“Yumuşama” rüzgârı ekonomiye de taşındı. Muhalif görünen bazı iktisatçılar önce Mehmet Şimşek’e övgüler yağdırmaya başladılar. Arkasından Merkez Bankası Başkanı Fatih Karahan ve yardımcılarına destek mesajları paylaşmaya koyuldular. Argümanları şu: artık çok isabetli adımlar atılıyor, Türkiye ekonomisi sonunda doğru yola girdi. Bu “naif” yaklaşıma üç ayrı eksenden eleştiri yöneltmek mümkün.
Birincisi; evet Şimşek de, Merkez Bankası ekibi de, gerek donanımları, gerekse de kullandıkları jargonla zaten içinden geldikleri küresel finans sermayesine hitap etmeyi başarıyorlar. Ancak Nurettin Nebati, Şahap Özkavcı gibiler, “Gözlerimdeki ışıltıyı görüyor musunuz?” tarzı gülünçlükler bir istisnaydı. Bu tip kemer sıkma politikaları zaten bu formasyonda bir “ piyasa dostu” kadroyla uygulanır. Bunun en yakın örneği 2001 yılında Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı’nın mimarı, yukarıdaki isimlerden daha kariyerli Kemal Derviş’tir.
İkincisi, görüldüğü kadarıyla uygulanan, sıkı para politikalarına dayalı tipik bir kemer sıkma programıdır. Zaten sahipleri de bu politikaları iftiharla “ortodoks” olarak nitelendiriyorlar. Şu ana kadarki tek icraat, politika faizinin keskince artırılarak yüzde 50’ye çıkarılması ve ek sıkılaştırma adımlarıyla likiditenin kısılmasıdır. Bu koşullarda doğal olarak sıcak para önerilen yüksek faize tamah eder. Şimşek’in sürekli tekrarladığı döviz kurunun enflasyonun altında tutulması çabası da, sökün etmeye başlayan kapkaççı sermaye için istediği zaman ülkeyi salimen terketme güvencesi sağlar. Hem yüksek faizlerle talebin kısılması, hem de reel olarak değerlenen TL sayesinde enflasyonda bir gerileme görülür. Ancak kendi amaçları çerçevesinde dahi bir başarıdan söz etmek için erken. Çünkü ekonominin derin bir durgunluğa sürüklenmemesi; bireysel ve firma iflaslarının yaygınlaşmaması; ülkeye giren sıcak paranın kısa dönem vurgun vurduktan sonra arkasında bir yıkıntı bırakıp ülkeyi terk etmemesi; enflasyon belli ölçüde düşse dahi, hala 20’nin üzerinde seyrederken büyümenin durduğu bir senaryonun, yani “stagflasyon” olgusunun yaşanmaması gerekir. Şimdilik acı ilaç içiriliyor, hastayı öncekinden beter bir duruma düşürebilecek yan etkilerin yaşanmayacağının ise henüz bir teminatı bulunmuyor.
Üçüncüsü ise, işin sınıfsal boyutudur. Mayıs 2023 seçimlerinden sonra göreve gelen bu kadro döneminde, aradan geçen bir yıllık sürede sade yurttaşın yaşamı iyileşmek bir yana giderek daha çekilmez bir hal aldı. Hem Şimşek hem Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Işıkhan sürekli asgari ücrete Temmuz’da zam yapılmayacağını tekrarlıyorlar. Şimşek ayrıca şirketlere ihracata yönelmelerini salık vererek; bir yandan düşük ücret marifetiyle rekabet gücü kazanacaklarını, bir yandan da geniş kitlelerin mal ve hizmetleri satın alma gücü kalmayacağı için dış âleme odaklanmanın bir zorunluluk olduğunu ima ediyor. Kısaca program hedefine ulaşsa dahi, halka daha fazla yoksulluk, daha yüksek işsizlik vaat ediyor. O nedenle piyasacı ekonomistler gibi, emekçilerin ve kamucu iktisatçıların bu programı desteklemesi için hiçbir neden bulunmuyor. Eğer ekonominin bu hale düşmesinin sebebi AKP ve Erdoğan ise; Nebati kadar Şimşek de aynı partinin mensubu olmak ve yetkiyi aynı kişiden almak nedeniyle sorumlu sayılmalı. Ayrıca o koltuğa Cumhur İttifakı’na 2023’te seçim kazandıran “popülist” politikalar sayesinde oturduğunu da unutmamalıdır.
Enflasyon Raporu Okuması
Gelelim geçen hafta açıklanan Enflasyon Raporu’na. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası sonu enflasyon tahmini yüzde 36’dan yüzde 38’e yükseltti. Tahmin aralığı ise yüzde 34-42 bandında daraltıldı. Bu durum yılın sonuna 8 ay kalması, belirsizlik unsurlarının azalmasıyla açıklanabilir. Buna karşın 2025 yıl sonu tüketici enflasyonu tahmini yüzde 14’te korundu.
Nisan ayı piyasa katılımcılarının 2024 TÜFE beklentisi yüzde 44. TCMB’nin tahminini yüzde 38’e revize etmesiyle aradaki fark yüzde 6’ye daraldı. Ne var ki, piyasanın gelecek 12 aylık dönem beklentisi yüzde 35.2. Bu 2025 sonu için yüzde 30 civarında bir oranı ima ediyor ki, TCMB’nin yüzde 14 oranı ile arasında büyük bir fark bulunuyor. Buradan henüz piyasanın enflasyon beklentilerinin çıpalanamadığı görülüyor.
