Kıbrıs iktibasSevgül Uludağ“Ortak acımız: Kıbrıs’ın Kayıpları – 1963-1974...” - Sevgül Uludağ

“Ortak acımız: Kıbrıs’ın Kayıpları – 1963-1974…” – Sevgül Uludağ

Orjinal yazının kaynağıyeniduzen.com
diğer yazılar:

Latça Ortaokulu’ndan Kıbrıslırum öğrencilerin çektiği belgesel film, bu haftasonu 7nci Kıbrıs Arkeolojik, Etnografik ve Tarihi Belgesel Film Festivali’nde yarışacak. Festivalde Kıbrıslırum ortaokul ve liselerinden 24 kısa belgesel film yarışacak.

Latça Ortaokulu’ndan Kıbrıslırum öğrencilerin çektiği belgesel film, “Ortak acımız: Kıbrıs’ın Kayıpları – 1963-1974” başlığını taşıyor ve filmde 1963’te Aredyu’daki evinden alınarak “kayıp” edilen Naim Hüseyin’in kardeşi Mehmet Ali Göçer ile 1974’te “kayıp” edilen Andonis Aspri’nin kızı Angela Aspri Vosku ile röportajların yanısıra, Naim Hüseyin’in diğer iki Kıbrıslıtürk’le birlikte gömüldükleri Tseri’deki kuyuyu bir Kıbrıslırum okurumuzun yardımlarıyla nasıl bulduğumuzu anlattığımız ve “kayıp” yakınlarının yaşadıklarını aktardığımız bir röportaj da bulunuyor. Öğrencilerin yaptığı bir diğer röportaj da değerli arkadaşımız gazeteci Andreas Paraskos’la… Belgeselde ayrıca Kayıplar Komitesi adına arkeolog arkadaşımız Rania Mihail de “kayıplar”la ilgili bilgiler veriyor…

Öğrencilere bu önemli belgesel filmi çekerken öğretmenleri Klios Konstantinu ve Yoli Orfanidi yardımcı oldu… Geçen yıl da Latça Ortaokulu’ndan öğrenciler benzer bir projeyle UNESCO ödülünü almışlardı…

Festivalde yarışan gençlerin çektiği belgesel filmler, 15 Haziran Cumartesi ve 16 Haziran Pazar günleri, iki gün süreyle sabah saat 10.00 ile gece 20.00 arasında Panteon Sineması’nda gösterilecek. Pazar akşamı saat 20.00’de festivalde ödül kazanan filmler için aynı yerde ödül töreni düzenlenecek…

 

“ORTAK ACIMIZ: KAYIPLAR…”

Latça Ortaokulu’ndan gençlerin çektiği “Ortak Acımız: Kıbrıs’ın kayıpları – 1963-1974” başlıklı belgeselle ilgili olarak tanıtım yazısında şöyle deniliyor:

“Bu belgesel 1963 ile 1974 döneminde Kıbrıs’ın kayıp insanları üzerine odaklanıyor ve iki toplumun ortak acısına ışık tutmayı hedefliyor. Belgesel, birisi Kıbrıslıtürk, birisi Kıbrıslırum olmak üzere iki kayıp yakınıyla röportajlara yer veriyor. Bu iki ailenin öykülerini ortaya koyan belgesel, her bir ailenin yaşamış olduğu ortak acı ve ızdırabı da yansıtıyor. Belgeselde ayrıca biri Kıbrıslıtürk, biri Kıbrıslırum olmak üzere iki gazeteciyle röportajlar da yer alıyor, bu gazeteciler kayıp yakınlarının yaşadığı travmaları aktarıyorlar ve bir yas sürecine geçebilmelerine yönelik ihtiyaç duyulan şeye odaklanıyorlar. Son olarak Kayıplar Komitesi’nden bir arkeolog, hala kayıp addedilen kişilerin kalıntılarının bulunup kimliklendirilmesine yönelik prosedürler ve yöntemler hakkında izleyicileri aydınlatıyor…”

Kıbrıslırum gençlerin çektiği belgesel filmin kısa tanıtımı şu link’ten izlenebilir:

https://www.youtube.com/watch?v=70wotbivcWw

 

KIBRISLIRUM GENÇLERE YÖNELİK PROGRAMLAR…

Kıbrıs Arkeolojik, Etnografik ve Tarihi Belgesel Filmler Uluslararası Festivali, kar amacı gütmeyen kültür örgütü AEI Audiovisual Forum tarafından çeşitli kurumların desteğiyle düzenleniyor ve bu yıl yedincisi düzenlenen gençlere yönelik bu bölüm, “Eğitim Bölümü” altında yapılıyor.

