Bedenlerin kamuya açık kısımlarından işaretler fışkırıyor; sokaklarda, otobüslerde, marketlerde, ofislerde, fabrikalarda anlattıkları duyulmak istiyor. Omuz başlarından, ellerden, derken tüm kollardan, ayak bileklerinden, enselerden ve boyunların incecik derilerinden mesajlar… Bazıları nasıl hem bu kadar kişisel ama aynı anda nasıl bu kadar kimliksiz olabilir; desenin kendisinden çok o deseni nakşetme eylemiyle ilgili bir karar gibi önümüzdeki. Şehirlerin şehir nüfuslu ilçelerinde, bazen küçücüklerinde bile, aynı anda dört-beş kişinin dövme yaptırabileceği ve dahi birilerinin kuyrukta beklediği bir dolu dövmeci var. Esnafın doğal bir parçası gibi artık.
1 Mayıs günüydü, Taksim’e kimse ulaşamasın diye alınan hukuk dışı olağanüstü önlemler yüzünden yarı işleyen çarşıdaki dövmecide biri yatıyor, biri sağ kolunda çalışıyordu. Trafik akmıyor, sokaklar kapalı, her yer binlerce polis dolu ve aynı esnada başka bir karede birinin derisine kim bilir ne motif sabitleniyor. Sahneyi zihnim kaydetti.
*
Sanki otuz beş yaş altında dövmesiz bir beden yok. Dövmenin geçmişi Neolitik zamanlara uzanıyor, birçok kültürde kadim bir gelenek. Yarattığı marjinal titreşim, doğduğu toprakları olduğu gibi bu geleneği de “keşfedip” Avrupa’ya taşıyanlarla başlamış olmalı.
Bugün 21. yüzyılda, mavi ya da beyaz yakalı genç işçilerin bedenlerine nakşettikleri dövmeler ayrıca okunmak istiyor sanki. Belki başka ihtiyaçlardan vazgeçerek, para biriktirerek, bazen birlikte yaşayacakları o “anlam” üzerine hayli düşünerek, ama bazen bunu hepten boşverip tenlerini rastgeleliğe de açık bir deftere dönüştürerek dövme yaptırıyorlar. Dümeninde olmadıkları bugünün dertleriyle debelenirken üzerinde söz sahibi hissettikleri sadece derileri kalmış sanki. Sürüklendikleri o belirsiz geleceğe taşınacağını bildikleri tek şey bedenlerindeki bu izler. Hayatta iyiye gideceğini hissettiren az şey varken, sabit kalacak bir şey istiyorlar. Yeni bir deri ihtiyacı, yaşıyor olmaya dair bir çentik, bir irade mühürü.
*
İrade dışı dövme bir işkence çeşidi. Primo Levi bazen yara gibi sızlayan Auschwitz dövmesini sildirmeyi hiç düşünmediği anlatıyor. 1942’den itibaren toplama kamplarında tutulanların numaraları elbiselerine işlenmekle kalmıyor, bedenlerine de dövülüyordu. Erkeklerin sol kollarının ön, kadınlarınsa aynı kolun alt kısmına işlenen bir koddu bu. Örneğin Çingenelerde numaradan önce Z harfi vardı. Şöyle yazmış Levi:
“İşlem pek acı vermiyor ve bir dakikadan fazla sürmüyordu, ancak sakatlayıcı bir etkisi vardı. Dövmenin simgesel anlamı, herkes açısından ortadaydı: Bu silinmesi olanaksız bir işarettir, buradan artık çıkamayacaksınız; bu, kölelere ve boğazı kesilecek hayvanlara vurulan damgadır, siz de onların konumuna geldiniz. Adınız yok artık: Yeni adınız işte bu dövme. Dövme şiddeti nedensizdi, kendi içinde bir amaçtı, salt aşağılama amacını taşıyordu.”
*
Cezaevleriyle özdeşleşen dövmeler var. Roland Girtler “Terbiyesizliğin Teorisi”nde cezaevlerinde dövmenin her daim bir tür oyalanma aracı olduğunu, buradan bir kültürün doğduğunu yazıyor. Gücü, şiddeti, açıkça üyesi oldukları mafyayı, örgütü temsil eden motifler akla ilk gelenler. Ama örneğin baş parmakla işaret parmağının birleştiği yere konan üç nokta tutuklunun ağzının sıkı olduğunu söylermiş. Yaptığı işi açık etmek isteyen pezevenklerin sol yanaklarında tek nokta dövmesi olurmuş.
Girtler’in aktardığı, gazeteci Egon Erwin Kisch’in cezaevinde başına gelen hadise inanılmaz. Sırtına dışarıdaki özgür, rahat hayatı simgeleyen bir dövme istiyor. Yapılırken izleyen hücre arkadaşları şarap şişesi, çiçek, kaz kızartması, dövmeye dair bir şeyler anlatıyorlar. Fakat dövmecinin aslında işlediğiyse cezaevi müdürünün dilini çıkarmış portresi! Enfeksiyon kapınca revire gidiyor ve kendisinin hiç görmediği dövmeyi açıyor. Gerisini tahmin etmek zor değil, cezası uzuyor.
*
Dövme yaptıranlar kadar sildirmek ya da dövmeyi dönüştürmek isteyenleri de bu çembere eklemeli. ABD’de bu konuda yapılan bir soruşturma küresel cevaplar içeriyordur. Akla önce eski sevgili kaynaklı bir operasyon gelse de dövme tadilatı için sık sunulan gerekçeler: O dönem çalışılan işin gerektirmesi, dövmenin bir nedenden anlamını yitirmesi ya da yenisine yer açma.
Sosyal medya sayesinde Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş’ın bir kriz anında AKP’li meclis üyesine söylediği “Masaya çıkıp tepin istersen” cümlesini dövme yaptıran birinden haberdar olmuştuk. Bunu zihnimden silemiyorum. Acaba duruyor mudur?
*
Uzaklardan dolaşsa da zihin açan bir bağlantı. Svetlana Boym “Tırnak İçinde Ölüm” adlı kitabında bir şiiri üzerinden Rimbaud’da dövmenin “bedensel yazının” yerine geçtiğini anlatıyor. Kazınarak işlenen deri ıstırabın, şiddetin, bölünmüş öznelliğin dille kazınmasının metaforu haline geliyor. İnsanın kendi “kötü kanıyla” yazdığı, bedensel sıvılarla bedenle aktarılan bir yazı.
Proleter dövmeleri de okunmak istiyor.
Not: Primo Levi’nin Can Yayınları’ndan çıkan “Boğulanlar, Kurtulanlar” isimli denemeler kitabını Kemal Atakay çevirmiş. Metis Yayınları’ndan çıkan “Tırnak İçinde Ölüm”ün çevirmeni Emine Ayhan. “Terbiyesizliğin Teorisi” Medeni Beyaztaş çevirisiyle Kale Yayınları’ndan.