benim görebildiğim iki sebebi var…
Malum, ekonomik kriz geçen sene çoktan başlamıştı. Ancak geçen sene krizin seçmenleri, özellikle de yoksun kesimleri, henüz bu seneki kadar etkilememiş olduğunu söyleyebiliriz.
Ümit Akçay gibi bazı ekonomist meslektaşlarımın daha önce söylediği gibi, geçen sene uygulanan düşük faiz politikaları ile işsizliğin artması önlenmiş, KOBİ’ler de batmaktan korunmuştu. 2023 seçimleri sonrasında Mehmet Şimşek yönetiminde uygulanan ekonomi politikaları ise, her ne kadar ekonomideki kötü gidişatı tersine çevirmek için uygulanıyor olsa da, kemer sıkma politikasıdır.
Bu yeni (ama bilinen) politikalar geniş kesimlerin alım gücünü düşürerek iç talebi azaltma stratejisi gütmektedir. Nitekim faizlerin artması ile ekonomi yavaşlamaya ve işsizlik artmaya başladı.
Evet, ücretler geçen sene de çok düşüktü ama işi olan insan haline şükrediyor durumdaydı. Bu sene ise işsizlik artıyor, yani hiç geliri olmayan ve neyle geçineceğini bilemeyen insan sayısı artıyor. Enflasyon ise geçen seneden bile fazla yükselerek sabit gelirli insanların gelirlerini oldukça eritmiş durumda.
Özetle, bu sene ekonomik sıkıntılar hatta yoksulluk Türkiye’de çok daha ağırlaşmış durumda. Geçen sene ısrarla AKP’ye oy verenlerin bir kısmı muhtemelen bu krizin de yine ancak Erdoğan ile aşılacağını düşündü. Ama aradan geçen yaklaşık bir yıl içinde durumun kötüleşmesi ile AKP seçmenlerini ciddi ölçüde kaybetti.
Yani diyebiliriz ki geçen sene de AKP’den memnuniyetsizlik vardı ama bu sene artık memnuniyetsizlik yerini kızgınlığa bırakmaya başladı. Geçen sene yalanlandığı iddia edilen “boş tencere hükümet devirir” argümanı da böylece tekrardan kanıtlanmış oldu.
İyimser bir bakışla AKP krizle geldi, krizle gidiyor demek mümkün…
Gerçekten AKP de 2002’de herhangi bir başarısı olduğu için değil (nitekim 14 ay önce kurulmuş bir partiydi), krize tepki olarak birinci parti seçilmişti.
2002-2007 arasındaki küresel büyümeden ve önceki hükümetin uyguladığı Kemal Derviş politikalarından da nasiplenip ilk döneminde başarılı bir ekonomik performans sergilemişti. Ancak ne bu politikalar Türkiye’nin bazı en önemli yapısal ekonomik problemlerini çözdü; ne de AKP bunların üzerinde daha sağlam politikalar geliştirdi.
Onun yerine AKP sosyal politikaları keşfetti. Sosyal yardım politikaları yoluyla düşük gelirli pek çok insana ulaşmayı başaran AKP bir de sosyal güvenlik sistemini tüm topluma yayınca uzun süren iktidarlık sürecinin önünü açmış oldu. Ama görünen o ki artık bu sürecin sonlarına gelindi.
Geçen yıl asgari ücret artışı, EYT ödemeleri, yeni kamu personel alımı, emekli maaşlarının artırılması ve diğer sosyal harcamalar yoluyla ekonomik krize rağmen yoksullaşma önlenmeye çalışılmıştı.
Bu sene hem bütçenin durumu hem de Mehmet Şimşek bu seçim politikalarına geçit vermedi. Seçim öncesi emeklilere söz verilen yardımın yapılmamış olmasının da seçimleri etkilediğini iddia ediliyor. CHP ise aksine kampanyasını sosyal belediyecilik üzerine kurdu. Nitekim 2019’da CHP’ye geçen belediyelerin yoksulluğa karşı kısmi de olsa bazı sosyal politikalar üretebilmiş olması da CHP’yi bu seçimlerde cazip kıldı.
