“Türkiye’de yaşayan herkes gibi, hekimlerin de ülke sorunlarını bilmeleri, bu sorunlara katkıda bulunmaları zorunludur. Hekimlerin ülkenin en duyarlı hizmetini yapmaları, halkla kurdukları geniş ilişki onlara daha büyük sorumluluk yüklemektedir. Üstelik, hekimlerin geleneksel özellikleri, politik baskılara karşı her dönemde en direnen grup olmaları, gerici hareketlere karşı en önde karşı çıkan meslek insanları olmalarıdır.
İşte, Türk Tabipleri Birliği bu anlayışın örgütüdür.”
Bu satırlar geçtiğimiz Perşembe günü kaybettiğimiz TTB’nin 1966-1984 yılları arasında Başkanlığını yapan Dr. Erdal Atabek’in “Çağdaş hekim nedir?” yazısından.
Erdal Atabek ve arkadaşları altmışlı yıllarda SSK’da çalıştıkları için işçilerle iç içedirler. Bir hastayla sorun yaşadıklarında ertesi gün sendikacının gelip hastanın hakkını aradıklarını görmektedirler. Bu deneyimle onlar da kendi haklarını savunmak için SSK Hekim ve Eczacıları Derneği’nde örgütlenirler. Dernek sonradan aynı isimle sendikaya dönüşür.
O zamanlar TTB Merkez Konseyi İstanbul’dadır. Erdal Atabek ve yakın arkadaşı diş hekimi Tonguç Görker 1965 yılında yapılan TTB Genel Kuruluna izleyici olarak gider, bu arada söz alıp konuşma yaparlar. Bunun üzerine o dönem yönetimde bulunanlar “Öyle diyorsanız gelin düşüncelerinizi hayata geçirin de görelim” diyerek ikisini de TTB Merkez Konseyi’ne alırlar. Bir yıl sonraki kongrede ise bütün Merkez Konsey üyeliklerine Erdal Atabek ve arkadaşları seçilir.
Yani, aslında TTB’nin altmışların ortasındaki dönüşümü işçi sınıfından taşınan bu “kendiliğinden bilinç”le olur.
∗∗∗
Erdal Atabek’in Başkanlığıyla birlikte TTB korporatist bir meslek örgütünden toplumcu bir mücadele örgütüne dönüşür. Yürüyüşler, boykotlar, iş bırakmalar, grevler, hekim hakları için mücadele, hasta hakları için mücadele, faşist cinayetlere karşı mücadele birbirini takip eder.
Bu iş bırakmalardan birinin ardından 19 Ağustos 1980 günü Erdal Atabek ve TTB Merkez Konsey üyesi Şakir Derkut İstanbul Sıkıyönetim Mahkemesi tarafından tutuklanır. Sürpriz bir şekilde 12 Eylül darbesinden iki gün önce serbest bırakılırlar ama 12 Eylülcüler Erdal Atabek’in peşini bırakmazlar. Hem TTB Merkez Konseyi davasında hem de otuz sekiz ay tutuklu kaldığı Barış Derneği davasında yargılanır.
“Yargılanır” dememe bakmayın, aslında o karanlık günlerde askeri mahkemelerde kendisini yargılayanları yargılar: “İnsanlar üç yerde yargılanır. Her şeyden önce insanlar kendi vicdanlarında yargılanır. Ben bu yargılamayı yaptım. Yalnız burada söz edilen çalışmalarda değil, hayatımın hiçbir dönemi ve çalışmalarda suç işlemediğim kararına vardım. Şimdi mahkemenizde yargılanıyorum. Karar verme yetkisi sizindir. Adaletin, ithamlar ne olursa olsun, doğru insanların yanında olacağına inanıyorum. Üçüncü olarak da, insanları tarih yargılar. Ama tarih sadece yargılanan insanı değil, hepimizi birlikte yargılar.”
∗∗∗
Erdal Atabek’in 1966’da başlayan TTB Başkanlığı 1984 yılına kadar sürdü. Öyle ki cezaevinde iken bile TTB Başkanı seçildi. Sonra TTB Merkez Konseyi Ankara’ya taşınınca Başkanlığı Dr. Nusret Fişek’e devretti.
Üç yıl kadar önceydi. TTB Yüksek Onur Kurulu üyesi Dr. Şeyhmus Gökalp Diyarbakır’da bir itirafçının iftiralarıyla tutuklanmıştı. Erdal Abi’yi aradım. Durumu anlatıp Cumhuriyet’teki köşesinde yer verirse çok memnun olacağımızı söyledim. Dikkatle dinledi, hiçbir şey sormadan “Bana konuyla ilgili malzeme gönder” dedi. Sonra da yazdı.
Teşekkür etmek için tekrar aradığımda “Ne demek Osman’cım” dedi, “Bu bizim vazifemiz!”
TTB Başkanlığından ayrılalı kırk yıl olmuş, sonrasında da örgütte herhangi bir görev almamış bir insan meslek örgütü kendisinden bir şey isteyince sorgulamaya bile gerek duymadan “vazife” olarak kabul ediyor.
İşte böyle bir örgütlülük disiplini, böyle bir örgütçülük sorumluluğu. TTB sadece hekimlerin değil bütün toplumun saygı duyduğu bir meslek örgütüne dönüşmüşse en başta Dr. Erdal Atabek’in sayesindedir.
Güle güle Erdal Abi. Bize öğrettiğin, bize bıraktığın her şey için teşekkürler.