11 yıl önce bugünlerde, dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan’ın, yerine AVM ve Topçu Kışlası yapılacağını duyurduğu Gezi Parkı’nda toplanan bir grup insan iş makinelerinin önüne geçerek yıkıma engel olmaya çalışıyordu. Erdoğan ve iktidarına duyurmak istedikleri mesaj, kafa karışıklığına fırsat vermeyecek şekilde açıktı. “Mahalleme, meydanıma, ağacıma, suyuma, toprağıma, evime, tohumuma, ormanıma, köyüme, kentime, parkıma dokunma!” Protestoların özeti buydu. İktidarın süregiden beton sevdasına karşı duyulan rahatsızlıkta bardağı taşıran son damla olmuştu Gezi.
Erdoğan, Taksim’den yükselen bu itiraza kulak tıkamayı seçti. “Ne yaparsanız yapın biz karar verdik, verdiğimiz gibi bunu işleyeceğiz.”
Uzlaşmadan uzak, dediğim dedik bu siyaset dili, insanların giderek küçültülen yeşil alanları koruma refleksini artırmakla birlikte, özgürlüklerinin kısıtlanmasına karşı da bir tepki içeriyordu. Çoğunluğu gençlerden oluşan eylemciler, kendi ebeveynlerinden bile görmedikleri bu yasakçı ve baskıcı tavırdan iyice bunalmıştı. O gün, bunu bir darbe planı olarak okumayı tercih eden iktidar, sonrasında oylarını almakta zorlandığı bu yeni kuşağı kazanmanın yollarını arayacaktı.
Erdoğan’ın “tarihe saygınız varsa önce o Gezi Parkı denilen yerin tarihini araştırın. Biz orada tarihi yeniden ihya edeceğiz” diyerek eleştirdiği eylemciler o saygının asıl doğaya ve kendi seçimlerine karşı gösterilmesini istiyordu. Giyimlerine, yiyip içtiklerine karışılmasından, dahası önlerine duvar çekilmesinden haz etmiyorlardı. Doğa sevgisini, Türkiye genelinde diktikleri 2.5 milyar fidan ile açıklamaya çalışan Erdoğan’ın çevreciliği inandırıcı bulunmuyordu. Sadece Türkiye’de değil, dünyanın dört bir yanından milyonlarca çocuk ve genç, kendilerine toprağı, suyu ve havası kirletilmiş bir dünya bırakan yetişkinlere karşı öfkeli.
“Mahalleme, meydanıma, ağacıma, suyuma, toprağıma, evime, tohumuma, ormanıma, köyüme, kentime, parkıma dokunma” diyerek Gezi’de ve ülkenin hemen hemen tüm meydanlarında toplanan milyonlarca insanın tek bir amacı vardı, yaşam alanlarındaki talanın durdurulması. Gezegenin geleceğinden endişe duyan gençlerle birlikte, bu yıkıma ilk elden tanık olanlar, yani toprağı ekip işleyen, doğayla içice bir yaşam süren köylüler de yıllar içinde mücadelenin en önemli parçası oldu. Sayıştay’ın kuruluş yıldönümünde konuşan Erdoğan, “Türkiye başkaları gibi sınırsız petrolü, altını, elması, doğalgazı olan bir ülke değil” dedi. Elimizdeki imkanları verimli ve etkin şekilde değerlendirmekten başka seçeneğimizin olmadığı söyledi. Gezi’deki ağaçların kesilip yerine AVM dikilmesine karşı çıkanların da yıllar önce itiraz ettiği buydu. Teröristlikle, darbecilikle suçlandılar. Öldürüldüler, hapsedildiler.
Erdoğan’ın bugün sınırsız olmadığını hatırlattığı o azıcık altının üzerinde çok sayıda maden şirketi var. Bunlardan biri, şubat ayında meydana gelen heyelanla 9 işçiye mezar olan Erzincan İliç’teki Anagold’a ait işletme. 5 işçi hala toprak altında. ÇED olumlu ve İkinci Kapasite Artışı” izninin altında dönemin Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum’un imzası var. Muğla’da, Yeniköy Kemerköy Elektrik Üretim ve Ticaret A.Ş’nin termik santrallerine kaynak olacak kömürün çıkarılması için Akbelen Ormanı’ndaki ağaçlar kesildi. Yaşam alanlarını korumak için direnen köylüler karşılarında devletin polisini buldu. Yıllardır süren direnişin etkili isimlerinden olan ve 31 Mart yerel seçimlerinde İkizköy mahalle muhtarı seçilen Necla Işık’a pankart astığı gerekçesiyle 40 bin lira para cezası kesilmişti.
Madenciliğe karşı verilen bir diğer mücadele de Artvin Cerattepe’de sürüyor. Havası, suyu ve toprakları yedi yıl boyunca kirletilen bölge halkı kendilerine yaşatılan bu mağduriyeti yargıya taşıdı. Son olarak Anayasa Mahkemesi’nin verdiği karara göre “söz konusu madencilik faaliyetinin bölgenin doğal yapısı, suları ve ekosistem bütünlüğünü olumsuz etkilediği” belirtildi ve ‘ÇED olumlu’ kararının iptaline yönelik başvuruda ‘hak ihlali’ yaşandığına hükmetti. Yaşam alanları tehdit altında olan halk kararın bir an önce uygulanıp Cerattepe’deki maden faaliyetlerinin durdurulmasını bekliyor.
Şehirlerde yeşil alanların gittikçe küçülmesine neden olan inşaat projelerine, ülkeye örümcek ağı gibi yayılan, nehirleri kurutan, toprağı ve havayı zehirleyen santrallere ve maden ocaklarına karşı tepki ve direniş devam ederken, yaşam alanı savunucuları üzerlerindeki baskı da aynı oranda artıyor. Toprakları, ağaçları, zeytinlikleri zarar gören köylüler “biz bitiyoruz” diye isyan ederken iktidar halkın karşısına polisini jandarmasını dikip tercihini sermayeden yana kullanıyor. Ülkenin temiz su kaynakları ve tarım arazilerine göz göre göre verilen bu zararın telafisini çok uzaklarda, Sudan’da arayan iktidarın sebze meyve yetiştirip satmak için kiraladığı 10 milyon dönüm arazinin verimsiz olduğu ortaya çıktı. Günün sonudan bu zarar hepimize yazıyor.
Denizli’de, arazisine girdiği için uyardığı Avdan Madencilik yetkililerini darp etmekle suçlanan 75 yaşındaki Hatice Kocalar’a para cezası verildi. Kocalar, maden şirketinin bu yolla kendisini korkutmaya çalıştığını ama korkmadığı gibi toprağını koruduğu için gururlu hissettiğini söyledi. “Onurluyum, gururluyum mutluyum. Alnım açık, başım dik. Ben toprağımı savundum.” 11 yıl önce, hayatın her koldan talan edilmesine karşı başlayan direniş ülkenin dört yanında bugün hala devam ediyor. Gezi’nin mesajı da amacı da hep çok netti: “Mahalleme, meydanıma, ağacıma, suyuma, toprağıma, evime, tohumuma, ormanıma, köyüme, kentime, parkıma dokunma!”