Kıbrıs iktibasYonca ÖzdemirAvrupa Parlamentosu seçimlerinin ardından… - Yonca Özdemir

Avrupa Parlamentosu seçimlerinin ardından… – Yonca Özdemir

Orjinal yazının kaynağıkibrisligazetesi.com
diğer yazılar:

Avrupa Parlamentosu seçimlerinde 27 AB ülkesinde yaklaşık 185 milyon seçmen söz hakkını kullandı. Bu seçimlerde genellikle vatandaşlar oylarını ulusal hükümetleri hakkında bir referandum gibi kullanırlar.

Bu yüzden sonuçlar sadece AB ile ilgili değil, ulusal hükümetler için de önemli sonuçlar doğuruyor. Özetle söylemek gerekirse, bu seçimlerde sağ partilerin desteğinin kıtanın neredeyse her köşesinde arttığını ve Avrupa Parlamentosu’ndaki güç dengesinin sarsıldığını gördük. Dolayısıyla, Brüksel’in yanı sıra birçok Avrupa hükümetinde bir şok ve panik havası yaşanmakta.

***

Bu yazımda önemli seçim sonuçlarından ve olası gelişmelerden bahsetmek istiyorum. En önemlisi, Fransa’da Marine Le Pen’in göçmenlik karşıtı bir kampanya yürüten aşırı sağcı partisi Rassemblement National-RN (Ulusal Miting) oyların %31,3’ünü alarak Avrupa Parlamentosu’nda önde gelen aşırı milliyetçi grup olarak yerini sağlamlaştırdı. Bu sonuç Fransa’da deprem etkisi yarattı diyebiliriz. Nitekim, Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un Rönesans Partisi’nin de dahil olduğu koalisyon Avrupa seçimlerinde oyların yalnızca %14,6’sını toplayabildi. Bu sonuç, Macron’un Fransız Parlamentosu’nu derhal feshetmesine ve erken seçim çağrısı yapmasına yol açtı. Her ne kadar bu hamle aşırı sağın önünü kesmeyi hedeflese de bazı yorumcular bunu “siyasi kamikaze” şeklinde değerlendiriyor, çünkü Macron’un alelacele giriştiği bu seçim aşırı sağcı bir hükümetin seçilmesine zemin hazırlayabilir. Le Pen ise seçimlerden sonra verdiği demeçte, “Yurtsever hareketlerin bu büyük zaferi, dünya çapında ulusların geri dönüşünü gören tarihin gidişatıyla uyumludur,” dedi—ki bu cümle çok önemlidir— ve partisinin erken seçimlerin ardından AB’nin en büyük ikinci ekonomisine liderlik etmeye hazır olduğunu ekledi. Sevindirici bir haber olarak ise tüm Fransız sol partilerin temsilcileri (yani Sosyalistler, La France Insoumise, Komünistler, Yeşiller ve diğer birkaç parti) erken seçim için birleşerek Front populaire, yani “Halk Cephesi” oluşturacaklarını açıkladılar. Bu aynı zamanda her seçim bölgesinden yalnızca bir adayla yarışılması anlamına da geliyor. Kısaca, önümüzdeki günlerde Avrupa’daki en kritik siyasi gelişmeler Fransa’da yaşanacak. Ve eğer Fransa’da solun birleşmesi önemli bir zafer getirirse, bu dünyadaki tüm diğer sol partilere de örnek olacaktır.

İtalya Başbakanı Giorgia Meloni’nin Fratelli d’Italia (İtalya’nın Kardeşleri) partisi de Fransa’daki RN gibi yükselişte ve oyların %28,7’sini alarak konumunu sağlamlaştırdı. Demek ki, İtalyanlar göçmen karşıtı hükümetlerinden gayet memnun. Meloni şu anda Avrupa aşırı sağı ile merkez sağı arasında çok kritik bir konumda. Bu son bir yılda Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen ile yakınlaşması da kendisini Avrupa’da kilit bir pozisyona getirmiş bulunuyor.

Seçimlerde Almanya’da da ciddi bir hayal kırıklığı yaşandı. Şansölye Olaf Scholz’ın Sosyal Demokrat Partisi aşırı sağcı Alternative für Deutschland-AfD (Almanya İçin Alternatif) partisinin %15,9’luk oy oranının da altında oy alarak (%13,9) ancak üçüncü sıraya yerleşebildi. Çok önemli bir ayrıntı olarak belirtmem gerekir ki, bu Alman Sosyal Demokratların bugüne kadar aldıkları en kötü sonuç. Almanya’da merkez sağ Hristiyan Demokratlar (CDU) ise %30’luk oy oranıyla birinci parti oldu.

