Kıbrıs Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Nikos Hristodulidis ve AB Komisyonu Başkanı Ursula Von Der Leyen, dün tarihi biz ziyarete imza atarak Lübnan’a gittiler.
Tarihinde ilk kez bu kadar üst düzey bir AB yetkilisi tarafından ziyaret edilen Lübnan, malumunuzdur, son 10 yılda hem siyasi hem de ekonomik açıdan çökmüş bir haldedir.
Ülkenin içinde bulunduğu istikrarsızlığın etkileri sadece içte ya da sınır bölgelerinde değil, deniz aşırı ülkelerde de olumsuz şekilde hissedilir niteliktedir.
Elbette bunun ortaya çıkardığı en önemli sonuçlardan bir tanesi de düzensiz göçtür. İşte tam da bu bağlamda, dün yapılan ziyaret ve açıklanan 1 milyar euroluk yardım paketinin nedenine bakmak lazımdır.
Ve tabii ki AB’nin en doğu ucu olan Kıbrıs adasının önemine…
Dediğim gibi, batı ama özellikle de AB, son 10 yılda Suriye iç savaşı gibi nedenlerden dolayı patlayan mülteci akımıyla mücadele etmektedir. Dünyanın en güçlü bloğu, bu bağlamda çok çeşitli stratejiler denemesine rağmen ortaya çıkan durumla baş etmekte zorlanmaktadır. Göçün ortaya çıkardığı ekonomik zorluklar bir yana sosyal ve kültürel sıkıntılar baş göstermektedir. Ama bundan da ötesi ve bana göre daha vahimi, Avrupa kıtasında patlayan göçmen karşıtlığıdır. Zenofobi tüm AB ülkelerinde yükselen bir sıkıntıdır ve bu seçimlere de yansımaktadır. Sonuç olarak AB üyesi ülkelerde peş peşe aşırı sağ iktidarların ortaya çıkması blogun yaradılış değerlerinde tezat durumlar ortaya çıkarmaktadır. Haziran’da yapılacak seçimlerde de aynı manzaraların ortaya çıkması muhtemeldir.
Yüzyıllar boyu savaşan, 18.yüzyıl sonrası ulus-devletlerin ortaya çıkmasının ardından 20.yüzyılın ilk yarısında iktidara gelen aşırı sağcı-milliyetçi yönetimlerin etkisiyle iki dünya savaşı geçiren Avrupa, en sonunda barışın ve uzlaşının yolunu seçmiş, AB de böyle kurulmuştu.
Ancak yukarıda özetle anlattığım sebeplerden dolayı, bir nevi yeni-kavimler göçü yaşayan Avrupa kıtası, ortaya çıkan bu yeni durumla baş etmenin yollarını aramaktadır.
İşte dün Lübnan’da açıklanan 1 milyar euroluk yardım paketinin amacı budur. Uygulama yeni değildir, daha önce Tunus ve Moritanya gibi ülkelerle de benzer hibe anlaşmaları yapılmıştır. Türkiye ile yapılan mülteci anlaşması da teknik olarak benzemese de nihayetinde aynı amaca hizmet etmektedir. Yani mülteci akımını durdurmak!
AB’nin niyeti özünde şudur: Eğer bölge ülkelerinde ekonomik ve siyasi istikrar olursa, refah olursa, insanlar ülkelerini terk etmeyi değil, kalmayı seçecektir.
Kulağa mantıklı gelse de uygulamada bunun ne kadar hayata geçebileceği şüphelidir. Ama denemekten zarar çıkacağını sanmıyorum.
Bugün AB’nin en doğu ucu olan Kıbrıs’ın en büyük sorunlarından bir tanesi rekor düzeyde artan mülteci sayısıdır. Bu mültecilerin güzergahı ise Lübnan-Suriye ve KKTC’dir.
Geçtiğimiz hafta ‘mülteci krizi’ gündemiyle toplanan Rum Ulusal Konseyi’nden çıkan sonuç, Güney Kıbrıs’ın “tek bir mülteci daha alacak durumda olmadığı” ayan beyan açıklanmıştır. Hatta açıklamakla kalınmamış, geçen Cuma, Kıbrıs karasularında görülen ve içinde toplam 500 kadar kişinin olduğu sanılan iki tekne, Rum Sahil Güvenliği tarafından durdurulup, geri gönderilmiştir. Teknelerin Lübnan’dan demir aldığı açıklanmıştır. İki teknenin akıbetiyse belli değildir!
