Kent toplumbilimcisi Robert Park, kent için “İnsanın içinde yaşadığı dünyayı daha çok gönlüne göre yeniden yapmada en başarılı girişimidir. Ama eğer kent insanın yarattığı dünyaysa bundan böyle orada yaşamaya mahkûm olduğu dünyadır da” der!
Yaşadığımız kentleri biz yaratıyoruz; kendi isteklerimize göre!
Sonra da yarattığımız bu kentlerin sorunları ile boğuşurken buluyoruz kendimizi; trafikte işe, alışverişe giderken, çocuğumuzu okula götürürken, hastamızı doktora, hastaneye yetiştirmeye çalışırken, arabamızı park edecek yer ararken; yolda yaya olarak yürürken elektrik kesintilerinde sıcaktan boğulurken; müzikli mekanların saçtığı gürültüden evimizde rahatsız olurken; parasız girilebilecek deniz kıyısı bulamazken…
Ne tür bir kent istediğimiz sorusu; ne türden bir toplumda yaşamayı arzuladığımız, doğa ile nasıl bir ilişki içinde olduğumuz, toplumsal tarihimize ne kadar sahip çıktığımız, kentlerin hafızasını ne kadar korumak istediğimiz, mahallemizi, sokaklarımızı, kentimizi kimlerle paylaşmaya hazır olduğumuz, kendimiz dışında, başkalarının haklarına ne kadar saygılı olduğumuz soruları ile yakından ilişkilidir.
“Özel mülkiyet hakkı” ve “kâr oranı hakkının” kent(li) hakkı, çevre hakkı gibi öteki tüm düşünceleri gölgede bıraktığı, özel çıkarlara hizmet edilen bir dünyada yaşıyoruz.
Kentlerimiz kent haklarına göre değil, mülkiyet haklarına, kâr motivasyonuna göre şekilleniyor!
Kendi yarattığımız kentlerden memnun değiliz hiçbirimiz! “Komşunun tavuğu komşuya kaz görünür” misali, başka coğrafyalardaki kentlere gıpta ediyor, özeniyoruz!
Kimi kentler için haklı bu gıpta etmeler! O kentlerin geçmişini, gelişim dönüşüm süreçlerinin tarihini, iyi bilmek gerekir sağlıklı bir karşılaştırma yapabilmek ve dersler çıkarabilmek için!
Bazıları özeniyor ve övgüyle söz ediyor Limasol’un gelişiminden!
Evet ders çıkarılması gereken bir Kıbrıs örneği Limasol…
Gerçek şu ki; Önce tüm kıyıyı talan ettiler, sonra yüz milyonlarca euro harcayarak deniz doldurup şimdiki kıyı alanını inşa ettiler.
Limasol’un gidişatı, dönüştüğü durum, güneydeki meslektaşlarımız, çevre grupları ve sıradan insanlar tarafından da eleştirilmektedir.
Yabancı sermayenin bu türden emlak geliştirmeye yönelik bina yapmaya dayalı işleri birçok dünya ülkesinde de var. Neo liberal eğilim bu yönde…
Öte yandan bir diğer gerçek de şu; ekonomisini inşaata dayandıran ülkelerin ekonomileri krize girdi hep!
2000’li yılların başında ABD‘de spekülatif bir biçimde şişirilen gayrimenkul ve ona bağlı finans sektöründe patlak veren ekonomik kriz, kısa sürede tüm Avrupa‘yı girdabına aldı.
İrlanda, İspanya, Yunanistan’da yaşandı, Türkiye yaşanmakta! Bu ülkelerin ekonomileri, inşaat sektörüne aşırı bağımlılık nedeniyle krize girmiştir.
Buralarda hala ders çıkarılamıyor bir türlü, ala doyumsuzluk devam ediyor!
***
Batı, gelişmiş ülkeler, onlarca yıl önce, geçen yüzyılda doğayı, çevreyi, kültürel mirası, kıyıları, tarım alanlarını, ormanları yağmalayarak gerçekleştirdiler sanayi, altyapı turizm yatırımlarını ve faaliyetlerini!
Sonunda kaynaklar tükenmeye, bozulan çevre insanı tehdit etmeye başlayınca, bindikleri dalı kestiklerini fark ettiler.
Denizler lağım oldu, hava kirlendi, atmosfer delindi, yağmur ormanları dâhil ormanlar, tarım toprakları azaldı.
Nihayet 70’li yıllarda, bu kadar bencil olmayalım, gelecek nesillere de kalsın diyerek, sürdürülebilir kalkınmaya geçelim dedi batı.
Gene de bu da yetmedi sermayenin arsızlığını frenlemeye!
20 yıldan fazla bir süredir iklim değişikliğinden söz ediliyordu. Kyoto, Paris sözleşmeleri geldi gündeme, iklim değişikliğine karşı mücadele için.
Bunlar da yetmedi sermayenin durdurulmasına…
Artık iklim krizi ile karşı karşıya dünya, geri dönülemeyecek noktaya varıldığı için artık adaptasyon konuşuluyor. 2015 yılında, Sürdürülebilir Kalkınma 2030 Hedefleri kabul edildi Birleşmiş Milletler’de.
Yoksullukla, eşitsizliklerle mücadele, sağlıklı kentler, herkese adil ve eşit eğitim, sağlık hizmetleri, temiz su, temiz hava, temiz enerji, toplumsal cinsiyet eşitliği ve daha nice konuları kapsayan 17 hedef belirlendi, ülkelerin uyması ve gereğini yerine getirmesi için.
2030 yılına sadece 6 yıl kaldı. Biz bu adanın kuzey yarısında, kırk haramiler gibi hala kaynakları har vurup harman savuruyoruz!
Ve Döngüsel Ekonomi, Döngüsel Kent
Paradigma sürekli değişiyor, ta ki biz bu adanın yarısında, dünyanın yaşama geçirme konusunda ilerlemeler kaydettiği değişimleri fark edip anlayana kadar!
Biz buralarda henüz sürdürülebilir yaşamı için ciddi adımlar atmak için ayak sürürken, yeşil mutabakat, döngüsel ekonomi ve nihayet döngüsel kentler konuşuluyor, başka yerlerde.
Bu konuda yazmayı sürdüreceğim…
“Balık bilmezse halik bilir” derler ya, belki işe yarar, bir yerlerde kulaklara kar suyu kaçar da adım atılır!