Merkez ve sol partilerin yanı sıra, çevreci partiler için de sonuçlar büyük hayal kırıklığı yarattı. Böylece, AB’nin Avrupa’da fosil yakıt kullanımını ve sera gazları salınımını aşamalı olarak ortadan kaldırmayı hedefleyen iddialı Green Deal’i (Yeşil Anlaşma) duvara toslamış görünüyor. Zaten Avrupa’da gittikçe şiddetlenen çiftçi protestoları bu durumun işaretini çoktan vermişti. Yeşillerin en önemli kayıpları, hareketin Parlamentodaki gücünün yarısını oluşturan Fransa ve Almanya’yı temsil eden delegasyonlardan kaynaklandı. Grup bir düzineden fazla milletvekilini kaybetti ve sayıca meclisteki dördüncü büyük grup konumundan altıncı grup konumuna düştü.

Ufak tefek iyi haberler de yok değil. Örneğin, sonuçlar İskandinav ülkelerinde ve Portekiz’de sol ve yeşil partilerin kazanımlar elde ettiğini, aşırı sağ partilerin ise desteklerinin azaldığını gösteriyor. Yine de genel olarak seçimin sonuçlarını oldukça kaygı verici buluyorum. Sonuçta Avrupa’nın dengesini en çok Fransa ve Almanya’daki gelişmeler belirliyor.

***

Avrupa Parlamentosunda AB’yi oluşturan 27 ülkeden çok sayıda partinin olduğu göz önüne alındığında, koalisyonlar Avrupa parlamenter siyasetinin gerekli bir parçası. Koalisyon grupları, üyelerinin temsil ettiği ülkelerden ziyade benzer siyasi eğilimler temel alınarak oluşturuluyor. Örneğin, European People’s Party-EPP (Avrupa Halk Partisi), Avrupa genelinde ideolojik olarak benzer merkez sağ partilerin parçası olan üyelerden oluşuyor. Zaten en büyük grup olan EPP bu seçimlerde 720 sandalyenin 190’ını alarak daha da büyüdü. EPP ayrıca Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen’i tekrardan Avrupa Komisyonu Başkanlığına aday gösterdi. Dolayısıyla, tam bir muhafazakâr olan, karizmatik liderlikten bir nebze nasibini almamış ve Filistin’de olanlar karşısındaki tavırları sebebiyle insanlıktan nasip aldığından da şüphe ettiğim von der Leyen seçim sonuçlarından gayet memnun görünüyor. Nitekim, geçen hafta yapılan G-7 zirvesinde yüzü en çok gülen kendisi ve İtalya Başbakanı Meloni idi.

Genel olarak, Avrupa’nın aşırı sağ grubu olarak bilinen Identity and Democracy-ID (Kimlik ve Demokrasi) grubu ise 58 sandalye kazandı. Bu, 2019’daki AB seçimlerine göre %8,1 artış demek. ID grubunun güçlenmesi Fransız RN’nin yüksek performansının yanı sıra, Avusturya’da Freiheitliche Partei Österreich–FPÖ’nün (Özgürlük Partisi) %25,4 oy oranı ile birinci parti ve Hollanda’daki benzerinin de (Partij voor de Vrijheid–PVV) %17,7 oy alarak ikinci parti gelmesinin sonucu. AfD seçimlerden sadece iki hafta önce ID grubundan atıldığı için bu gruba dahil değil, yoksa ID daha da büyük olacaktı. (AfD’nin gruptan atılması, partinin Avrupa seçimlerinin önde gelen adayı Krah’ın bir İtalyan gazetesine Nazi SS üyelerinin mutlaka suçlu olmadığını söylemesi sebebiyle gerçekleşti.) Popülist sağ grup olarak bilinen European Conservatives and Reformists-ECR (Muhafazakârlar ve Reformistler) de sandalye sayısını 69’dan 76’ya çıkardı. ECR ve ID tek bir grupta birleşse Avrupa’nın neredeyse ikinci en büyük siyasi gücü haline gelebilir. Ancak Atlantikçi ECR ile Rusya eğilimli ID arasında Rusya ile ilişkiler, Ukrayna savaşı ve ABD ve NATO ile iş birliği gibi önemli konularda fikir ayrılıkları olduğu için bu senaryo pek olası görünmüyor. Lakin, aşırı sağ partilerin Parlamentoda güçlenmesi her hâlükârda müzakere güçlerini önemli ölçüde güçlendirecek, Parlamentoda kutuplaşmaya yol açacak ve AB gündeminin ortak Avrupa çözümlerinden çok ulusal çıkarlara yönlendirilmesine yol açacaktır.