Koç Üniversitesi’nin hanehalkı araştırmasına göre sade yurttaşların yılsonu enflasyon beklentisi yüzde 96. Bu ciddi açı farkının bir nedeni ortalama insanın beklentilerini geçmişe göre belirlemesi, Nisan ayında yüzde 69.8’e ulaşan manşet enflasyonun üzerine bir de TÜİK’in verilerine güvensizliğini eklemesi olabilir. Diğer bir nedeni de özellikle dar gelirlinin zorunlu ihtiyaç kalemlerinin enflasyon endeksinden daha fazla artmasıdır. Nisan ayı verilerine göre; pazar fiyatlarının göstergesi taze meyve-sebze yüzde 78, ulaştırma hizmetleri yüzde 101, kira ise yüzde 124.5’luk bir yıllık enflasyon sergilemiş. Bu rakamlar bütçesi beslenme, ulaşım ve barınmaya sıkışan bir asgari ücretlinin maruz kaldığı enflasyonun, araştırmanın ortaya koyduğu yüzde 96 oranına yakınsadığını gösteriyor.
Enflasyon Raporu enflasyonun Mayıs sonunda yüzde 75’i aşacağını, yaz aylarında ise baz etkisi denilen 2023 Temmuz-Ağustos aylarındaki %9’u aşan aylık enflasyon rakamlarının devreden çıkmasıyla enflasyonun hızla gerileyeceğini öne sürüyor. Dikkat çeken bir nokta da, önceki raporlardaki beklentilerin aksine çıktı fazlası olgusunun devam ettiğini gösteriyor. Bu bir ekonominin enflasyon yaratmayan potansiyelinin üzerinde üretim yapması ve bunun da fiyat artışlarını desteklemesi anlamı taşır.
Rapora göre, I. Enflasyon Raporu’na kıyasla enflasyonun ana eğilimi tahmini yüzde 1.8, çıktı açığı yüzde 0.4, gıda fiyatları yüzde 0.2 yukarı çekmiş. Buna karşın Türk Lirası cinsinden ithalat fiyatları ve yönetilen/yönlendirilen fiyatlar ise yüzde 0.2 aşağı ivmelenmiş. Net etki, enflasyon tahmininin yüzde 2 yukarı güncellemesi olmuş. Burada dikkat çeken nokta, yönetilen/yönlendirilen fiyatlar. Çünkü elektrik, doğal gaz zamları ile KDV-ÖTV ayarlamaları önce 31 Mart seçimleri sonrasına, şimdi de muhtemelen ilk 6 ay enflasyonuna bağlı olarak emekli ve kamu çalışanlarına yapılacak zam oranının düşük çıkması düşünülüyor. Bu manevranın çalışanların refahına olumsuz etkisi konunun bir boyutu. Diğer boyutu ise ertelenmiş bir enflasyon dinamiğinin devreye girmesiyle yıl sonu enflasyonunu besleme riski.
Enflasyon Raporu’nda rakamsal kanıtları net ortaya konulamamakla birlikte adeta “ücretler olmasa biz enflasyonu gayet güzel idare ederdik” iması seziliyor. Böylelikle talebin zayıflayacağı düşünülüyor. Ancak satıcıların aşırı fiyat koyması, bozulan enflasyon beklentilerini suistimal etmesi olgusu üzerine eğilinmiyor. Rapor, faizler yükselir, parasal sıkılaşma sürdürülürse ortalama tüketici harcama yapmak yerine tasarrufa yönelir, böylece talep düşer enflasyon geri çekilir mantığı üzerine kurgulanmış. Böyle keskin bir sıkılaşmanın ekonomiyi durgunluğa sürüklemesi, işsizliği patlatması tehlikesi bu okumanın makro ekonomik tehlikesi.
Diğer taraftan dar gelirli yurttaşların özellikle emekli ve asgari ücretlilerin bu koşullarda tasarruflarını artırmak gibi bir lüksleri yok. Bir de borçlanma koşulları ağırlaştırılınca bu yaşamlarına daha az et tüketmek, peynir tüketmek, pazarda sebze-meyveye uzanamamak şeklinde yansıyacak. Zaten Enflasyon Raporu döneminde ihtiyaç kredisi faizlerinin 20.6 puan artarak yüzde 81.3’e yükseldiği, kart nakit çekimde aylık faizin yüzde 5’e getirildiği övünçle ifade ediliyor. Ayrıca yüksek faizin yarattığı “refah etkisinin” üst gelir grubunun ithal ürünleri talebini kamçılaması riskinden söz edilmiyor. Mart ayında cari açığın 4,5 milyar dolara sıçraması bu anlamda bir uyarı.
TCMB mevduat faiz oranlarının yükselişini sürdürdüğünü ve 26 Nisan itibarıyla yüzde 60.3 düzeyine çıktığını söylüyor. Gelgelim Rapor’un, “Yüksek ve düşük montanlı mevduata uygulanan faiz farkı ve nedenleri” bölümünde; 100 bin liranın altındaki mevduata, 1 milyon liranın üzerindeki mevduatın 10.7 puan altında faiz verildiği bilgisi var. Enflasyon beklentilerinin arttığı, kurlardaki oynaklığın yükseldiği dönemlerde bu farkın arttığının altını çiziyor. Özetle, faizler yükselse de, tasarruflar artsa da bu durumdan nemalanan zenginler oluyor. Dar gelirliler düşük faizlerle yetinmek zorunda kalıyor.
Tüm belirtiler Türkiye ekonomisinin sıcak bir yaza hazırlandığını gösteriyor. Asgari ücretin Temmuz’da güncellenme gereği, emekli ve kamu çalışanı ücret artışları gündemin öncelikli maddeleri olacak. Ardından zamların yağması ciddi bir toplumsal tepki doğuracak. Takibe düşen bireysel borçların giderek artması da diğer bir toplumsal sorun olarak kamuoyunda tartışılacak. Enflasyon düşme eğilimine girse dahi, zor ve acılı bir süreç yaşanacak.