Son ana kadar bu olayı sizlerle paylaşmanın önemli bir nedeni olup olmadığı ve faydalı olup olmayacağı konusunda ikilemdeydim.
Bu hiç kolay bir karar olmadı benim için ama sonunda hem mantığım hem de duygularım bunu yapmam gerektiği konusunda hemfikir oldu. Bu konu hepimizi ilgilendirir.
Bu hafta içerisinde Lefkoşa‘daki Rüstem Kitabevi‘ne giderken Ledra Caddesi‘ndeki barikatta durmak zorunda kaldım ve Türkçe ve Rumca konuşan kolluk kuvvetleri tarafından kimliğim iki kez kontrol edildi.
Aralarındaki alanda yürürken telefonum çaldı, ben de açtım. Türkçe konuşan memur kapatmamı söyledi “No phone!”. Ben de arkadaşıma durumu izah ettim ve kapattım.
Ben telefonu kapatınca memur iş arkadaşına dönüp “ben kapat dedim o konuşmaya devam ediyor”
Ben hesaplamadan (ki tecrübem böyle durumlarda bunun şart olduğunu öğretti) ve spontane bir şekilde adama Türkçede “arkadaşıma durumu izah ettim ve kapattım, kapatmadım mı?” dedim.
Önce bir afalladı sonra sert bir sesle “buraya geldiğinde ben söylemeden kapatman gerekirdi!” dedi. “Siz söyleyince kapattım ya! Ayrıca, bunun nedeni ne acaba?” diye sordum. “Öyle!” dedi.
Kabul ediyorum o anda kafamdaki “demokrasinin adına bu cevabı kabul edemezsin” yüksek sesle itiraz eden sesime kandım ve “Mantıklı bir sebep yok diyorsunuz yani” dedim.
Şimdi onun kafasındaki sesinin onu ne yapmaya ikna etmeye çalıştığını bilemem ama pasaportumu fırlatarak “geri dön” dedi. “Bunu yapmaya hakkınız yok! Avukatımı arıyorum!” dedim.
Sustu.
Ben ise demokrasinin kazandığı yanılsamasından memnun bir şekilde ikinci pencereye geçtim. Oradaki memur sağ olsun gerçeğe dönmeme yardım etti.
Bir sonraki cümledeki tüm parantezlerde bu sözleri dinlerken aklımdan geçen düşünceleri görebilirsiniz: “Sizinkiler (bizimkiler mi?) bizimkileri (sizinkiler de kim ayol?) böyle durumlarda geri döndürüyorlar. Seni de geri döndürmek lazım aslında”
Anladım!
Kolluk kuvvetlerinin arasında bir kuvvet yarışmasının arasına düştüm ama bu arada bütün geçiş işlemleri tamamlandı. Hiçbir şey söylemeden geçebilirdim. Ama… “Beyefendi ben kimseyi geri döndürmedim, memur falan da değilim, ayrıca hiçbir yasayı çiğnemedim dolayısıyla beni geri döndürmeye hakkınız yok! İyi günleeeer”, dedim.
Farkındaydım, sesim yükselmeye başladı ve tamamen “ne olursa olsun umurumda değil” psikolojisinin esiriydim.
“Sen burada turistsin ve sana verilen emirlere biat edeceksin!” dedi.
İçimde resmen bir volkan patlaması yaşandı! “Turist mi?”, “Biat mı”?! Etkilenmemeyi başaran tarafım canla başla ağzımı kapalı tutmaya çalışıyordu. “İyi günler”, dedi. (Tamam işte iyi günler dedi, hemen ayrıl buradan, seni bekleyen arkadaşlarını düşün, yapacağınız o güzel etkinliği düşün ne olur!)
Ayrıldım. Başardım!
Başardım diyorum, çünkü hiç de kolay bir mücadele değildi. Yolda yürürken bir anda kendimi sakinleştirmeye çalışıyorum, öte yandan da “ben kendi memleketimde turist muamelesi görmeyi kabul edemem” diyen ve adanın kuzey kısmına geçmeyen Kıbrıslı Rumları düşünmeden edemiyorum.
Böyle yerlerde, böyle düzenlerde kim haklı kim haksız…
Hangisi doğru hangisi yanlış…
Statükonun değişmesi için hala umudun olduğu geçmişin aksine şu anda kesin bir cevabım ve tartışmaya açık olmayan bir argümanım yok. Bu da beni kahrediyor…
Ancak hala daha emin olduğum bir şey var ki o da henüz hiçbir şeyin bitmediği ve yeniden birleşme ve barış için en ufak bir ihtimal bile olduğu sürece memleketimin tümünde elimden gelen her şeyi yapacağım.