***

Peki tüm bunlar ne anlama geliyor? Parlamentoda çoğunluk halen AB’nin devamından yana olan güçlerde olsa bile, aşırı sağın güçlenmesi önümüzdeki dönemde AB içinde entegrasyonu ilerletecek reformlar açısından gerilemeye ya da en azından bir durgunluğa yol açacaktır. Öncelikle, Fransa’da liberallerin ve Almanya’da Sosyal Demokratların ve Yeşillerin aldığı ezici darbenin, önümüzdeki beş yıl için merkez siyasetin Avrupa’nın rotasını belirlemesini zorlaştıracağını ve önemli AB projelerinden ödün verileceğini öngörmek mümkün. AB’de genel olarak ulusal çıkarlar daha ön plana çıkacaktır ve bu durum AB’nin özellikle göç, iklim değişikliği ve ekonomik iş birliği gibi sınır ötesi konularda ortak politikalar oluşturma becerisini önemli ölçüde zedeleyebilir.

Ben mevcut gelişmelere biraz kötümser yaklaşıyorum ve aşırı sağ partilerin Avrupa seçimlerindeki başarısının AB’nin gündeminde uzun erimli etkileri olacağını öngörüyorum. Bu başarı aslında dünyanın başka yerlerinde görülen siyasi ve toplumsal kutuplaşmanın bir yansıması. Genel olarak, seçimlerdeki (aşırı) sağa kayış, AB üye devletlerinin ulusal siyasetinde yaşanan daha derin siyasi değişimlerin belirtisi. Dolayısıyla, başta Fransa olmak üzere en önemli Avrupa aktörlerinin bu iç kutuplaşmadan nasibini alıp kendi içine döneceği bir dönemin başlangıcındayız gibi görünüyor.

Özetle, Avrupa’da sağ popülizm yükselişine devam etmekte. Bu yükseliş merkezde konumlanan “yerleşik siyasete” karşı halk arasında giderek artan bir tatminsizliği yansıtıyor. Aşırı sağ partiler AB’nin etkilerini ulusal çıkarlar bağlamında ele alarak AB’ye karşı tepkileri örgütlemeye çalışıyorlar ve görüldüğü üzere de bunda başarılı olmaktalar. Avrupalı seçmenlerin Avrupa projesine gittikçe daha çok şüpheyle baktığı bu koşullarda Avrupa’nın geleceği günden güne daha belirsizleşiyor. Bunun nedenlerine burada derinlemesine girmeyeceğim. Ancak şunu da söylemek mümkün: AB projesi sıradan Avrupa vatandaşlarının sorunlarına çözüm olamamıştır. Emekten yana değil sermayeden yana AB politikaları eşitsizliklerin arttığı, hayat şartlarının günden güne zorlaştığı bir Avrupa yaratmıştır. Her ne kadar aşırı sağ partiler suçu daha çok göçmenlere atsa da şu konuda haksız sayılmazlar: Brüksel sıradan insanları duymamış, onların şikâyet ve ihtiyaçlarını önemsememiştir.

Özetle, AB ütopyası 2008’den beri adeta can çekişiyor. AB içinde Macaristan gibi AB’yi takmayan bazı üye ülkeler türediği gibi üyelerin en önemlilerinde sağ popülizmin yükselişi ile AB karşıtlığı daha çok ses bulmakta. Rusya’nın Ukrayna’yı işgali Avrupalıları bir süreliğine tekrar birbirine kenetlemişti. Lakin, Ukrayna’nın birleştirici etkisi de artık azalmış görünüyor. Birkaç hafta sonra yapılacak olan Fransa seçimlerinde başkanlık yarışını Marine Le Pen’in kazanması gayet olası. Zaten artık İngiltere’yi de içermeyen AB’de Fransa ve Almanya gibi anahtar ülkelerde de AB karşıtı liderler ve partiler iktidara gelirse artık Avrupa’da birlikten bahsetmek pek mümkün olmayacaktır. Buna ek olarak Kasım’da Amerika’da da Trump seçildiği takdirde sadece Avrupa’nın değil, tüm Batı ittifakının dağıldığına şahit olabiliriz. Dolayısıyla, ne yazık ki büyük ihtimalle daha çok milliyetçilikle bezenmiş kaotik bir dünya bizleri bekliyor.

***

Bu yazıda Kıbrıs’tan bilerek ve isteyerek hiç bahsetmedim. Onun yerine kimimizin pasaportuyla ucundan dahil olduğu, kimimizin ise, önceki yazımda bahsettiğim üzere, vizesini bile almakta zorlandığı AB’nin gidişatına odaklanmak istedim. Bu seçimlerin Kıbrıs bağlamındaki yorumlarını bir sonraki yazıma saklıyorum ve herkese iyi bayramlar diliyorum!

  • Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Yeniçağ Gazetesinin editöryal politikasını yansıtmayabilir 
- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
359AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin