Avrupa Birliği (AB) üyesi 27 ülkenin 400 milyona yakın seçmeni 6-9 Haziran tarihleri arasında Avrupa Parlamentosu (AP) üyelerini seçmek için sandık başına gidiyor. Bilindiği gibi AP birliğin yasama organı. Yürütme organı Avrupa Komisyonu’nun (AK) başkanı da, AP tarafından seçiliyor. Avrupa Konseyi, üye ülkelerin hükümet başkanlarından oluşuyor. Komisyon için başkan adayını konsey belirliyor, ancak AP seçiyor. AP’de üyeler sağ-sol yelpazesindeki konumlarına göre politik gruplardan birine dâhil oluyor, bir bakıma orada ülkelerini değil ideolojilerini temsil ediyor.
Şu anda AP’de yedi resmi grup bulunuyor: Ana akım sağı Avrupa Halk Partisi (EPP), merkez-solu Sosyalist ve Demokratların İlerici İttifakı (S&D), liberalleri Avrupa’yı Yenile (Renew), yeşilleri Yeşiller/Avrupa Özgür İttifakı (Greens/EFA), radikal solu Avrupa Birleşik Solu-Nordik Yeşil Sol (GUE/NGL) temsil ediyor. Aşırı sağ ise Kimlik ve Demokrasi (ID) ve Avrupa Muhafazakârları ve Reformistleri (ECR) gibi iki ayrı çatı altında örgütlü.
YEŞİL VE LİBERALLER KAYBA UĞRAYACAK
Bu seçimlerde yeşiller ve liberallerin ciddi oy kaybına uğramaları, buna karşın ne yazık ki aşırı sağın güçlenmesi bekleniyor. AP seçimlerinde genellikle katılım düşük oluyor. Çünkü seçmen, oylarıyla ulusal parlamento seçimleri gibi doğrudan yaşamına yansıyacak bir değişiklik gerçekleşmeyeceğini düşünüyor. Bu nedenle ideolojik yönelimi güçlü, tepkileri keskin seçmenlerin sandık başına gitme olasılıkları güçleniyor. Bu durumdan genelde ideolojik yelpazenin sağ ve sol uçlarındaki partilerin avantajlı çıktıkları biliniyor. Ancak bu seçimlerde rüzgar aşırı sağdan yana. Bir umut; seçimlerin hikayesi “aşırı sağın yükselişi” şeklinde beklendiği için, gelişmelerden tedirginlik duyan ılımlı görüşlere sahip yurttaşların sandığa daha fazla rağbet etmeleri.
AŞIRI SAĞIN YÜKSELME DİNAMİKLERİ
Seçmenlerin aşırı sağ partilere bu denli teveccüh göstermesinin ardında; göçmenlere ve mültecilere duyulan tepki, ana akım parti veya koalisyonlar yönetiminde enflasyonun dolayısıyla hayat pahalılığının artışından duyulan rahatsızlık, Ukrayna Savaşı sonrasında iyice artan enerji maliyetleri, özellikle son zamanlarda küresel iklim değişikliğine karşı önlemler içeren “Yeşil Anlaşma’yı” reddetme gibi nedenler yer alıyor.
Bu partilerin bir kısmı geçmişte Nazizme, Franko’ya, Mussolini’ye sempati üzerinden yükselen doktriner, karanlık bir geçmişe dayansalar da, halka gündelik sorunlara ilişkin tavırları ve çözüm önerileri üzerinden yaklaşıyorlar. Kapitalist küreselleşme sürecinde konum yitiren mavi yakalı işçiler, işlerini daha ucuza ve uzun saatler çalışan göçmenlerin kaptığını\standartları düşürdüğünü düşünen hizmetler sektörü çalışanları, gelirin daha yüksek olduğu metropollere öfke duyan taşra seçmeni, geleneksel olarak kendini sağ partilere yakın hisseden kırsal nüfus, bu partilerin en fazla destek bulduğu kesimler.
