27 Avrupa Birliği (AB) ülkesinde 450 milyon vatandaşın dünyanın tek ulusüstü meclisi olan Avrupa Parlamentosu’na (AP) seçilecek 720 milletvekili için Perşembe günü başlayan oy verme işlemi yarın sona erecek.
İyi de, bize ne onların seçiminden… Diyebilir miyiz? Seçimin Avrupa siyasal ikliminde yaratacağı değişimin bize etkilerine boş verebilir miyiz?
Brexit sonrası yapılan bu ilk seçimin kamuoyu araştırmaları tarafından şimdiden ortaya konan sonucu, aşırı sağ partilerin AB’nin politika gündeminde uzun erimli etkileri olacak bir başarı kazanağı! Avusturya, Fransa, Hollanda ve Belçika dâhil 9 ülkede birinci, İspanya, Portekiz, İsveç ve belki Almanya dahil 9 ülkede de ikinci ya da üçüncü parti olacaklar.
Yakın tarihinin acı deneyimleri nedeniyle, 15-20 yıl önceye kadar aşırı sağı doğrudan Nazizm ve faşizmle eşitleyen kıtanın şimdi bu partileri “normalleştirmiş” olması korkunç bir değişim.
Orada bu değişime yol açan süreçler bizde de yaşanıyor ve “Bize ne Avrupa’nın seçiminden!” dersek bizi de etkileyen bu değişimin nedenlerini kavrayamayız.
Geçenlerde Guardian’da yayınlanan bir analizde “Avrupa’daki aşırı sağ dalga için seçmenleri suçlamayın. Suçu aşırı sağın ana akım kopyacılarına yükleyin” deniyordu.
Bizim için önemli nokta da bu. Araştırmalar gösteriyor ki, Avrupa faşiste faşist demekten vazgeçince, aslında hiç değişmeyen aşırı sağ ideoloji seçmenlerin zihniyetinde normalleşmeye başlamış! Sonuç, 1990’ların başıyla kıyaslandığında gücünü dört kat artırmış bir aşırı sağ.
Aşırı sağın yükselişine; göç ve mülteci akını, ekonomik sıkıntıları yabancıların varlığıyla açıklama kolaycılığı, geçmişin geleneksel bağlarının çözülmesi ve bireyselliğin öne çıkışı, sosyal medyanın geleneksel bağları çözülmüş bu bireyler için uygun bir iletişim ve etkileşim ağına dönüşmesi gibi açıklamalar getirildi.
Ancak, kimi araştırmalar, asıl nedenin, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki on yıllarda faşizm ve Nazizmle doğrudan ilişkilendirilen aşırı sağ partilerin, kabul edilebilir hale gelmek için demokratik meşruiyet kazanma ihtiyacıyla makyaj yapmaları, özellikle de merkez partilerin bu ihtiyaca cevap veren politikaları olduğunu ortaya koyuyor.
Aşırı sağ partiler, artık faşist diyelim, ideolojik özlerini değiştirmeden popülizme yönelir ve gerçekte daha ılımlı olmadıkları halde ılımlı bir imaj çizmeye odaklanırken, büyümelerine yol açan büyük destek rakiplerinden geldi: “Birçok ana akım parti, bazı aşırı sağ fikirleri kendi politikalarına dâhil ederek kaybettikleri oyları geri kazanmak için (onlarla) ‘uyumlu’ bir strateji benimsedi.”
Ana akım partilerin faşistlere kaptırdıklarını kazanmak için onlara yaklaşma, bazı fikirlerini kopyalama yaklaşımıyla gerçekleştirdikleri tek şey faşistlerin vatandaşlar nezdinde normalleştirilmesi oldu. Bundan da kopyacılar değil orijinal kazandı!
Ana akımın da göçmen ve yabancı karşıtlığı, milliyetçilik ve muhafazakârlık söylemine sarılması, faşist retoriğin farklı kanallardan sürekli tekrarına, bu tekrarla ona alışılmasına ve aşırı sağ bir hegemonyaya yol açtı.
Bunlar bizi de ilgilendiriyor. O nedenle “Bize ne Avrupa’nın seçiminden!” demeden, bunu nasıl durdurabileceğimizi en az Avrupalılar kadar dert edinmeliyiz.
Görüldü ki, faşistlerle uyum sadece onları güçlendiriyor. Seçim sonuçları Pazar günü bir şoka yol açarsa, umarım o şok asıl yapılması gerekenin; faşizme cepheden karşı çıkmak, hoşgörü, siyasal çoğulculuk, vatandaşların hakları ve iktidarların hesap verebilirliği gibi değerleri militanca savunmak olduğunu kavramaya yol açar!