Temkinli iyimser olmak açısından iki noktaya daha parmak basmak istiyorum.
Öncelikle geleneksel olarak Türkiye seçmeni tepkisini yerel seçimlerde çok daha rahat gösteriyor ve böylece iktidardan memnun değilse iktidarı değiştirmeden mesajını veriyor.
1989 seçimlerinden SHP’nin birinci parti olarak çıkmasını, 1994 seçimlerinde Refah partisinin beklenmedik zaferini ve 2009 seçimlerinde (yine bir ekonomik kriz yılı) AKP’nin ciddi oy düşüşü yaşadığını hatırlayalım.
Özellikle 2009 seçimlerini düşünürsek ekonomi bir iki yıl içinde toparlandığı takdirde AKP’nin bir sonraki seçimleri yine rahatlıkla kazanabileceği ihtimalini hafife almamak lazım. Ancak bir yandan da AKP artık hegemonyasını güçlendirme, hatta koruma stratejilerini tüketmiş gibi.
Yani “Onlar terörist, onlara oy vermeyin,” gibi kozları daha ne kadar fazla kullanabilir ki? Artık inandırıcı değil. Aksine, seçmenlerde artık AKP’den bıkmışlık hissiyatı yükselmeye başladı.
Ayrıca CHP’nin bu seçimlerde önünü açan bir başka faktör de seçime yenilenerek girmiş olması oldu. Yepyeni isimler de belediye başkanı oldu.
Yani aslında seçmen muhalefete de önemli bir mesaj verdi. Tabi önümüzdeki süreçte CHP’nin kazandığı belediyelerde sergileyeceği performans ve Ekrem İmamoğlu ile Mansur Yavaş’ın popülerliğini koruyup korumayacağı da çok önemli.
Bir önemli fırsat olarak CHP belediyeleri yönetirken yerel düzeyde seçmenlerle doğrudan temasa geçecek. Bu temas fırsatı iyi kullanıldığı takdirde CHP’nin iktidara gelmesi mümkün görünüyor.
Yine iyimser tarafından bakarsak, bu seçimde ilk defa onlarca kadın belediye başkanı seçildiğini görüyoruz. Artık 11 ilin (altısı CHP’den, dördü DEM Parti’den, biri de AKP’den) ve 61 ilçenin belediyeleri kadınlar tarafından yönetilecek. Tabi ki toplumsal eşitlik için yeterli değil, ama yine de küçümsenmeyecek bir gelişme.
Peki, Kıbrıs’tan baktığımızda tüm bunlar ne ifade ediyor?
Belki pek çok kişi bu soruya yine “hiçbir şey” diye cevap verecektir fakat ben çok da ümitsiz değilim. Bir mucize olmasa bile Türkiye’deki olası iyi gidişatın mutlaka bize de yansımaları olacaktır. Ne de olsa göbekten bağlıyız, öyle değil mi?
Öncelikle şunu diyebilirim ki Türkiye parasını boşa harcamak istemeyeceği için gelen ekonomik yardımlar artık daha sıkı şartlarla gelecektir. Bunun tabi ki olumsuz etkileri olacaktır, ama yardımların yarattığı bağımlılık ilişkisi zaten çok problemli.
Bence daha önemlisi Kuzey Kıbrıs’ta tavrını güçlüden yana koyan, sırtını güçlüye dayamış kişiler için belki tehlike çanları çalmaya başlıyor. Elbette ki bu tip kişilerin taraflarını yeni güçlere doğru çevirme kapasiteleri oldukça yüksek. Lakin burada dönen dolaplar artık AKP’nin bile sabrını zorlar hale gelmiş durumda. Farklı bir hükümetin başa gelmesi halinde de bence güneş balçıkla sıvanamayacaktır.