Örgüt, 2018’den bu yana orta dereceli okullarda ve üniversitelerde her sene film atölye çalışmaları düzenleyerek gençleri ilgi alanlarına göre ve örgütün arkeoloji, etnografi ve tarih temaları çerçevesinde kısa belgeseller üretmelerini teşvik ediyor. “CINeDUCATION” eğitim aktiviteleri çerçevesinde örgüt, Kıbrıs’ın genç insanlarının film okur-yazarlığı, yaratıcılığı, eleştirel düşünmesi gibi konuları teşvik etmeye çalışıyor.

Gençlerin sinema sanatına ilgi duyması ve film üretimi yeteneklerini geliştirmesi için uğraş veren örgüt, gençlerin bu çerçevede ürettikleri kısa belgeselleri örgütün düzenlediği film festivalinde göstermeyi prensip edinmiş.

Bu haftasonu gösterilecek olan gençlerin çektiği belgesel filmler çerçevesinde ayrıca bir de “In the making” başlıklı bir fotoğraf sergisi açılacak ve örgütün gençlere yönelik düzenlemiş olduğu atölye çalışmalarından fotoğraflar sergilenecek.

 

GOETHE ENSTİTÜSÜ’NDE ÇEKİLDİ…

8 Mart 2024’te Lefkoşa’da ara bölgede bulunan Goethe Enstitüsü’nde çekimlerine katılmış olduğumuz “Ortak Acımız: Kıbrıs’ın Kayıpları – 1963-1974” başlıklı belgesel film çekiminde Mehmet Ali Göçer ve bizim anlattıklarımızla ilgili olarak 12 Mart 2024’te bu sayfalarda özetle şöyle yazmıştık:

“… Mehmet Ali Göçer, 1963’te Lefkoşa’da liseye devam eden bir öğrenci olduğu için, o günlerde Lefkoşa’da kalmaktaydı… Ailesinin keçileri, koyunları, Aredyu’da arazileri ve evleri vardı… Aredyuluydular ve Aredyu’da yaşıyordu aile…

“1963 sonlarına kadar köylülerimiz arasında hiçbir sorun yoktu” diye anlatıyor Mehmet Ali Göçer Kıbrıslırum gençlere. “Birlikte barış ve huzur içinde yaşıyorduk, köyümüzü paylaşıyorduk. Birbirimize yiyecek veriyor, birbirimizin düğünlerine gidiyorduk. Hasat zamanı tarlalarda çalışan Kıbrıslırumlar’la Kıbrıslıtürkler, harmanda aynı tarlada uyuyordu, herhangi bir ayırımcılık, herhangi bir sorun yoktu…

Bir gece bazı Kıbrıslırumlar, hayvanlarımızı çalmaya geldiler. Ben Lefkoşa’daydım, annemin anlattığına göre, bütün keçilerimizi ve koyunlarımızı aldılar. Yakın zamanda doğum yapmış bir keçimiz vardı ve babam onu yatakodasında tutuyordu, bu keçiyi bile almışlar, henüz doğum yapıp annemle babamın yatakodasında toparlanmaya çalışan bu keçiciği… Bu insanlar köye dıştan geldilerdi belki de, köylümüz olmayabilirlerdi, dıştan mı geldiler, köyden miydiler bilmiyorum..”