Hollandalı akademisyen Matthijs Rooduijn’e göre, aşırı sağ partilerin göçmenler konusuna yaklaşımı, demokratik kurumları ve teamülleri reddetmesi gibi temel politikalarında bir yumuşama görülmüyor. Sadece imajlarını değiştiriyor, daha ılımlı bir dil tutturuyorlar. Sosyal medyayı etkin kullanıyorlar, ana akım medyanın politik ve ekonomik elitlerin egemenliğinde bulunduğu propagandasıyla sade yurttaşı etkiliyorlar. Koalisyon kurarken bu partilerin katılımına veya dışarıdan desteğine muhtaç kalan merkez partiler de aşırı sağın meşrulaşmasına, normalize olmasına katkıda bulunuyorlar.
AŞIRI SAĞIN SEÇİM BAŞARILARI
Aşırı sağın yakın dönem seçim başarılarını hatırlarsak; Eylül 2022’de İtalya’nın Kardeşleri (Fratelli d’Italia-FdI) başkanı Giorgia Meloni, daha önce Kuzey Ligi diye bildiğimiz Lega ve Silvio Berlusconi’nin Forza İtalia partisiyle koalisyon kurarak başbakanlık koltuğuna oturdu. İsveç’te İsveç Demokratları Eylül 2022 genel seçimlerinde oyların %20.5’ini alarak %30.3 oy toplayan Sosyal Demokratlar’ın ardından ikinci parti oldu. Hükümette bakan bulunduramasa da, göç ve güvenlik politikalarında söz sahibi konuma geldi. Nisan 2023’te Gerçek Finliler Partisi (Finns) seçimden %20.1 oyla ikinci çıktı ve muhafazakâr Petteri Orpo hükümetinde ekonomi, finans, içişleri, adalet ve sosyal ilişkiler gibi kilit bakanlıkları aldı. Kasım 2023’te ise Hollanda’da Geert Wilders’in Özgürlük İçin Partisi (VVD) %23.5 oy ile birince parti haline geldi. Uzun müzakereler sonucunda Wilders başbakanlık koltuğuna oturamasa da, kurulan dörtlü sağ koalisyonun en güçlü aktörü olarak parlamentoda bulunuyor.
Şu anda aşırı sağ partiler Avrupa Konseyi’nde başbakanlar İtalyan Giorgia Meloni, Macar Viktor Orban ve Çek Cumhuriyeti’nden Petr Fiala ile temsil ediliyorlar. Kamuoyu yoklamalarında Avusturya, Belçika, Fransa, İtalya, Hollanda ve Polonya’da önde görünüyorlar.
İKİ FARKLI AŞIRI SAĞ GRUP
Daha önce de vurguladığımız gibi aşırı sağ Avrupa Parlamentosu’nda iki farklı grupta örgütlü. Bunlardan birisi daha keskin kabul edilen Fransız Ulusal Birlik, İtalyan Lega, Hollandalı Özgürlük İçin Partisi, Avusturya Özgürlük Partisi ve Alman AfD’nin Bulunduğu ID. AfD, bir kısım üyesinin yurttaş statüsü almış göçmeni ülkelerine geri gönderme planı afişe olunca gruptan ihraç edildi. Diğeri ise, İngiliz Muhafazakâr Parti’nin kurduğu, Brexit sonrası daha da sağa kayan, İtalya’nın Kardeşleri’ni, İsveç Demokratları’nı, Gerçek Finliler’i, İspanyol VOX’u ve Polonyalı Kanun ve Adalet Partisi’ni bünyesinde bulunduran ECR.
Mart 2021’de Viktor Orban’ın Fidesz Partisi ana akım sağ EPP’yi terk etti. Şimdi her iki grupla da görüşme yürütüyor. Görüldüğü kadarıyla Orban ikisini birleştirerek kendisini Avrupa aşırı sağının lideri ilan etmek istiyor. Genelde ECR üyelerinin ekonomik konularda neoliberal ve NATO yanlısı olduğu; ID’nin ise refah devleti uygulamalarına daha yatkın olduğu ve AB’nin Ukrayna politikalarına mesafeli yaklaştığı söylenebilir.
İspanya’nın VOX partisi ise, düzenlediği Madrid Forumu aracılığıyla ABD’den Donald Trump, Arjantin’den Javier Milei ve Latin Amerika’nın anti-komünist partilerinin temsilcilerini bir araya getirerek küresel aşırı sağın merkezi olma gayretinde. Haliyle hem ID, Hem de ECR üyelerini el üstünde tutuyor. Kendini merkeze yanaştırma gayretindeki Meloni gibiler foruma daha mesafeli yaklaşıyor.