Dolayısıyla dün atılan adım ve açıklanan hibe, sadece Lübnan ekonomisine can suyu olacak değildir. Paketin içinde Lübnan’ın sınır güvenliğinin sağlanması için ordusunun modernize edilmesi ve güçlendirilmesini de öngörmektedir.
Ziyarette Lübnan Başbakanı Necip Mikati ile görüşen Von Der Leyen ve Hristodulidis’in açıklamalarına bakacak olursanız, yukarıda yazdığım mantıkta konuştuklarını görebilirsiniz. Mesela Von Der Leyen’in “Lübnan halkının yanındayız. Bu yardımlarla Lübnan’ın karşılaştığı sorunların üstesinden gelmesini ümit ediyoruz” demesi de bundandır.
Denklemin bir diğer ülkesi Suriye’de ise nispeten daha iyi bir ortam vardır. İç savaş tamamen değilse bile bitmiştir. Ekonomi bir takım canlılıklar göstermektedir ama göç durmuş değildir.
Bu noktada KKTC’nin kara sınırları üzerinden başlayan göç, son yıllarda çok yüksek boyutlara ulaşmıştır.
Geçtiğimiz günlerde bir açıklama yapan Müteahhitler Birliği Başkanı Cafer Gürcafer’in “Güney’deki mülteci kampında tutulan mültecilerin neredeyse tamamı KKTC üzerinden gitmiştir” demesi tesadüf değil, gerçektir.
Rumların bir ara sınır boyuna dikenli tel koyma girişiminin sebebi de hayasız mülteci akımından başka bir şey değildir.
Bu bağlamda AB’nin, çözmesi gereken bir başka konu da Kıbrıs sorunundan başka bir şey değildir.
Hani hep deriz ya, Kıbrıs sorunu uluslararası bir sorundur diye, tam da budur.
Çünkü adanın kuzeyinde oluşturulan illegal ve başı boş düzen, AB için büyük sıkıntılar yaratmaktadır. Öte yandan gri bölgeden çıkamayan Türkiye için de adanın kuzeyindeki yapı büyük bir handikaptır.
Hal böyleyken, herkes bu yapı yüzünden sıkıntılar ve sorunlar yaşarken, madalyonun diğer tarafında adanın sadece kuzeyinde değil, güneyinde de oluşan statükoların kendi çıkarını korumak için harekete geçmesi tabii ki tesadüf değildir. Bu yapılan adada kurulan düzenden beslenmekte ve oluşturulan iktidarlar tarafından korunup, kollanmaktadır.
Doğu Akdeniz’in orta yerinde korkunç bir kara delik gibi duran, uluslararası kara para aklama merkezi haline dönen, insan kaçakçılığı merkezi olan, dünyanın çeşitli ülkelerinden kaçmış suç şebekelerine yataklık eden Kıbrıs adasının bu suç cenneti hali, en başta AB’nin temel prensiplerini tehdit eder noktaya çoktan varmıştır.
Kıbrıs sorununun çözülmesiyle birlikte her şeyin düzeleceğini tabii ki iddia edemem ama düzelme yoluna gireceğine sanırım kimsenin itirazı olmayacaktır.
Ez cümle, dün yapılan ziyaret ve yardım açıklaması, AB’nin mülteci sorununda geldiği içinde çıkılmaz halin daha iyi anlaşılması açısından tarihi olarak niteliyorum.
Bu girişimlerin, Kıbrıs adasında yaşanan sorunu ortadan kaldıracak bir takım başka girişimlere sebebiyet vermesini sadece istemiyorum, öngörüyorum da.
O yüzden de gelecek hafta bir kez daha adaya gelecek olan BM Temsilcisi Maria Holguin’in ziyaretini kritik olarak niteliyorum.
Aynen son 3 günde 3 değişik açıklamada “kritik ziyaret” diyen Hristodulidis gibi…