 

KIBRISLIRUM POLİSİ ONLARI ALIP GİTTİ…

“Sonra bir gün Kıbrıs Cumhuriyeti polisi (Kıbrıslırum polisi) köyümüze gelerek kardeşim Naim Hüseyin’i aldılar, onu götürüp Dr. Küçük’e göstereceklerini söylediler. Annem oğlunun polis tarafından alınmasını istemezdi ve onlarla birlikte gitmek istedi fakat Kıbrıslırum polisler onun arabaya binmesine izin vermediler. O gün iki akrabamızı daha aldılar, Kemal Hüseyin ve Salih Mehmet’i (Salih Mehmet çok yaşlı bir adamdı), onları da Dr. Küçük’e göstereceklerini söylediler. Ve ondan sonra kardeşimiz ve alıp gittikleri akrabalarımızdan hiç haber alamadık.

Annem ondan sonra her tarafa koşuşturup oğlunu aramaya başladı, kardeşim geri dönmeyince… Onu alıp giden Kıbrıslırum polislere sorduğunda, “Geri gelecek” dediler kendine.

O günlerde köyümüzden beş Kıbrıslıtürk “kayıp” edilmişti, bunlardan biri Akaça’daki işine giderken yoldan alınmıştı… Köylülerimizin hayvanları da bazı Kıbrılsırumlar tarafından zaten çalındıydı. Böylece köylümüz Kıbrıslıtürkler can endişesiyle, daha güvenli olacakları bir yere gitmek için köyden ayrıldılar. Ercan (Timbu) yakınındaki Mora (Meriç) köyüne yerleştirildiler.

Herşeyimizi kaybettiydik… Sadece üstümüz başımızlaydık. “Yardımlar”la ayakta kalmaya çalıştık – “yardım” derken, raşın gibi dağıtılan yiyecek yardımını kastederim, şeker, pirinç, un vs. gibi… Herşeye sıfırdan başlamak zorunda kaldık: Hayvanlarımızı, arazimizi, evimizi kaybettiydik…”

 

“KUYUYU GÖSTEREN KIBRISLIRUM’A TEŞEKKÜRLER…”

“Yıllar sonra kardeşimizden geride kalanlar Tseri’de bir kuyuda bulundu. Sevgül Uludağ bize yardım etti ve onun bir Kıbrıslırum okuru, kendisine kuyunun yerini gösterdi ve kardeşim Naim ile iki akrabamızdan geride kalanlar bu kuyuda bulundu… Kardeşimizin cenaze töreni bizim için çok üzücüydü… Üstünden çıkanları gördük, potinlerini, çoraplarını – çorapları naylon olduğu için erimediydi, kimlik kartı muhafazasını… Tüm bunlar bizi üzdü… Kuyunun yerini arkadaşımız Sevgül’e göstererek kardeşimden geride kalanların bulunmasını sağlayan o Kıbrıslırum’a teşekkür etmek isterim…

Gençler gerçeği öğrenmelidir, geçmişle ilgili kulaktan dolma şeyleri değil, söylentileri değil, gerçeği öğrenmelidirler. Bu ada hepsimize da yeter… Bu adada huzur, barış ve bir anlaşma olsun isterim, hayatım boyunca duruşum da bu oldu çünkü savaş kötü birşeydir. Adamız hepsimize da yeter… Bu adada barış içinde birlikte yaşamalıyız ve böylesi şeyler gelecekte kimsenin başına gelmemelidir…”

 

BİR TANESİ DİRİ DİRİ GÖMÜLMÜŞTÜ…

Birkaç dakikalık bir ara veriyoruz ve gençler bize Kıbrıs kahvesi pişiriyor, su getiriyor içelim diye, sonra da son 20 küsur yıldır “kayıplar” ve toplu mezarlar konusundaki araştırmalarımı konuşmaya başlıyoruz gençlerle…

Onlara Mehmet Ali Göçer’in kardeşi Naim Hüseyin’in ve Aredyulu diğer iki Kıbrıslıtürk’ün gömülü olduğu Tseri’deki kuyuyu nasıl bulduğumuzu anlatıyorum.