Avrupa’da siyasi ittifaklara ilişkin karantina hattı (cordon sanitaire) kavramı yaygınlıkla kullanılıyor. Bu hattın dışında kalan aşırı çizgideki siyasi partilerle asla ittifak kurulmuyor. AK Başkanı Alman Hıristiyan Demokrat Ursula von der Leyen, ECR partileri ile dirsek temasında bulunmayı, sadece ID partilerini karantina hattı dışında tutmayı planlıyor. Asıl amacı, ikinci dönem başkanlık için Meloni’nin desteğini almak.
İngiliz The Economist dergisi Avrupa’nın yakın geleceğinin üç kadının Leyen, Meloni ve RN lideri Marine Le Pen’in elinde olduğunu öne sürüyor. İtalyan ve Fransız aşırı sağ liderlerinin yakınlaşması yerine, Meloni’nin Leyen’in tekliflerine açık olmasının daha tercih edilebilir olduğunu iddia ediyor. Bir anlamda merkezin aşırı sağ ile yakınlaşmasını meşrulaştırıyor.
Bu aşırı milliyetçi partileri ayıran bir fay hattı da, LGBTQ konularına yaklaşım. Macaristan, Polonya başta gelmek üzere Doğu Avrupa kanadı Trump’ın izinde, çocuklara zorla eşcinsellik, trans ideolojisi dayatıldığını ileri sürerken Fransa’da Le Pen ve Hollanda’da Wilders tam ters bir pozisyon alarak, anti-İslam politikalarının bir uzantısı olarak eşcinsel haklarının savunuculuğuna soyunuyorlar.
Aşırı sağın yükselişi karşısında pozisyon alan bir figür de, Alman solunun bilinen ismi Sahra Wagenknecht. Bu emektar politikacı Die Linke (Sol Parti) partisinden koptu. Halk kitlelerinin duygularını anlamanın gereğine vurgu yaparak göçmen politikaları, sosyal politikaların önemi, Ukrayna’da Volodimir Zelenski’nin kayıtsız şartsız desteklenmesi anlayışının sorgulanması anlamında, farklı bir çizgi tutturdu. Aşırı sağın yükselişinin ancak böyle, onların kitleleri yakaladığı reçeteyi anlayarak önlenebileceğini savunuyor.
SOLUN ÜZERİNE DÜŞEN GÖREVLER
AP seçimlerinden avantajlı çıkabilecek bir grup da ana akım sağ partileri bünyesinde toplayan EPP. Merkez sol ve liberal grupla birlikte büyük olasılıkla yine çoğunluk oluşturacak, aşırı sağın egemenliğine izin vermeyecekler. Ancak sonuçlar belli olunca, yine de en çok konuşulan gündem maddesi aşırı sağın başarısı olacak. Gerçekten böyle bir tablo ortaya çıkarsa, tarihin en sağcı AP’si ile karşılaşacağız. Faşizme karşı mücadele gereği aciliyet kazanacak.
Avrupa’nın radikal sol kanadı bir zamanlar Yunanistan’da Syriza, İspanya’da Podemos, Portekiz’de Bloco ile çıkıştayken, şimdi yüzünü güldüren tek örnek Belçika’nın İşçi Partisi (PTB) kalacak. Sosyalistlere, komünistlere, genel olarak solculara düşen görev de, anti-faşist, enternasyonalist, ekolojik konulara duyarlı, toplumsal cinsiyet eşitliğini savunan, emekten yana ana eksenini terk etmeden; bu reaksiyoner, yabancı düşmanı, korkular\komplo tezleri üzerinden politika yapan aşırı sağı teşhir etmek olacak. Ancak kapitalist küreselleşme sürecinin kaybedenlerinin, taşranın yoksul bırakılanlarının, neoliberal tarım politikaları karşısında ayakta kalmaya çalışan çiftçilerin dertlerine derman olma zorunluluğunu daha iyi kavramaları, sadece şehirli orta sınıfların partisi imajını da yıkmaları gerekecek.