Bir gün tanımadığım bir Kıbrıslıtürk beni aramış ve bir Kıbrıslırum arkadaşının, bir diğer Kıbrıslırum arkadaşından birşeyler duyduğunu ve bu yüzden bana bir gömü yeri göstermek istediklerini, bu yüzden gidip bu iki Kıbrıslırum’la buluşmamı istediklerini söylemişti. Böylece Tseri’ye gittik ve iyi yürekli yaşlı bir Kıbrıslırum beni karşıladı, bana kuyunun nerede olduğunu gösterdi… Naim Hüseyin ve iki akrabası, Kemal Hüseyin ile Salih Mehmet o kuyuya gömülmüştü. Elbette yaşlı adam buraya gömülen şahısların isimlerini bilmiyordu, yalnızca oraya bazı Kıbrıslıtürkler’in gömüldüğünü biliyordu. Yeni bir yol yapılmaktaydı biz gittiğimizde ve yol, kuyunun üstünden geçecekti… Kuyunun üstünden yol geçerse, o zaman kazması çok daha zor olacaktı… Derhal Ksenofon Kallis’i aradım (ışıklar içinde olsun, geçen sene onu kaybettik) – Kallis’in yanısıra Kayıplar Komitesi’nin o günlerdeki sorumlularını da arayarak bu olası gömü yeri hakkında hepsini bilgilendirdim ve kuyunun üstünden yol geçmeden, acil olarak bu kuyunun kazılması gerektiğini söyledim. İyi kalpli yaşlı Kıbrıslırum bana bir diğer olası gömü yeri daha gösterdi ki bunu daha sonra Kayıplar Komitesi’ne gösterecektik ve orası da kazıldığında, “kayıp” Mustafa Osman Akay’dan geride kalanlar bu gömü yerinde bulunacaktı.

Naim Hüseyin, Kemal Hüseyin ve Salih Mehmet’i Aredyu köyünden aldıktan sonra Kıbrıslırum polisler onları Tseri’ye götürmüşlerdi. Burada öldürülmüşler ve bir kuyuya atılmışlardı – ancak aralarından biri öldürülmemiş, diri diri kuyuya atılmıştı. Canlı olarak kuyuya atılan bu Kıbrıslıtürk bağırıyor ve yardım istiyordu, bütün köy de onun çığlıklarını duyuyordu. Böylece köy kahvesinde büyük bir tartışma çıkmıştı. Böylesi bir vahşetten sorumlu olan şahısla kavga ediyordu köylüler – bu gibi cinayetlerden sorumlu şahıs da köyde şirosu olan bir şahsa, gidip kuyuya taş atmasını ve diri diri gömülmüş olan Kıbrıslıtürk’ü “susturmasını” emretmişti.

Şirocu da kuyuya giderek kuyuya taşlar, kayalar atmıştı… Gençlerle röportajı esnasında Mehmet Ali Göçer, kardeşi Naim’in kemiklerinde izler olduğunu, bu izlerin gözle görülebildiğini anlatmıştı… Kuyuya atılan taşlardan ötürüydü bu izler… Yaşlı adam o günlerde köy kahvesindeki bu tartışmaya tanık olmuştu ve yaptığı araştırmayla hangi kuyuya gömüldüklerini öğrenmişti. Yıllar sonra yazılarımı okuduğu ve yaptığım insani işe inandığı için beni arattırmış ve hem kuyunun yerini, hem de Tseri’deki ikinci gömü yerini göstermişti… Ona ne kadar teşekkür etsek azdır… Bize insanlığın değerini kanıtladı… Bazıları öldürürken, onun gibiler de Kıbrıs’ta açılmış olan yaraları sarmaya çalışmaktaydı…”

oncelikli-sayfa-16-mehmet-ali-gocer-kayiplarla-ilgili-belgesel-cekiminde.jpg

Mehmet Ali Göçer, kayıplarla ilgili belgesel çekiminde…

oncelikli-sayfa-17-latca-ortaokulu-ogrencileri-ve-belgesele-yardim-eden-ogretmenleriyle-birlikte-cekim-ardindan-cektigimiz-hatira-fotografi.jpg

Latça Ortaokulu öğrencileri ve belgesele yardım eden öğretmenleriyle birlikte çekim ardından çektiğimiz hatıra fotoğrafı…

  • Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Yeniçağ Gazetesinin editöryal politikasını yansıtmayabilir 
- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
334AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin